
Çözüm Süreci’ni en başından itibaren desteklediğimi ve olumlu sonuçlanmasının ülkemiz ve insanlarımız için hayati derecede önemli olduğuna inandığımı takipçilerim çok iyi bilir.
İdeolojik muhalefet, sert eleştiriler, tepkiler veya aşırı talepler ve söylemler sürecin önemini ve anlamını olumsuz etkilese de kişisel olarak tarafların mutabakata bağlı kaldıklarını düşünüyorum. Örgütün “ikinci aşama” olarak tanımladığı “geri çekilme” kararı da önceden kamuoyuyla açıklanmamış olsa da mutabakatın gereği olarak yerine getirildiği kanaatindeyim. Bu bağlamda, “yeni bir gelişme” olarak değerlendirilen “geri çekilme” kararı son derece önemlidir. Bu adımla PKK, üzerine düşeni yapmaya devam ettiğini de göstermektedir.
Kişisel olarak, devlet tarafının da Abdullah Öcalan’la vardığı mutabakatın gereğini yapacağını düşünüyorum. Mutabakatın ilkleri ve yol haritası kamuoyuyla paylaşılmadığı için atılan bazı adımların bizi şaşırtması normaldir. “Geri çekilme” kararı da bunlardan biridir. Bu nedenle aşırı talepler veya tepkiler, politik ve hamasi söylemler bizi yanıltmamalıdır. Esas olan bu söylemler değil, mutabakat ilkeleridir.
“Geri çekilme” kararı öncesi bizlerin/kamuoyunun bilgisi olmaması anlaşılır bir durumdur ancak DEM Partisinin söylem ve talepleriyle çelişmesi şaşırtıcıdır. Muhtemelen kendi tabanını konsolide etmek için hamaseti ve taleplerini ileri seviyede tutmayı politik bir strateji olarak benimsemektedir. Bu tutumu da hakikat bağlamında değil, güncel politika bağlamında değerlendirmek gerekir.
--
Yeni gelişmeyi, taraflar arsında varılan mutabakat gereği olarak atılmış önemli bir adım olarak görüyorum. Umarım yeni adımlar da arka arkaya gelir. Kişisel olarak atılacak adımların artık yasal düzenlemelerle inandırıcı ve bağlayıcı hale getirilmesini önceliyor ve önemsiyorum. Yasal dayanağı olmadıkça olumlu da olsa atılacak adımların kalıcı bir çözüme yol açacağını düşünmüyorum.
İlkelerini ve mahiyetini tamamıyla bilmediğim halde tarafların mutabakatı temelinde silahsızlanma sürecini desteklediğimi bir kez daha belirtmeliyim. Ancak yasal güvence oluşmadığı takdirde kişiler üzerinden güven duymayacağımı da belirtmek durumundayım. Benim için biat, itaat ve sadakat ya da kişiler/liderler ve partiler değil, hukuk güvence olduğunda ancak inandırıcılığı ve bağlayıcılığı olur.
Kuşkusuz politik tutum ve yönteme itirazım başından beri devam etmektedir. Süreci; Kürt meselesi, demokratikleşme, hukuk devleti gibi ülkenin temel sorunları bağlamında ele alanlara katılmıyorum. Ayrıca “Kardeşlik”, “demokratik toplum” “demokrasi ve barış” gibi tanımlamaların hiçbirini inandırıcı bulmuyorum. Çünkü iddia edildiği gibi Sürecin odağında ne demokrasi ne hukuk ne de Kürt meselesi vardır.
Süreç ile Kürt Sorununu çözmeyi ve demokratikleşmeyi değil, PKK’yi tasfiye etmek hedeflenmiştir. Umarım yanılıyorum ancak Abdullah Öcalan’la varılan mutabakatın esası da söz konusu tasfiye olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle süreci “silahsızlanma” olarak tanımlamayı daha doğru buluyorum.
Abdullah Öcalan’ın açıklamaları dikkate alındığında “özerklik-federasyon-özyönetim” gibi taleplerden vazgeçildiği ve hiçbir koşullarının olmadığı görülecektir. PKK Kongresi de önderlerinin mutabakatına ve çağrısına itaat ederek ve sadakat göstererek silah bırakmaya karar verdikleri ortadayken sürecin daha fazla uzatılmasının pek yararı da olmayacaktır. Kanaatime göre görev artık devlet tarafınındır.
Anlaşılan Abdullah Öcalan ve Örgüt, mutabakatın gereğini ve üzerine düşeni yapıyor. Devlet tarafının taahhütlerini bilmiyorum ancak silahsızlanmanın gereği olarak yasal zeminin oluşturulmasını bir zorunluluk olarak görüyorum. Silahlı militanlar dahil, PKK gerekçesiyle tutuklu, yasaklı ve firari olanların yasal güvence ile serbest kalmaları, isteyenlerin bir soruşturmaya tabi tutulmadan ülkelerine dönmeleri sağlanmalıdır. Bu unsurların demokrasi, sivil ve siyaset mücadelesine imkân verilmeli ve toplumsal barışa katkıda bulunmaları sağlanmalıdır.
Sürecin olumlu sonuçlanması için herkesin üzerine düşeni yapması ve gelişmelere aklı selim ile yaklaşması gerektiğine inanıyorum.
Misafir