Yazarımız Barış Aktivisti Gülayşe Koçak’ın Enternasyonal Dayanışma’nın “Barış aktivistleri tarihi çözüm girişimi için ne diyor?” serisi kapsamında paylaştığı görüşlerini aktarıyoruz:
“Geçmişte yaşanmış acılar nedeniyle bazı insanları toptan “öteki” olarak görmek ve bu insanları, kendi seçimleri olmayan kimlikleri yüzünden etiketlemek ve onlara antipatiyle bakmak, büyüklerimizden bize miras kalmış bir alışkanlık. Bizden önceki kuşaklar dünya üzerindeki etnisitelerin, milletlerin, ülke sınırlarının insan icadı olduğunu unutur, mutlak olduğu zannına kapılırlardı.
Kibirli ve kendini diğerlerinden üstün gören yaklaşımı da eskilerden öğrendik. Onlara göre hayat sanki bir savaş alanıydı; ya siyah ya beyaz. Bir taraf kazanmak, diğer taraf kaybetmek zorundadır. Sorunları çözmeye çalışırken süreç odaklı değildiler; sonuç odaklıydılar.
Bu düşünme kalıpları çocuklukta eğilimlerimizi şekillendirdiyse de, bize dayatılmış çatışmacı değerleri yetişkin bireyler olarak artık kabul etmek zorunda değiliz; reddedebiliriz.
Bize böylesi öğretildi, ama gerçekte biz kimsenin ne üstünde, ne altındayız. Reddedebileceğimiz ilk düşünce, başkası üzerinde hakimiyet kurma fikri, olabilir.
Türk ve Kürt; güzel ülkemizi onyıllardır kuşatan bu zehir bütün tarafları acılaştırsa da, alışkanlıkların “güvenli” alanından dışarıya adım atmak ve acıların tekrarlanmaması için çözüm üretmeye çalışmak kolay değil. Refleks haline gelmiş, geçmişin travmalarını sürekli yeniden üreten yaklaşım, barışın önündeki en büyük engellerden biri. Akıntıya direnmek, öğrenilmişleri reddetmek fazladan çaba gerektirir. Bu gayreti göstersek bile kendimizi yine kontrolsüzce sürüklenir halde bulabiliriz.
Bu açıdan, barış için atılan her adım, en küçük adım bile süreç açısından çok kıymetli. Adımı kimin attığının zerrece önemi yok; o eli hemen sımsıcak kavramak, o adımın karşılığını vermek gerekir, çünkü iki tarafın eşit şartlarda olmadığı bir savaşsızlık hali, güçlü tarafça “barış” olarak tanımlansa da barış, ancak eşitler arasında olabilir.
Yol dikenli olabilir. Barış sürecinin her tökezlemesinde gerek çevremiz gerek sosyal medya, her zaman bize geçmişte “karşı taraf”ın yaptıklarını hatırlatacak, gönlümüze göre bir günah keçisi sunacaktır. Kendimizi yine bu tartışmanın ortasında, yine sürüklenirken bulabiliriz.
Ama artık olgun yetişkinler olarak hâlâ eskileri taklit etmek yerine küçüklere, gelecek kuşaklara bırakacağımız yeni mirası düşünme vakti geldi. Düşmanlık zehriyle boğmak yerine şu kısır döngüyü kıran, evlatlarına “detoks”tan geçmiş bir gelecek bırakan kuşak, biz olmalıyız! Çocuklar şiddeti değil diyaloğu, ölümü değil hayatı tanısınlar, nefes alabilsinler!
Barış arayışının güçlü bir reflekse, hayat tarzına dönüştüğü bir Türkiye miras bırakalım onlara…”
Misafir