21 Aralık 2024


Rahibeler, Mızıkçı Kabadayılar, Kayyımlar



Gülayşe Koçak

A- A+

Çocukluğumun 7 yılı, babamın memuriyetinden dolayı Kopenhag’da geçmişti. İlkokulu ve ortaokulun bir kısmını Katolik rahibelerin ders verdiği, yarı manastır bir kurumda okudum. Okulun tek Türk ve tek Müslümanıydım.

Bu yıllar boyunca hep ayrımcılığa maruz kaldım. Herkes has evlat, ben üvey evlat. Nerede faili meçhul bir suç işlense, masum da olsam suçlanan ben olurdum.

Rahibeler (tabii ki istisnalar da vardı) beni cezalandırmak için vesile ararlardı. İtip kakmaları saymıyorum bile, ama tek bir örnek vereyim: İlkokul ikinci sınıftayım; çok önceden yapılmış sudan bir yaramazlığımı bahane ederek, aylarca provasını yaptığımız yılsonu gösterisine bile çıkmaktan son anda, üstelik tam hepimiz heyecan içinde sırayla sahneye pür neşe çıkarken, menetmişlerdi beni. Üstümde sahnedeki rolüm için annemin hazırladığı giysi, tam sahne merdiveni başında, bir el tarafından hoyratça kolumdan çekilmiş ve bir kenarda büzülmüş halde, sahnedeki arkadaşlarımın gösterisini izlemek zorunda bırakılmıştım. Bu, sadizm değilse nedir?

Dahası, rahibeler sınıf arkadaşlarımı da adeta iş birliğine teşvik ederlerdi. Arkadaşlarımın çoğu bana karşı önyargılı olduğundan evlerinde kutlanan doğum günü partilerine çoğunlukla davet edilmezdim. Sürekli dışlanırdım.

Yine de bütün insanların aslında “iyi” olduğuna dair garip bir inancım vardı. Daha doğrusu, adalet bilgisinin ve duygusunun aslında herkeste var olduğunu, kötülük yapanların kötülük yaptıklarının farkında olmadığını, sadece uyarılmaya ihtiyaçları olduğunu düşünürdüm, yoksa kişi bile bile neden kötülük yapsın?

Rahibelerin bana yaptıkları sizi kızdırdı mı? İçiniz umarım isyan duygularıyla dolmuştur, yoksa bu yazıyı okuduğunuza zaten değmez. Şahsen 1960’lar Kopenhag’ındaki çocukluk yıllarımı, hayatımın karanlık “orta çağ” yılları olarak hatırlarım hep.

Sonraları başka coğrafyalarda da şunu fark ettim: Oyun oynarken ara ara bir kabadayı, bir mızıkçı çıkar ortaya; oyunu hakkınızla kazansanız bile kazanmanızı sağlayan hamleniz ya görmezden gelinir ya da aniden oyunun kuralları değiştirilir ve siz kendinizi kenara itilmiş ve oyunu kaybetmiş halde bulursunuz (belki de daha ziyade kızlar yaşarlar bu durumu).

Ne fena, değil mi?

Evet fena, ama rahibelerin yaptığının aynını Kürtlere yapıyoruz. Kürtlere yapılanlar zihnimde sürekli çocukluğumu ve o yıllarda yaşadığım, adalete sığmayan davranışların içimde uyandırdığı isyan duygusunu hortlatır.

Dahası, Türk olduğum için hiç istemediğim halde kendimi bir anda o zalim rahibeler konumunda bulurum ve bunun suçluluğu ruhumu kemirir.

Ne yapıyoruz biz Kürtlere yıllardır? Sırf Kürt doğdular diye insanlara böyle zulmetmek nasıl bir akıl tutulmasıdır, nasıl mazur görülür? Hâlâ eminim ki bile bile kötülük yapmayı hiç kimse istemez, ama işte, beni temsil eden devletim, beni Türk olmam hasebiyle mızıkçı ve hak yiyen konumuna sokuyor! Ben kendimi bu konumda görmek istemiyorum!

Sevgili devletim, ne olur iyiliği, güzelliği temsil et, ben de kimliğimle barışık olayım!

Belli bir ırk veya etnisite mensubu olmayı başkasından üstün görmeyi içimize hakikaten sindirebiliyor muyuz? Yani duygulardan söz etmiyorum, mantıken sindirebiliyor muyuz?

Akıl var, izan var; hâlâ 5 yaşında çocuk muyuz biz? Haydi ben diyelim dinle pek alakası olmayan biriyim; ya Türkiye’nin geri kalanı? Bu ülkede dini inançları olan insanlar çoğunlukta. Dinde “insanları tek tipleştireceksiniz” diye bir hüküm var da benim mi haberim yok? (Tam tersine, Google’da cahilane bir araştırma yaptım, dil ve her konuda renk çeşitliliğine dair kaç ayet çıktı karşıma!)

Ziyaretler: Mardin

9 ve 10 Aralık 2024’te sanatçı, yazar, gazeteci ve birçok farklı kesimden arkadaşlarımla, kayyım atanan Mardin ve Batman illerini ve oranın seçilmiş, yani gerçek Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanlarını; Mardin’de Ahmet Türk ve Devrim Demir’i, Batman’da da Gülistan Sönük ve Yeşil Işık’ı ziyaret ettik. Ziyaretimizin amacı, onlarla olan dayanışmamızı ifade etmekti. (Basın açıklamamızı ve ziyaretçiler listesini yazımın sonunda bulabilirsiniz).

Çocukluğumda rahibelerin nezdinde benim suçum Türk ve Müslüman olmaktı; sürekli bundan dolayı cezalandırılıyordum. O küçük yaşımda bile bunun ne büyük bir saçmalık ve adaletsizlik olduğunun farkındaydım.

Kayyım da ortada herhangi bir suç veya yolsuzluk olduğu için atanmıyor; kayyım, sadece ve sadece bu insanlar Kürt olduğu için atanıyor çünkü “Ben Türk’üm!” diye canhıraş haykırmayan herkes bastırılmak ve onlara berbat bir hayat yaşatılmak isteniyor. Formül bu kadar basit ve yalın.

Bunun mantığı var mı? Belki 5 yaş için vardır. Benim için yok.

Mardin’de belediye harcamaları bahane edilmiş. Oysa HDP belediyeciliğinde 7 ayda 1 milyon TL harcanırken, kayyım 7 ayda 10 milyon TL harcamış. Bahaneler, bahaneler…

Ahmet Türk’ün geçmiş davaları bahane ediliyor, oysa sonraki yıllarda hep takipsizlik kararları verilmiş, davalar düşmüş. Başka şeyler bahane ediliyor, masumiyet karinesi sürekli hiçe sayılıyor.

Çocuk mu kandırıyorlar?

Rahibenin veya o mızıkçı kabadayı çocuğun umurunda mıdır durumun hakkaniyetli olup olmadığı? O zaten dövmeye niyetli, çünkü o bir Türk… pardon, Kürt.

“Ben istenmiyorsam istifa edeyim, Belediye Meclisinden birini seçin” diyor Ahmet Türk…
Ama mızıkçı onu dinler mi? Oyunun kuralları, hukuk mukuk umurunda mıdır?

“Biz Kürtleri korumanızı, savunmanızı istemiyoruz. Ama devletin yürüttüğü siyaset, devletin de aleyhinde; bunu anlatmak lazım” diyor Ahmet Türk.

Bence de anlatmak lazım. O mızıkçı çocuğu birileri uyaracak olsa mesela, aslında ona iyilik etmiş olur, değil mi? Çünkü birileri uyarmazsa o mızıkçı çocuk hakkaniyetli olmaktan, ahlaktan uzaklaşarak zamanla giderek belki adalet duygusunu tamamen yitirir. Tavlada, kızma biraderde, satrançta kaybedeceğini anladığı an, bir el hareketiyle taşları sağa sola dağıtıp savuran şımarık oğlan giderek hoyrat, asık yüzlü bir despota dönüşür ve etrafına zarar vermeye başlar. Her şey bir yana, kendi de sürekli huzursuz ve mutsuz olur.

Nitekim işte: Kürtleri Türklerle eşit vatandaş saymamanın 40 yıllık bilançosu, 100,000 ‘den fazla ölüm (asker, sivil, militan, polis) ve 3 trilyon dolar. Bu çocuğa dur demek, kendine gel demek, yahu canım ülkemizi mahvediyorsun demek, birbirimizi artık üzmeyelim, keyfimize bakalım demek gerekmez mi?

Mardin’de Kadınlar

Rahibeler sınıfta nedense hep oğlanları kayırırlardı. Onlara söz hakkı verirler, parmak kaldıran kızları olabildiğince görmezden gelirlerdi.

Mızıkçılar ve kabadayılar da kızları oyuna almak istemezler; kızlarla en iyi ihtimalle dalga geçerler. Vurdulu kırdılı şeyleri tercih ederler. Kızları dışlarlar.

Çok ilginç: Gerek Mardin’de gerek Batman’da gerekse Van’da (daha evvelki çeşitli temaslarımdan dolayı biliyorum) kayyımlar için kaç kişiden kadın düşmanı tanımlamasını duydum.

Mardin’de 8 yılda, meslekî kursların verildiği, şiddet dahil, kadınların çeşitli sorunlarına çözüm üretildiği Kadın Merkezleri açılıyor. Kayyım gelir gelmez ilk iş bu merkezleri işlevsiz hale getiriyor, mekânları kendi yandaşlarına dükkân ve spor salonu olarak kiraya veriyor. Müthiş bir işçi kıyımı yaşanıyor ve işten atılanlar çoğunlukla kadınlar; kimileri başka hiçbir geliri olmayan derin yoksulluk halinde kadınlar.

Derken kayyım gidiyor; Kadın Merkezlerini yeniden işlevsel hale getirmeye başlıyorlar: Dijital pazarlama, kooperatifçilik gibi çeşitli eğitimler… Kadınlar öylesine derin yoksulluk içindeki otobüse binecek, yani eğitime gelmek için evden çıkacak durumda değiller. Belediye Jinkart (kadın kartı) çıkartmaya girişiyor.

Kayyım gelir gelmez ilk işi Jinkart’ı durduruyor; dahası, şiddeti önlemek için alınan bütün önlemleri sonlandırıyor. İlk saldırdığı, kadın kazanımları oluyor: Kadınlara kahkaha atmak, yüksek sesle konuşmak, kot pantolon giymek, renkli ayakkabı yasaklanıyor.

Tüylerim diken diken: Rahibeler de kahkaha sesi duyunca yüzlerini buruştururlar, herkesi küçük sesle konuşmaya, hatta tercihen hiç konuşmamaya zorlarlar, saça, renge, kılık kıyafete karışırlardı. Maksat hizaya sokmak olunca nefes alabildiğinize şükredersiniz. Kayyım, kadın istihdamı için de tabii ki hiçbir şey yapmıyor.

Batman’da Kadınlar

Batman’da Belediye’nin ceza yemesi, 8 Mart Kadın çalışmaları nedeniyle oluyor. Ayrıca kayyım, eş başkanlık sisteminden de rahatsız – kadınla erkek eşit olur mu?

Belediye’nin kadınlar için kurduğu merkezleri kayyım işlevsiz hale getirip erkeklere devrediyor. Mağdur kadın merkeze değil de karakola gidecek olsa, şiddet gördüğü ortamın kutsanmasıyla karşılaşıyor.

Türkiye’nin temel kadın sorunları malum: Erkek şiddeti, tecavüz, yoksulluk, hatta ensest…

Batman’ın da seçilmiş Belediyesinde kadın çalışan sayısı erkek sayısından çok iken, kayyım buna derhal son veriyor: Kadın Politikaları Müdürlüğü’nde bile kadın oranı, %10’a düşürülüyor. Artık ancak eril akıl ile sorunların yürütülmesine izin var.

Sürekli ve her yerde şiddet gören Batman kadınını korumak için istihdam edilmiş kadın hukukçuların hepsinin iş akdi feshediliyor. Kayyım, tasarruf politikalarında kadın’dan kısıyor. Örneğin, seçilmiş Belediye doğum iznine 8 hafta eklemişken kayyımın ilk işi bunu feshetmek oluyor.

Halk

Seçilmiş Belediye, kadın, çocuk ve engellilerin sorunlarına öncelikle eğiliyor. Örneğin, engellilere, neye ihtiyacınız var? diye soruluyor. Alınan cevaplar doğrultusunda bütün otobüs şoförlerine sağır-dilsiz eğitimi veriliyor. Trafik lambaları / sinyalizasyon sistemi Türkçe ve Kürtçeye dönüştürülüyor.

Dahası, haftanın 2 günü, 2 saat halk toplantıları düzenleniyor Belediye binasında. Evinde suyu akmayan bile rahatça gelerek derdini anlatabiliyor. Rahatlayan halk, Belediyeye kendiliğinden tıpış tıpış gelip, yıllardır birikmiş su borçlarını ödüyor.

Ancak kayyımın gelmesiyle her şey değişiyor (yine aklım rahibelere gitti!). Kayyımın bütün yardımcıları erkek (şimdi de çocukluğumun kabadayı oğlanları geldi gözümün önüne!) ve eş başkanlık sisteminin sona ermesiyle birlikte, Belediyede tek erkek aklı hakim kılınıyor: Kayyım vicdanı, kadın-erkek bir arada huzur içinde yaşamayı önemseyen bir halk fikrine karşı.

Kayyım hem resmî devlet ideolojisini hem de erkek egemen zihniyeti temsil ediyor.

Biat eden bir halk isteniyor. Her şey, ancak kayyım lütfederse hak olabilir diye görülüyor.

Oyunun Kuralları

Çocukluğuma dönecek olursam:

Rahibeler benimle uğraştıkça, hayatımı cehenneme çevirmeye çalıştıkça karşılığında ben de onları uğraştırıyordum. Yaptıkları haksızlıklarla, ayrımcılıklarıyla, rahibeler beni sürekli isyan halinde, huzursuz, yerinde duramayan bir çocuğa dönüştürmüşlerdi. Türlü çeşitli yaramazlıklarla onları kızdırmaya, işlerini zorlaştırmaya çalışıyordum. Şimdi yetişkin olarak geriye baktığımda bu kadınların pedagojik cehaleti beni şaşırtıyor. Haydi, sizleri kırmayayım, yaramazlıklardan birini itiraf edeyim: Bir defasında rahibelerden birine bir soru soracağım; kadının arkasında duruyordum, kendisine seslendiğimi duymadı. Ben de önüne geçip yüzüne bakarak sorumu sormak yerine, dikkatini çekmek için arkadan beline kadar uzanan başörtüsünü hafifçe çekmiştim -bu çekişte belki bir sinsilik de vardı- ama maalesef, hiç planlamadığım halde, çekmemle birlikte kadının saçının ortaya çıkmasına neden olmuştum!

Rahibeler beni şikâyet etmek için zavallı babamı sürekli okula çağırıyorlardı. Ama bu işler işte böyle oluyor: Gücü elinde bulunduranlar sizi sürekli ezmek istediğinde siz de sonunda karşılık veriyorsunuz, yoksa kişiliğinizi yok edecekler.

Kürtlerin demokrasi inancıyla sandığa giderek verdikleri oyları hiçe sayan, oyun’un ortasında keyfince kuralları değiştiren bütün bu mızıkçı, kabadayıca, haksızca kayyım politikaları ile Kürtleri sürekli zorluyorlar; Kürtlerin kendi deyişleriyle “vandallık ile pasifizm” arasında tercih yapmaya zorluyorlar.

Rahibeler, haftalar önceki ufak bir yaramazlığımın cezasını vermek için okulun son gününü, en heyecanlı günü, arkadaşlarımla birlikte sahneye çıkacağım günü beklemişlerdi. Böyle bir cezayı hiç hak etmiyordum, ama zaten amaçları hakkaniyetli davranmak değil, beni hırpalamak, üzmekti. Beni cezalandıracaklarını en baştan biliyorlardı.

Kürtlere, sabırlarına, demokrasiye inançlarına hayranım: Onlar sanki bilmiyorlar mı, muhtemelen kayyım atanacağını? Buna rağmen sisteme küsmüyor, ısrarla sandığa gidiyor ve oy veriyorlar. Bu inanç insana nasıl dokunmaz? Bundan insan nasıl etkilenmez?

Devlete gelince: Kayyım atanacağı zaten baştan bilindiğine göre, bari oyunun kurallarını geçerliymiş gibi göstermeyin. Baştan ilan edin: “Bu ülkede Kürt ‘kardeşlerimiz’ zahmet edip sandığa gitmesinler çünkü zaten oylarınız sayılmayacak, çünkü biz demokrasi gibi saçmalıklara inanmıyoruz”. Açık açık böyle söylenirse en azından Türk-Kürt hepimiz nerede yaşadığımızı daha da iyi anlar, sandığa gitmeye belki hiçbirimiz zahmet etmeyiz. (Bu arada, kardeş falan da olmayalım. Bu tür kardeşlikte bir abi bir de kardeş vardır; kimin abi olacağı da belli zaten. Eşit vatandaş olalım lütfen).

Kaldı ki, diyelim ki Belediye Başkanı yolsuzluk yaptı. Cezanın şahsiliği nerede kalıyor? Belediye başkanı suç işlediyse hukuk onu şahsen cezalandırır; koskoca şehirlerin insanlarını cezalandırmak nasıl bir mantıktır?

Çünkü onlar Kürt!

Peki ama neden?

Neden?

Kayyımları atayanlar Kürtler’i soyut bir kavram olarak değil de anneli babalı, nineli çocuklu, bebekli, hislere sahip, duyarlı, üzülebilen, acı çekebilen, sevinç duyabilen birey ve aileler olarak düşünseler acaba bir şey değişir mi? Rahibeler neden beni üzmek, ezmek istiyorlardı? Neden bana düşmandılar? Kötü insan gibi davrandıklarını fark etmiyorlar mıydı? Bir insan neden başkasını üzmek ister? Neden -kendi evlatlarının hayatını kaybetmesi pahasına bile olsa- başkasının hayatını cehenneme çevirmek ister?

Son yıllarda dostlarımla güzel kutlamalar için değil, ancak protesto hakkımızı kullanabilmek amacıyla bir araya gelebildiğimizi fark ediyorum. Bu dostlarımla edebiyat, sanat üzerine, müzik üzerine, güzellikler üzerine konuşabilmek, suçluluk duymadan kahkaha atmak isterim; bunu öyle çok özledim ki!

Sevgili devletim, hepimizi şaşırt: Bu güzel coğrafyanın bütün insanlarını eşit vatandaş kıl; ileride tarih kitaplarında, çığır açmış kahramanlar olarak güzel anıl! El alem de bize bakarak “Vay be; dünya kaos halindeyken Türkiye’de inadına ne güzel işler olmaya başladı” desin…

Ekler:

Mardin ile Batman Ziyaret Heyetinin Basın Açıklaması

Rızamız Yok, İtirazımız var

Bundan sekiz yıl önce, ülkenin gidişatından, haklarımızın gaspından, barış ve kardeşliğimizin zedelenmesinden kaygı duyan yurttaşlar olarak ülkeyi yönetenlere şöyle seslenmiştik:

“Bu toprakların ortak sahibi olan bizler; Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Laz, Arap, Çerkez, Roman, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Süryani, Ezidî, Sünni, Alevi, inançlı, inançsız bütün yurttaşlar rengârenk çeşitliliğimizle bu vatanın çocuklarıyız.

Kadın erkek, genç yaşlı hepimiz, birlikte mutlu olmayı dileyen vicdanlı, iyi insanlarız. Hangi kesimden, hangi görüşten, hangi siyasî gelenekten, hangi bölgeden olursak olalım inançlarımızı, dinimizi, dilimizi, kimliğimizi, kültürümüzü barış ve huzur içinde yaşamak istiyoruz.

Anayasal haklarımızın engellenmesini, siyasî tercihimizin hiçe sayılmasını, seçtiklerimizin görevden alınmasını, kayyım atamalarıyla irademize ipotek konmasını istemiyoruz.

Düşmanlaştırılmak istemiyoruz. Kadına, çocuğa şiddet, taciz, tecavüz, kadın cinayetleri, ayrımcılık istemiyoruz.

Bu ülkeyi yönetenler!

Sizler, biz yurttaşları barış, güven, huzur içinde yaşatmak için seçildiniz. Bizleri, kin ve nefret sözleriyle ayrıştırmayın, hakka, hukuka olan inancımızı yok etmeyin. Bilin ki; bu gidişata rızamız değil, itirazımız var.”

Yoğunlaşan kayyım uygulamaları kaygılarımızın ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Bugün, millî irade sözcüğünü ağızlarından düşürmeyenler milyonlarca yurttaşın iradesini hiçe sayarak kayyım atanan illerin, ilçelerin, bölgenin seçmenine, “Sizi milletten saymıyoruz,” diyorlar. Adalet duygusunu zedeleyen keyfî uygulamalarla demokrasiye, iç barışa darbe indiriyorlar.

Hatırlatmak isteriz ki kayyım sadece bir idarî karardan ibaret değildir. Kemirile kemirile yok edilen demokrasinin, son kalan gereklerinden biri olan sandığa da kilit vurulmasıdır.

Bizler; barış, adalet ve millet iradesine saygı isteyen yurttaşlar adına buraya antidemokratik, keyfî kayyım siyasetine “Rızamız yok, ” demeye, iradeleri gasp edilenlere dayanışmamızı iletmeye geldik.

İktidarı kayyım uygulamalarından vazgeçmeye, tüm siyasî aktörleri de kayyım siyasetine ama’sız, fakat’sız karşı çıkmaya çağırıyoruz.

Burada bir kez daha tekrarlıyoruz. Halkın iradesine ve demokrasiye karşı kayyım uygulamalarına “Rızamız yok, itirazımız var.”

İmzacılar ve Mardin ile Batman Ziyaret Heyeti                                            

Ali İhsan Dinçer, Ayşe Erzan, Ayten Yıldırım, Berrin Sönmez, Binnaz Toprak, Celal Korkut Yıldırım, Ekrem Baran, Enes Atila Pay, Erdoğan Aydın, Fazıl Alp Akiş, Gülayşe Koçak, Gülseren Onanç, Gürhan Ertür, Hacer Ansal, İslam Özkan, Mehmet Altan, Mehmet Saltoğlu, Murathan Mungan, Nesrin Nas, Nilay Akgün, Nurcan Baysal, Nurten Ertuğrul, Orhan Alkaya, Orhan Silier, Oya Baydar, Ömer Faruk, Tatyos Bebek.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır