İnsanlık büyük ölçüde hâlâ emekleme çağında. Büyük insanlık ailesi ilmî, siyasî ve kültürel bir gecikme hâli yaşıyor. Takvimin kopan yaprakları çoğaldıkça ilkellik; çamur tarafına değen ahmaklık belirginleşiyor.
Tarihin her döneminde ayağı keşfedip yürümek için
“ayağa kalkmaya” çalışanlar oldu.
Çamurdan arınmaya çalışanlar.
İnsan, mayasındaki çamurdan arınmaya çalışandır!
İnsan, ayağını keşfeden ve ayakları üzerinde durandır.
Fakat her ayağa kalkan, çamurla hesaplaşmayı göze alan, estetik ve anlam hattını tahkim eden insan, kalabalıklarca “anormal” görüldüğü için taşlandı.
Kalabalıklar, sırf kalabalıklarını ölçü kabul ettikleri için “ayağa kalkanlarla” kavga eder, onları recmederler.
Oysa reciym olan evrensel kötülüktür. Reciym olan, kuşları kafese tıkmaktır. Ateşi söndürmek, çocukları ağlatmak, süte su katmak, sert olduğu hâlde “ğ” harfine yumuşak demek, insanları ten rengine göre tasnif etmektir.
Oysa reciym olan, sınırlar çizmektir; sınırlamaktır toprağı.
Kabile bayraklarını mabetlere asmaktır. Firavunun piyadesi olmaktır. Mideyi insanlığın gözyaşlarıyla, açlıkları ve tanrılarıyla doyurmaktır. Hapishaneler, tımarhaneler ve hastaneler inşa etmektir reciym olan. Çünkü hapishane suçlu üretir; hangi eylemin suç kabul edilmesi gerektiğine “hapishane sahibi” karar verir. Ve peygamberler ile filozoflar tek kişilik hücrelerde çürütülürler.
Tımarhane, bir utanç vesikasıdır. Kendisini merkeze koyan göbekli, kendince akıllıdır. Delilik izafilikten ve çıkardan, hatta alçaklıktan yaratılmıştır. Aklını şehvetine kurban edenler, çoğunluğu ellerinde tuttukları için aklını egemen kılıp çamura meyletmeyen, tenezzül etmeyen yüksek kavrayışları deli diye damgalar ve kol gücüyle tecziye ederler. Deli gömleği beyazdır ve peygamber beyaz giyerdi. Sokrates idama giderken ütüsüz beyaz bir entari giymişti.
Hastane ve hastalık modern bir problemdir. Yeryüzü ölçeğinde hiçbir hastane sağlığa hizmet etmez. Hastane, zaten ölecek insanı yaşarken sorgulamasın diye iptal etme hizmeti sunmak için iyi düşünülmüş ve üretilmiş komplike bir mühendislik eseridir.
Reciym olan okuldur. Sistemdir, çalışmaktır, fabrikadır; hayatı kolaylaştırmaktır. Hız, farklılığın, özgürlüğün, özgüllüğün, renkliliğin, mahremiyetin, barışın, güvenliğin, güzelliğin, canlılığın düşmanıdır.
Reciym olan betondur. Gökdelendir. Uçaklar ve gökten yağdırılabilen bombalardır.
Taşlanması gereken, büyük tanklar ve kitle imha silahlarıdır.
Ama cehalet bunları değil, iyi olanı taşlar;
Taşlanmayan hiçbir peygamber, filozof, âlim, aydın ve entelektüel yoktur.
Cahiller tarafından taşlanmak, peygamberliğin ve aydınlığın gerek şartıdır. Peygamberlik ayağa kalkmaktır. Zaten öyle dedi Peygamber: “Ben kıyametim, sizi ayağa kaldırmaya geldim!”
Ayağa kalkmak, okumakla mümkün olur; görmekle ve akletmekle.
Şark toplumlarının okuma usul mesnedi lirizmdir. Hatta pastoraldır; lirik ve pastoral. Duygusaldır. Salt duygusal zeka medeniyet kuramaz; analitiğe ihtiyaç duyar.
İlkel, etnik, mezhebî her türlü asabî yaklaşım, vâkıanın anlaşılmasından çok propagandasına yarayacaktır.
Karanlığı ve emeklemeyi aşmak için ödünç usuller almalıyız; mesela modern veya postmodern dönemleri “ilerleten” pozitivist metodolojiyi.
Çünkü pozitivist yaklaşım, sosyal bilimlerin de aynen doğa bilimleri gibi duygulardan arınarak açıklanması gerektiğini salık verir ki bu bazen, belki çoğu zaman, analizin adil olmasını sağlar. Analiz, analitik ve ampirik olduğu ölçüde kıyama hizmet eder.
Doğu, tarih okumalarını mitolojik, fantastik, en fazla mistik zeminde yaptığı için anı ve geleceği, ufkunu üretemiyor. O zaman çok okumak, çok tekrar etmek, birbirinin aynı nakilleri ezber etmekten sıyrılıp “nasıl okumak” sorusuna sığınalım!
İbrahim Peygamber soylu sorulara, insanlığın selameti olacak sorulara sığındığı için ateş onu yakmadı. Soru(n) üretemezsek ateş bizi yakar, kül eder! Hem şu yaşadığımız hâl esasen bir yanma hâlidir!
Sorularımız su olmalıdır!
Misafir