Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan ve Demokrat Parti adayı Biden zaferi ile sonuçlanan Başkanlık seçimleri çok tartışıldı. Bunun en önemli sebebi, Donald Trump’ın ısrarlı bir şekilde seçimlere hile karıştırıldığı ve seçimi kendisinin kazandığı iddiasıydı. Bu iddia Trump ve destekçileri tarafından o kadar ileri noktaya taşındı ki nihayetinde Senato eylemciler tarafından basıldı.
Bu sürecin Trump’ın sosyal medya mesajları ile özellikle Twitter’da attığı tweetler ile bu noktaya taşınması, Trump’ın twitter hesabının tamamıyla kapatılması ile sonuçlandı. Hatta Senato baskını nedeniyle Trump, ABD tarihinde hakkında iki kez azil süreci başlatılan ilk başkan oldu.
Süreç boyunca Twitter tarafından, Trump’ın tweetlerinin altına hep şerhler düşüldü. İddialarının doğrulanmadığı, bahsettiği hususun gerçeği yansıtmadığı yazıldı. Sonunda Twitter tarafından Trump’ın hesabı önce geçici, sonra da kalıcı olarak kapatıldı.
Sosyal medya platformunun bu uygulaması hemen başka tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu tutumun ifade özgürlüğüne aykırı olduğu ifade edildi. Bu iddianın ‘sağ’ olarak ifade edilen siyasi görüş yanlıları tarafından dillendirilmesi ise ilginç noktalardan biri oldu.
Ardından Twittter aynı tutumu, ülkemizde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tweetleri için de takındı. Bu durumun tepkiyle karşılanacağı açıktı ve nitekim öyle de oldu. Sayın Bahçeli “okyanus ötesi” ile Twitter’e tepki gösterdi. Sayın Soylu ise Twitter’ı “terör örgütlerini ve sapkın LGBT'ye koruma kalkanı oluşturduğunu” iddia etti.
Aslında daha ilginç olanı “demokrasinin kimyasını bozduğu” ifadesiydi ki bu üzerinde durulması gereken bir iddia.
Esas itibariyle sorun; ne yazık ki kimsenin kendi ifadelerinin nefret içerikli olduğunu kabul etmemesinden kaynaklanıyor. Herkes kendi ifadelerinin “ifade özgürlüğü” kapsamında olduğundan emin. Ancak kendisine yönelik basit bir eleştiri dahi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeyecek kadar rahatsız edici geliyor.
Nitekim Sayın Soylu bunun mağdurlarından biri. Annesine yönelik yakışıksız sözlerden dolayı, hakarette bulunan şahıs hakkında ceza davası açıldı. Twitter üzerinden küfreden şahsın tutuklanmamasına Sayın Soylu yine twitter üzerinden tepki gösterdi. İçişleri Bakanı’na göre hakaret eden şahıs hakkında ceza davası yeterli değildi, ayrıca tutuklanması da gerekmekteydi.
Oysa aynı İçişleri Bakanı, Boğaziçi Üniversitesi’nde protestolara katılıp gözaltına alınan öğrencilerin, “çoğunun terör örgütü üyesi” olduğunu söyledi. Haklarında herhangi bir mahkeme kararı olmayan öğrencileri “terör” suçuyla yaftaladı ve hakaret etti. Muhtemel Sayın Soylu, bu beyanlarının ifade özgürlüğü kapsamında olduğundan gayet emindir.
Benzer bir eleştiri Sayın Bahçeli için de yapılabilir. Muhtemelen Sayın Bahçeli de Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğrencilerin bir kısmına yönelik “başı ezilmesi gereken yılanlar” benzetmesini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriliyordur.
Demokrasilerde ifade özgürlüğünün en basit ve temel sebebi; farklı fikirlerin serbestçe ifade edilerek doğruların açığa çıkmasını sağlamaktır. Peki, Türkiye’de böyle bir özgürlük ortamı var mı? Medyada fikirler serbestçe tartışılabiliyor mu? Yoksa medyanın neredeyse tamamı tek elden kontrol edilmekte ve sadece iktidarın duyulmasını istedikleri mi söylenmektedir?
Üstelik bir ülkede ifade özgürlüğü var ise diğer haklar da kendiliğinden vardır ya da diğer haklara da neticede ulaşılır. İfade özgürlüğünün olmadığı yerde ise basın özgürlüğünün ve diğer özgürlüklerin olması beklenemez. Türkiye’de “demokrasinin kimyasını bozan” asıl sorumluların teknoloji devi firmalar olmadığı açık.
Bununla birlikte Twitter, Facebook gibi platformların ve devasa teknoloji firmalarının atılan tweetlere kısıtlama getirmesi, engelleme ve hesapları kapatması eleştiriyi hak ediyor. Bu şirketlerin diledikleri gibi sorumsuz hareket etmeleri elbette doğru değil.
ABD merkezli bir firmanın Dünya’nın her bölgesinde dilediği gibi hareket etmesi hukuki olmadığı gibi kabul edilebilir de değil. Örneğin yine ABD merkezli firma olan Apple, Türkiye’de ürün satarken nasıl Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre faaliyet gösteriyorsa ya da o ürünleri satan firmalar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kanunları çerçevesinde hareket ediyorsa Twitter, Facebook gibi firmaların da aynı şekilde hareket etmesini beklemek çok olağan bir beklenti.
Bu haklı beklenti ve ifade özgürlüğü için önemli imkân sağlayan platformların gerekliliği arasındaki dengeyi sağlamak ise yine kamu otoritesine düşüyor. Çünkü ifade özgürlüğüne asıl tehdit kamu otoritesinden geliyor.
Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmasına yönelik eylemler Anayasal bir hak olduğu halde engelleniyorsa, öğrenciler hakarete maruz kalıyor ve yaftalanıyorsa, muhalifler kendilerini ifade edecek kanallara erişemiyorsa Twitter, Facebook eleştirileri boşa düşüyor. Bu yüzden önce gerçekten demokrasiyi uygulayıp, sonra kimyasının bozulmasından dem vuralım.
Misafir