2020 başları, kovid salgınının yaygınlaştığı günler…
Eve tıkılmak benim için sorun değildi: Henüz yayınevine gönderilmemiş yeni romanımı son kez revize ediyordum; yazıyor, okuyor, cam mozaik üretiyor, Zoom üzerinden koro faaliyetlerimi sürdüyor, canım çektiğinde piyano çalıyordum. Duolingo uygulaması üzerinden Arapça öğrenmeye de başlamıştım, şevkle buna da devam ediyordum. Bir de online Yaratıcı Yazma atölyesi açmıştım. Anlayacağınız, bir an bile boş vaktim yoktu.
31 Mart 2020 sabahı facebook’da dolaşırken, mensubu olduğum Adalet Zemini[1] platformundan arkadaşım Yasin Altıntaş’ın sayfasında paylaştığı bir makaleye denk geldim; bir arkadaşı yazmış.
Makaleyi çok beğenerek okudum, altına da bir yorum yazdım. Yazar, görmüş yorumumu; bana özelden bir teşekkür mesajı attı. Biraz yazıştık: Muammer Bilgiç, Saadet Partisi GİK üyesiymiş.
***
Atatürkçü, hatta Kemalist bir aileydi benimki. Babamın memuriyetinden dolayı, çok farklı coğrafyalarda geçmişti çocukluğum. Yaşadığımız ülkeye göre, Türk ve Müslüman olduğum için dışlandığım oluyordu. Tesadüfen içine doğduğumuz ailemiz, uyruğumuz, dinimiz, coğrafyamız nedeniyle insanların niçin birbirine sempati veya antipati duyduğunu hiç anlayamazdım. Hiçbirimize dünyaya gelirken boyun kaç olsun, gözün, tenin ne renk olsun, hangi uyruğa, hangi dine mensup olmak istiyorsun, diye sorulmaz ki. İçine doğduğum kimlikle (Türk, Müslüman) övünmem gerektiğini, benden bunun beklendiğini sezinliyordum, ama kafamda hep bir soru işareti vardı: Niçin övüneyim? Türk, Müslüman olmak için özel bir şey yapmadım ki! Bunlar benim seçtiğim özellikler de değildi. Niye başkalarından üstün veya alçak olayım?
Annemle babam öğrenmeyi seven, açık insanlardı. Hangi ülkeye gidersek gidelim, derhal oranın yerlileriyle ve başka yabancılarla dost olurlardı; karşılıklı ziyaretler başlardı ve evde sürekli misafir ağırlardık, hepsi de çok tatlı insanlardı: Hintliler, Danimarkalılar, İsrailliler, Habeşler, Suriyeliler, Brezilyalılar, İranlılar… Ve bu ahbaplıklar sırasında hem bu kişilerin hem de annemlerin, hepsinin birbirlerinden farklı şeyler öğrendiklerini görüyordum: Farklı kültürler, farklı adetler, farklı inançlar, farklı tatlar, farklı müzikler… Bu farklılıklar, her birini diğeri için ilginç kılıyordu.
Dünyanın öbür ucundan, en farklı kültüründen de olsa, iyi insanlar bir şekilde birbirlerini buluyorlar. Ben bunun tanıklığıyla yetişmiştim.
***
Biraz yazıştıktan sonra, Muammer Bey (ona mb diyeyim) beni “Nature and Community Work” (ona N&C diyeyim) grubuna davet etti. N&C, mb’nin daha bir hafta önce, 23 Mart 2020’de kurduğu bir whatsapp grubunun adıymış (bu grubun adı, bu ay değişecek).
İtiraf edeyim, ne idüğü belirsiz bir gruba (eyvah! bir whatsapp grubu daha!) tanımadığım bir adam tarafından dahil edilme fikrine tereddütle yaklaşmamış değildim, ama yazışmamız çok keyifli geçmişti; nasıl bir şeyle karşılaşacağımı merak da ediyordum.
Sonuç olarak: Bu gruba katılmak, pandeminin benim açımdan en değerli kazanımlarından biri olacaktı.
N&C, heterojen bir insan topluluğu: Ateisti de var, Alevisi de, dindarı da, Ermenisi de. Herkes farklı “mahalle”lerden, farklı geleneklerden. Grup içinde hararetli tartışmalar dönmüyor mu? Tabii ki dönüyor! Fakat (Adalet Zemini toplantıları gibi), bunlar karşılıklı antipatiye yol açmıyor; artık insan olarak birbirimizi, hassasiyetlerimizi tanıyor, birbirimize güveniyoruz: Bizi birleştiren ortak değerler, bu farklılıklardan çok daha güçlü: Hepimiz, kim olursa olsun, insan ve doğa hakları ihlallerine karşıyız; demokrasiden, hak ve adaletten yanayız. Herhangi bir “taraf”a yapılan bir haksızlık, hepimizi ayağa kaldırıyor. Dolayısıyla, farklı mahallelerden olsak da, burada da “kendi” (benim “arafta” tabir ettiğim) mahallemizdeyiz.
N&C’ye katılmak, herkesin aynı görüşte olup birbirinin paylaşımını alkışladığı o homojen whatsapp gruplarından sonra, bana nasıl da taze soluk gibi geldi! Hiyerarşisiz, her gün yazışan yakın bir aile gibiyiz. Öyle ki, ben mesela 2021 yılına Zoom üzerinden bu insanlarla girdim.
1 Mayıs 2020’de aramızda ufak bir ekip, “Yeryüzü Güncesi” adlı günlük takvimi çıkartmaya başladı: Derya Halaçlı ve Metin Özdemir - iş güç sahibi insanlar olmalarına rağmen, büyük özveriyle her gün bir takvim yaprağı üretiyorlar; dile kolay! Takvimin özelliği, geçmişteki ve şimdiki doğa ve insan hakları ihlallerine dikkat çekmesi. Sosyal medyada henüz takibe almadıysanız, geç kalmış sayılmazsınız!
Gruptaki pek çok kişiyle yüz yüze de tanıştık; çok değerli dostluklar kuruldu.
***
Annemle babam, Atatürkçü Düşünce Derneği kurucularındandı; doğal olarak ben de Atatürk hayranı bir çocuktum. Piyango sizi hangi aileye tesadüf ettirirse, siz de onların doğduğunuz andan itibaren size enjekte ettiği inanç ve düşüncelerle büyür, bunları mutlak sanırsınız. Ailenizin antipatik bulduklarını siz de antipatik bulursunuz. Bir şey bildiğinizden değil; onlardan dinlediğiniz hikayeler, evde esen hava… Küçücük yaştan, hayatı nasıl yorumlayacağınıza dair ezberler yerleştirilir zihninize. Nasıl giyineceğinizden tutun, kimlerle arkadaşlık edilir, kimlerle edilmez… Örneğin, bizim ailede “Kürt diye bir şey yok”tu; “onlar dağlarda yaşayan Türkler”di. Ermeniler “Ruslarla birlik olup bizi arkadan hançerlemişler”di. Yalan söylemiyorlardı; çevremdeki bütün insanlar bunlara samimiyetle inanıyorlardı.
Üniversiteden itibaren Türkiye’de yaşadım; bu yıllarda bazı konulara, daha doğrusu hayata giderek ayılmaya başlamıştım. Hepsi yanlışmış! Kürtler meğer varlarmış; Ermenilerin ise asıl biz canına okumuşuz! Bir şeyler öğrenmeye başlamıştım, ama daha öğreneceğim çok şey vardı.
Başörtülü kızlar üniversiteye niçin alınmıyordu? Dinle pek alakası olmayan bir ailede yetişmiş olsam da, bu kızların durumu çok canımı sıkıyordu. “Ama sırf giyim nedeniyle eğitim hakkı nasıl engellenir?” diye konuyu ne zaman açsam, çevremdekiler başörtüsü yasağını haklı görüyorlardı: “Gericilik” diye derinlerine yerleşmiş bir fobi vardı.
“Mahalle”nizi çevreleyen o görünmez “zar”ı delmek kolay değil.
***
mb benim çok değerli bir dostum oldu, oysa “normal” şartlarda tanışma ihtimalimiz pek olamazdı: İki farklı kutubuz: Kendisi ailesiyle kâh Ünye’de kâh Ankara’da yaşayan, dindar kesimden biri; benimse dinle pek ilgim yok ve İstanbul’dayım. Fakat işte, karşılıklı güven oluştu; birbirimizi tanıyor, birbirimizin dilinden anlıyoruz; anlamazsak da birbirimize tekrar tekrar anlatıyor, anlatmaya, anlamaya çalışıyoruz. Hiç anlaş(a)madığımız pek çok konu var elbet, ama zaten birbirimizi kendimize benzetmeye değil, anlamaya çalışıyoruz. Sürekli birbirimizin ezberlerini bozuyoruz… N&C grubumuzun özelliği bu zaten.
Süreç içinde, birbirimizi “kendi” mahallemizdeki dostlarımızla da tanıştırdık, tanıştırıyoruz; bu sayede şahsen çok güzel insanlarla tanıştım, dost oldum.
Derken, 26 Ağustos 2020 akşamı, enerji mimarı Çelik Erengezgin’i, Zoom üzerinden bir konuşma ve söyleşi yapmaya davet ettik.
Bu, bir milat oldu: mb ile artık her cumartesi akşamı bir konferans düzenliyoruz. Burada da işbölümü: Samet Saltı her hafta posterleri hazırlıyor, moderatörümüz Metin Özdemir.
Konuşmacılarımızı çok farklı çevrelerden, görüşlerden davet ediyoruz. Konuğumuz konuşmasını tamamladıktan sonra, sohbet faslı başlıyor: Katılımcılar konuğa soru sorabiliyor, yorumda bulunabiliyor. Bu süreçte şunu gözlemliyoruz: İnsanlarda meğer nasıl bir öğrenme, tanışma, ama asıl önemlisi, konuşma, fikrini dile getirme açlığı varmış! Bu nedenle zaman kısıtı getirmedik; yorum yapanların zaman konusunda otokontrol uygulamalarını rica ediyoruz sadece. Zoom sohbetlerinin bazen sabahın 2’sine kadar sürdüğü oluyor!
Ağustos ayındaki o ilk Zoom konferansımıza yaklaşık 25 dinleyici gelmişti. Aradan 7 ay geçti, katılımcı sayımız artık 80-200 arasında değişiyor. Türkiye’nin dört bir yanından, hatta yurtdışından hiçbir toplantımızı kaçırmayan, Cumartesi akşamlarını dört gözle bekleyen müdavimlerimiz var. Dizi izlemek varken, usanmadan bizim Zoom’larımıza katılıyorlar!
Bu Zoom’larda hep beraber öğreniyor, tartışıyor, düşünüyoruz. Bize göre bu programlarımızın en güzel yanı, konuklarımızın da, katılımcılarımızın da çok farklı görüşlerden, düşüncelerden, inançlardan, eğitim seviyelerinden, siyasi tercihlerden gelmiş, ama hepsinin de öğrenmeye çok açık insanlar olmaları, yoksa niye gelsinler? Bunun bir zenginlik ve hepimiz için çok değerli bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. İlk başlarda “chat” kısmında dönen çok sert tartışmalar olabiliyordu – Kürt meselesi, LGBT, kadın hakları, vb. fay hatları. Şimdilerde, tartışma dilinin ne kadar yumuşadığını fark ediyorum.
Kendimi, herkesin birbirini dinleyip anlamaya çalıştığı bir zemin oluşturma çabasının gönüllü ortağı olarak görüyorum. Bu ortaklık öyle değerli ki!
***
Bir gün Ankara’da, kurucu üyelerinden olduğum, faaliyetlerine severek katıldığım Kadın Dayanışma Vakfı’nca bir otelde düzenlenen kermeste, başörtülü iki kadının Vakıf yöneticilerince çok rencide edildiklerine tanık olmuştum. Vakfın başkanı olan ünlü profesöre bir mektup yazarak itirazlarımı, tepkimi dile getirdim ve açıklama istedim. Cevap alamayınca Vakıf’tan istifa ettim. Bu, benim “öteki” için yaptığım ilk “eylem”di.
İkincisi, çekine çekine, başörtülü kadınların düzenledikleri yürüyüşe katılmamdı. Tek başımaydım; aralarında sessiz sessiz yürüdüm, ama his olarak, yabancı bir “mahallede” olmanın dönüştürücülüğünü, bana ne kadar iyi geldiğini fark ettim.
25 yıl kadar önce oluyor bunlar; bu konuları konuşabileceğim, danışabileceğim, mütedeyyin kesimden tek bir tanıdığım bile yoktu. Nasıl tanışılır, en ufak bir fikrim yoktu.
Derken bir gün, bütün cesaretimi topladım: İş çıkışı sık sık alışveriş yaptığım çorap dükkanında hep ayaküstü merhabalaştığım başörtülü kasiyer hanımı, işi bittikten sonra çaya davet ettim. Kabul etti; böylece aramızda bir dostluk başladı.
Ondan sonra, çorap söküğü gibi, başörtülü kadın arkadaşlarımın sayısı arttı. Ben onları tanıdıkça ezberlerim, önyargılarım eriyip gidiyordu. Bugün, en yakın dostlarımın yarısı mütedeyyin kesimden, diyebilirim.
***
Düzenlediğimiz Zoom konferanslarında dinlediklerimin de ötesinde, ne çok şey öğrendim! Böylesi heterojen bir insan topluluğuyla hiç karşılaşmamıştım: Kentsoylu bir hayattan gelen ben, en “temel veri” addettiklerimin bile hiç de yaygın bilgi olmadığını, yani kendi “normal”lerime göre “bilgisizlik” sayılabilecek durumların gerçekte bilgisizlik değil, “farklı mahalleden” olmaktan kaynaklandığını ve bu durumun tahminlerimin ne kadar ötesinde olabileceğini yeni öğreniyordum.
Bu değerli içgörü sayesinde dilimi sorgulamaya, daha dikkatli ve tartarak konuşmaya başladım. Algılarım açıldı. Buna karşılık benim de başka konulardaki “bilgisizliğim” eminim yeni arkadaşlarımı çok şaşırtıyordu(r).
Düzenlediğimiz Zoom’lar, topluma katkı anlamında, yazdığım yazıların, kitapların ve verdiğim eğitimlerin yanısıra kendimce yaptığım en tatminkâr işlerden biri. Dilerim uzun yıllar bu programları keyifle sürdürürüz.
***
İnsanın kendi ezberleriyle yüzleşmesi kadar özgürleştirici bir duygu olamaz. Sanki birtakım zihinsel prangalardan kurtuluyorsunuz; dünyanız değişiyor.
Şurası kesin: En ilginç insanlar, sizden tamamen farklı olanlardır; benzerlerinizden genelde ancak, inançlarınızı teyit edici şeyler öğrenebilirsiniz.
Tabii ki bir dönüşüm yaşıyorsunuz. Kendi çevrem benim bu ahbaplıklarımı yadırgıyordu; dostlarım arasında bana küsenler bile oldu. Bir yakınım bir gün yarı kızgınlık yarı korkuyla, “bu gidişle seni bir gün kara çarşaf içinde göreceğiz!” demişti.
Korkular bilmemekten kaynaklanır, ama tanıma gayretiyle aşılabilir. Çoğumuz kendi konfor alanımızın sınırlarını zorlamaktansa rehaveti, mahallemizden - ezberlerimizden çıkmamayı tercih ederiz; öylesi daha kolaydır, daha rahattır. Çünkü ezberlerimizi tanırsak, kendimizi de tanımış olacağız ki bu, çok değerli bir kazanım olduğu kadar, riskler de barındırır: Hayatımız boyunca sıkı sıkıya sarıldığımız sapasağlam direğin gerçekte kof olduğunu öğrenmek, travmatik olabilir. Ama işte, ancak böyle özgürleşebiliriz. Nihayetinde, hayatımız boyunca yanımızda taşıyacağımız tek kişi, kendimiziz.
Kolay değil, küçüklükten itibaren sarıldığımız ezberlerden vazgeçmek, çünkü onlar kimliğimize dönüşmüştür, dolayısıyla birileri ezberlerimize laf ettiğinde, kimliğimize, özümüze saldırılmış gibi hissederiz. En çok böyle zamanlarda öfkelenmemiz, bu yüzdendir: Ezberler akılla değil, duyguyla alakalıdır.
Bu nedenle, “öte mahalleye” gitmeye, veya mahalleler arasında köprü kurmaya yeltenenlere karşı çıkanlar da mutlaka olacaktır.
Bu dirence aldırmamak gerek.
***
23 Mart 2021’de, N&C whatsapp grubu, birinci doğumgününü kutlayacak!
Şu bir yılda, Türkiye’deki ayrımcılıklar konusundaki bilincim daha da arttı. Kürtler, Romanlar, Aleviler, gayrimüslimler, tabii ki kadınlar… Bu ülkede Türk-Sünni-Hanefi ve erkek değilse, ayrımcılığa uğramayan yok gibi.
N&C üzerinden haberdar olduğum, Emek ve Adalet Platformu’nun “Müştereklerimiz” atölyelerine katıldım; oradan da bana farklı dünyalar açıldı. Romanlarla tanıştım; Türkiye’de Roman olmanın ne anlama geldiğini halen de öğrenmekteyim.
Benim açımdan en inanılmaz olanı: 21 Şubat 2021’de GençSaadet Çorum beni “Ezberlerimiz” konusunda bir konuşma yapmaya davet etti! Kendi mahallemden gelecek hiçbir davet, beni bu kadar onurlandırmazdı!
Aralık 2020’de online Kürtçe kursuna başladım. Niçin mi? Çünkü Kürtler Türkçeyi öğrendilerse, benim de karşılığında onların dilini öğrenmem, saygının gereği değil midir? Türkiye’de en çok konuşulan ikinci dili öğrenmekten doğal ne olabilir?
***
Hayatta “ben” olmak, yani Türk ve Müslüman olmak dışında milyonlarca “ben” olma biçimi var şu yerkürede; hiçbiri de diğerinden üstün değil.
Birbirimizin üstündeki etiketi sıyırıp altındaki insanla gerçek anlamda tanıştığımızda, ne çok ortak değer olduğunu görürüz. İnsanların çoğu iyidir.
Sorunların akılla çözümlenebileceğini görürüz. Dinlemeye başlarız. İşbirliği yapabilir, sıkıntıların üstesinden beraberce gelebiliriz.
En önemlisi, çatışmaya ihtiyaç olmadığını kavrarız.
Kendimizden farklı olanla yakınlaştığımız oranda, insanların siyah beyaz olmadığını gördüğümüz oranda, onlara merak ederek, tanıma arzusuyla yaklaştığımız oranda, yapılan her haksızlıkta kimliğine hiç bakmaksızın mazlumla dayanıştığımız oranda kendimize, içimizin özüne de o oranda yakınlaşırız.
İşte o zaman hayat bir çatışma alanı olmaktan çıkarak, yudum yudum tadı çıkartılacak bir keşif yolculuğuna dönüşebilir.
Bu keşif yolculuğunun kapısını daha çok kişiye açmak için daha çok çabalamak gerekiyor. Daha öğrenecek ne çok şey var.
[1]Adalet zemini, kutuplaşma, kavga, karmaşa ve şiddetin hâkim olduğu bir ortamda, farklı kesimlerden, farklı kültürel arka planlara sahip insanların ‘adalet zemininde’ buluşmak, barışı ve giderek daha da görünmez hale gelen sağduyuyu / hakkaniyeti aramak üzere bir araya geldiği bir platformdur (http://adaletzemini.org/biz-kimiz/)
Çok güzel yazmışsınız, zevkle okudum. Sizin gibi insanlar hep olsun çok olsun inşallah. N&C nin doğum günü kutlu olsun, nice güzel yıllara. Keşif yolculuğunuzda yolunuz güzel insanlarla kesişsin
Misafir