27 Nisan 2024


Yerel Yönetimler, Belediyesiz Belediyeler ve Toplumsal Barış



Gülayşe Koçak

A- A+

Barış Vakfı’nın düzenlediği “Yerel Yönetimlerin Toplumsal Barışın İnşasında Rolü” çalıştayında kırk dört kişilik heterojen bir gruptuk: Türk, Kürt, Ermeni; kapalı ve açık kadınlar… Üç de konuk konuşmacı vardı.

Çalıştayın taşıdığı başlığın “genelliği”, konuşmacılara serbest alan tanıması açısından ne kadar isabetli olmuş!

Bu “genel” başlığın altı, farklı kişilerce doldurulurken bambaşka görüş ve deneyimlere sahip konuşmacıların nezaketten hiç taviz vermeksizin birbirlerini dinlemeleri ve fikir teatisinde bulunmaları, kuşkusuz çok kıymetliydi.

Fakat asıl, “yerel yönetim” kavramı, coğrafyaya göre ne kadar bambaşka anlamlara bürünüyormuş! Doğu ile batı arasındaki, meğer uçurum falan da değilmiş; birbirinden neredeyse tamamen kopuk iki ayrı dünyada yaşıyoruz.

Türk – Kürt meselesinin oluşturduğu derin fay hattı, yaşanılan bambaşka dünyalar,
özellikle de Türklerin, Kürtlerin deneyimlerine uzaklıkları bu çalıştayda bence olanca açıklığıyla gözler önüne serildi.

Önce batılı -İstanbul ve İzmirli- konuklar konuştular.

Batıda Durumlar, Batının Meseleleri

Hakan Tahmaz (Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı); yaptığı kısa hoş geldiniz ve açılış konuşmasında yerel yönetimlerin barışın inşasında öneminden, Barış Vakfı’ndan, Vakfın Kürt sorununun çözümü için gayretlerinden söz etti. Barış içinde bir arada yaşamak için aslında bütün araçlara sahip olduğumuzu, demokrasi ve yaşam hakkından yana tercihler yaparak güzel şeyler başarabileceğimizi anlattı.

Hakan Ataman (Sivil Toplumu Geliştirme Derneği); BM SKA 16 Barış, Adalet, Güçlü Kurumlar ve Toplumsal Barış Raporu’nu sundu. STK’ların karar mekanizmalarına katılmasında halka en yakın kurum olan belediyelerin oynadığı önemli rolü anlattı. Kadına şiddeti, çocuk istismarını, gece vakti kadınların sokakta ne kadar güvenle dolaşabildiğini, silahlı çatışmaları –bütün bunları belediyeler çok rahat izleyebilir, raporlayabilir ve bu faaliyetler toplumsal barış ve hukukun işlerliği için şart– yeter ki yerel yönetim, merkezî yönetim ile sağlıklı iş birliği içinde olabilsin.

Doğan Subaşı (İBB Siyasi danışmanı) ise; belediye meclislerini tekrar güçlendirmek gerektiğini, belediye ve kent konseylerinin en zıt partileri bile en çok birleştirebilen mekanlar olduğunu anlattı. Bazı İBB uygulamalarına değindi: Öğrenciler için tasarlanan düşük fiyatlı kent lokantaları, askıda fatura uygulamasının gördüğü rağbet… Ve insanlar arasındaki güçlü dayanışmacı ruha dair gözlemleri. Halk ekmeği bayilerinin mahallelere âdil biçimde, yoksulluk endeksine bakılarak, en yoksul mahallelerden başlanarak dağıtıldığının altını çizdi.

Doğuya Gelince…

İzmirli ve İstanbullu konuk konuşmacıların anlattıkları çok ilginçti; “yerel yönetim” dendiğinde makul olarak akla gelen, doğal varsayılan mekanizmalarla ilgiliydi.

Fakat konuşma sırası, yerine kayyım atanan Van Büyükşehir Belediyesi eş başkanı Mustafa Avcı’ya geldiğinde, bir anda konuşmanın seyri değişti.

O mütevazi haliyle, sakin ve alçak ses tonuyla “Bizim gündemimiz çok farklı. Biz belediyecilik yapamıyoruz ki” diye söze giren Mustafa Avcı, bana göre çalıştayın kırılma noktasıydı. Kurduğu her cümle sarsıcı ve önemliydi, aynı zamanda hüzün, kırgınlık ve örtülü bir sitemle doluydu. Bu nedenle onun konuşmasını olabildiğince kırpmamaya çalıştım.

Mustafa Avcı (Kayyım atanan Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı)

Aldığım notlara dayanarak Mustafa Avcı’dan mealen, başlık başlık aktarıyorum:

Bizden stratejik planlama alamadıklarını söylediler. Doğrudur. Ancak belediye yönetiminde toplam dört ay on gün kalabildik ve ikinci kayyım atandı. Dolayısıyla stratejik plan yapacak vaktimiz olamadı ki.

Van’daki AKP seçmeni bile olayın farkındaydı: “Kayyım atanması için üç ayda ne yapmış olabilirsiniz ki?” diye şaşırıyorlar ve kayyım atamayı kabul etmediklerini söylüyorlardı.

En çok KHK ihracı Van’da oldu: 1,100 civarında kişi ihraç edildi; bir kısmı kalifiye güçtü. Mazbatayı aldığımızda bir buçuk ay, kayyımın kadrosuyla, atanmış personelle çalıştık; güvenebileceğimiz bir çaycı kadrosu bile yoktu. Tam mahkeme kararıyla bir grup arkadaş göreve dönmüştü ki ikinci kayyım atandı.

Bazen, barış talep etmek, sadece Kürtlerin meselesi mi? Biz gerçekten bu kadar yalnız mıyız? diye düşünüyoruz.

Kürt sorununun çözümsüzlüğünden bu ülkede sürekli bir savaş rüzgârı esiyor. Çözümsüzlük ve süren savaş sadece Kürtleri etkilemiyor ki, Türkleri de etkiliyor. Ama Türk halkı çözüm için hep Kürtleri gösteriyor; çözümü Kürtlerden bekliyor. Kürt sorunu çözülmeden demokrasi sorununun çözülmesi, toplumsal barışın sağlanması, ekonomik krizin çözülmesi mümkün mü?

Diğer yandan içimizdeki ilkel milliyetçi damarla mücadele ediyoruz. Barışsever Türklerle görüşen Kürtler de milliyetçi Kürtlerin eleştirisine uğruyor; “hâlâ ne diye bunların peşindesiniz” diyen bir iç dinamik var.

Ve yine içimizdeki bir damar, sandığı boykot etmek üzere seçmen kafasını karıştırmaya çalışıyor. “Kazanıyoruz, kayyım atanıyor. Tekrar kazanıyoruz, yine kayyım atanıyor. O halde seçime, sandığa gitmeyelim” diyorlar. Diğer yandan en üst düzeyde sistem yürütücüleri “kazansanız da kayyım atayacağız” diyor, sandık başına gitme azmimizi kırmaya çalışıyorlar.

Bütün bu yapılanlara, kayyımlara, uygulamalara rağmen, yine de Kürt halkı sandık başına gidiyor; sandık başına gidip iradesine sahip çıkmayı da mücadelenin önemli bir parçası olarak görüyor. “Bir saatliğine de olsa yeniden irademi açığa çıkaracağım ve kayyımı kabul etmeyeceğimin mesajını vereceğim” diyor. Bu, o kadar değerli bir duruş ki! Kayyım geleceğini bilmesine rağmen Kürt halkı seçim sürecine kilitleniyor: böyle bir halk var ve bu moral kaynağımızdır.

Sizler kent konseylerinden söz ettiniz. Bizlerse kent konseyinden bir şey beklemiyoruz; başkanlığını zaten kayyımın kendisi yapıyor. Bizim bunun yerine, “kent yönetimi” adı altında fiili bir oluşuma gitme çabamız var. Yurtsever halk, zaten böyle bir kurumu temsil ediyor.

Kayyım

Kayyım, siyasi darbedir.

Kayyım, talan, yolsuzluk, ayırımcılık, yandaş ve kandaşı beslemektir. Dolaysıyla kayyım varken toplumsal barıştan söz edilemez.

Merkezî idare bize diyor ki: Kaynakları har vurup harman savurursan, bizim için sorun yok. Ama kaynakları demokratik bir toplum inşa etmek için kullanırsan, tepene kayyım gelir.

Şiddet, ayrımcılık, hoşgörüsüzlük, yolsuzluk, kandaş ve yandaşı palazlandırma, saygısızlık ve sevgisizlik varsa, toplumsal barış mümkün değil. Aynen merkezî hükümet gibi, kayyım da toplumu bölüyor: Bir şirket AKP’li dahi olsa, Van şirketiyse asla ihale alamıyor, ancak taşeron olabiliyor.

Bir muhtar ya da halktan herhangi biri kayyımdan hizmet talebinde bulunduğunda, kayyım AKP yanlılığına bakıyor. Eğer muhtarın mahallesinde AKP’ye yeterli oy çıkmamışsa kayyım “muhtar, öncelikle sicilini düzelt sonrasında bakarız” deyip muhtarı ya da vatandaşı geri çevirebiliyor. Sadece yandaşlar besleniyor, sadece yandaşlara kaynak transfer ediliyor.

Kürt alfabesindeki W, Q, X harflerini kullanmamak için belediye otobüslerinin üzerindeki Kürtçe yazıya “WAN” yazılırsa W harfi kullanılacağı için kentin adını yazmaktan imtina ediyor. Otobüslerin hangi kente ait olduğu meçhul kalıyor.

Kırdan kente göç yaşandığında, kır kültürü de kente olduğu gibi taşınır ve kentin kadim sakinleri ile kültür çatışması yaşanır. Belediye yönetimi bizde iken, toplumsal barış için kültürel uyumun şart olduğu bilinciyle kültürel faaliyetlere önem veriyorduk. Kültür kurumları açmaya çalıştık. Bir toplumda kültürel yakınlaşmayı sağlayan, kültür kurumlarıdır.

Kayyım gelir gelmez hem kültürel faaliyetleri yasakladı hem de açılmış kültür kurumlarını ya kapattı ya da içini boşaltarak amacı dışı işler için kullandı. Örneğin, Nuda Kültür Merkezinin adını değiştirip bir bölümünü Kur’an kursu olarak işletti, diğer bölümlerini yıkıma terk etti.

Yine Perperok adında bir kreş açmıştık; çok dilli hizmet sunuyordu ve ihtiyacı olan her ailenin çocuğu bu kreşten yararlanabiliyordu. Kayyım gelir gelmez hem adını değiştirdi hem de Türkçe dışındaki diğer dilleri yasakladı. Dahası, kreşten artık sadece elit ve yandaş kesimlerin çocukları faydalanabiliyor.

Belediyesiz Belediyecilik Yapmak

Kayyım artık süreklileşti; muhtemelen üçüncü, dördüncü kayyım dönemlerini de yaşayacağız. Bu yüzden son dört yılımızı, belediyesiz belediyecilik nasıl yapılır, bunu tartışarak geçirdik, geçirmekteyiz.

Belediye kurumu elimizden alınsa bile biz yine de bu toplum için neler yapabiliriz diye tartışıyoruz.

Artık anladık ki belediye olanakları elimizde olmasa da kentin birçok sorununu çözebiliriz.
Kadına yönelik şiddet, madde kullanımının önüne geçme, işsizlik ve sefaletin bir ölçüde önüne geçme…

Örneğin, Van’da 30 yılda bir yıkıcı bir depremle karşılaşıyoruz. Ama Van’da bir deprem toplanma alanı bile yok ve kayyımın bu konuda en ufak bir girişimi olmadı. Yapı stokumuzunsa %90’ından fazlası mühendis denetiminden geçmemiş durumda. Belediye bizde olmasa da bu konuda çalışabiliriz. Toplanma alanı oluşturabiliriz. İş yapmak için belediye olmamız gerekmiyor.

Keza, üretim sürecinden kopan, kendi gıdasını üretemeyen toplum muhtaç olur. Yeniden toplumu üretim süreciyle buluşturmak, tarım ve hayvancılık alanında öncülük yapmak üzere çalışıyoruz. İkinci kayyımdan sonra laboratuvar bahçesi kurduk. Burada Van toprağına ve iklimine uygun olabilecek, getirisi fazla bitki yetiştiriyoruz. Çiftçileri bu bahçe üzerinde eğitmeye çalışıyoruz. Ata tohumunu öneriyoruz. Böylece kendi kendimize yetebilmeyi, göçün yönünü kentten kıra doğru değiştirmeyi ve böylece kentin yükünü hafifletmeyi hedefliyoruz.

Belediyeyi yerel yönetimin önemli bir parçası olarak görüyoruz.
Ama belediye olmadan da yerel yöneticilik yapabiliriz.

Aday olacak olan dostlar: Yerel yöneticilikte, kendi kendine yetebilecek bir toplum inşa etme sorumluluğumuz var! Kendi gıdasını kendi üretebilir hale gelmek; kentten kıra dönüşü, mahalle yönetimini, fiili bir kent yönetimini, dayanışma duygusunu örgütlemek… İşte bunlar olursa, devletin desteğine ihtiyaç duyulmaz.

Mezopotamya’nın kadim dayanışma kültürü unutuldu; bunu yeniden canlandırmalı. O zaman minnetsiz bir toplum oluruz.

Din

Yaptıkları her şeyi, toplumsal barışı sabote eden her şeyi din adına yapıyorlar. Van’daki muhafazakâr toplumsal yapı da bundan kolayca etkileniyor.

Kadınlar

Bakıyorduk ailelerde anneler hep AKP’ye oy veriyorlar. Nedeni anlaşıldı: AKP, Kürt ailesinde kadının ikincil rolünü anlamış; kadınların imzası karşılığında ayda 30 TL öğrenci desteği vermeye başladı. Normalde hiç kale alınmayan kadınlar böylece belki hayatlarında ilk kez imza atıyorlardı; bu onlar için çok önemliydi.

Bir yandan böyle yapıyor, diğer yandan partimizin eş başkanlık sistemini kayyım atama gerekçesi yapıyor! Eş başkanlık teknik ya da biçimsel değildir, oturma düzenini kadınlara göre düzenlemek değildir. Asıl, kadının özgürleşmesi için ne yapıyorsun?

Eş başkanlık sistemi kadını özne olarak görür. Bu özne-nesne meselesini çözmemiz gerek. Kadını özne kılmamız gerek. Bu konuda raporlarımız var. Kayyım olsa da olmasa da bu sistemi kurumsallaştırmamız gerek.

Elbirliğiyle

Batı ile doğunun gündemlerini ortaklaştıran ekonomi sorunu, Kürt sorunu çözülmeden çözülmez. Bu konuyu yeterince sahiplenmedik. [Tabii ki Mustafa bey’in, zarafetinden dolayı söylemediği ama kastettiği, “sahiplenmediniz” idi -gk-]

Bugün bana, yarın sana.

Toplumsal barış, sadece Kürtlerle olacak iş değil. Ancak tüm barışseverler birlikte örgütlenirlerse olur.

Önümüzdeki süreçte gelin, birlikte davranalım.

Soru-Cevap Kısmından Seçmeler

Ahmet Kaya (yerine kayyım atanan Ergani seçilmiş belediye başkanı); belediye başkanı seçildiğinde belediye meclisini Ergani’de açıkta, parkta toplayıp çalışmalarını açıkta yaptıklarını, bunun kendisine “kayyım olarak geri döndüğünü” espri yollu anlattı. Ergani’de kayyımın yaptığı ilk işlerden biri de kadınlar tuvaletini kapatmak olmuş.

Ahmet Kaya da sitemliydi: Ergani belediyesi olarak depreme yardım gönderdiklerini ama yardımın kabul edilmediğini; bunu haber kanallarına bildirdiklerini fakat muhalefetin bunu hiç haber yapmadığını anlattı.

Kayyıma gerekçe olarak “örgütü finanse etmek” gösterilmiş. Kaya mahkemede beraat etmiş, üstelik istinaf yolu kapalı olarak, yani mahkemenin kesin kararı olarak beraat verilmiş. İçişleri Bakanlığı, hukuksuz olarak istinaf yolunu zor kullanarak açtırmış, fakat istinaf mahkemesi geri adım atmamış. Kaya, bütün bunlara rağmen görevine iade edilmemiş. Bunu Halk TV’ye bildirdiğini fakat kendisini konuşturmadıklarını anlattı. “Toplumsal barış isteniyorsa bunlar deşifre edilmeli.”

Mustafa Avcı’nın “dinin kötüye kullanıldığı” tespitine karşılık, bu durumda dini bertaraf etmeye çalışmak değil, bu din anlayışını değiştirmek gerektiğini anlattı.

Dinin içinden, dini toplumsal barış için kullanmak, yani kirli din zihniyetine panzehir olarak yine dini kullanma fikrini ortaya attı.

Levent Korkut; “kayyım” kavramının yanlış olduğunu anlattı: Kayyım, örneğin Belediye borç batağına saplanırsa devreye girebilecek bir kurum, o durumda da zaten yeni belediye başkanını belediye meclisi seçer. Oysa şu anda yapılan, demokratik olmayan bir vesayettir. Kayyım kelimesinin yanlış kullanılması, gayet kasıtlı ve bilinçli. “Nedense kavramsal söylemi sorgulamıyoruz, oysa bunu sorgulamak, görüntüyü değiştirir. Gerçeği olduğu gibi söylemek, gerçeğin adını koymak lazım: kayyım kelimesi, olayı yumuşatıyor.”

Levent Korkut, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana yerel yönetimlerin hep sorun yaşadığını, daimî bir merkeziyetçilik, bir merkez kontrolü olduğunu, yerel yönetimlerin kurumsal yapısının merkezle ilişkisini ortaya koymak gerektiğini ifade etti.

Savaş Çolakyan; kiliselerin korunması, duvarlarına yazılar yazılmaması isteğini dile getirdi ve Ermeni mezarlıklarına boş arazi gözüyle bakıldığını anlattı. İran’da hiçbir zaman Ermeni kiliselerinin yıkılmadığını, aksine korunduğunu, Ermenistan’da camiler olduğuna dikkat çekti.

Gül Köksal; “imar barışı”nın ne kadar sorunlu bir kavram olduğunu ve kasıtlı olarak kullanıldığını anlattı: Eskiden imar affı dendiğinde devlet tek taraflı olarak affediyordu, oysa imar barışı dendiğinde karşılıklı bir mutabakat ve uzlaşma var; imar barışı ile herkes suça ortak ediliyor.

Ümit Aktaş; dil en mukaddes anlaşma aracı iken özerklikbarış gibi kavramların ne kadar hızla kirletildiğine dikkat çekti.

Cafer Solgun; İBB bünyesinde hiç değilse bazı birimlerde çift dilli hizmetin niçin olmadığını sordu.

Itır Akdoğan; Belediyelerde çalışan teknik insanların hiçbir karar mekanizmasına katılmadığına dikkat çekti. Mekanların birleştirici olması gerektiğini anlattıktan sonra CHP ve AKP’lilerin pekâlâ teknik konular etrafında buluşup birlikte rapor yazabildiklerini, bunun, onları barış konulu sohbetlere katmak için bir fırsat olduğunu anlattı.

Fatma Bostan Ünsal; kayyım atamalarının ülkenin sadece tek bir bölgesinde uygulanmasının, aynı zamanda hukuk birliğinin ihlâli anlamına geldiğini anlattı.

Yasemin Özgün (Barış akademisyeni) çalıştayın genel değerlendirmesini yaptı: Dünyanın genel haline, doğal kaynaklara el konmasına, küresel kapitalizmin yoksullaştırmasına, kadına şiddete, çocuk istismarına, göçmenleri ve diğer ezilen grupları günah keçisi yapan milliyetçi ve faşizan tutumlara ve yerel yönetimlerin bu açıdan ne kadar önemli bir yerde durduğuna dikkat çekti: “Türkiye’de krizden krize koşuyoruz ve bambaşka bir şeye evriliyoruz. Deprem vs. gibi kriz anlarında becerebildiğimiz dayanışmayı, diğer zamanlara yaymak gerek. Bu dayanışmanın örgütlenmesinde belediyelere ve ittifak mücadelesine büyük iş düşüyor.”

Sonuç

İBB ve Friedrich Ebert Vakfı’nca desteklenen, Tülin Hadi’nin kolaylaştırıcılığında gerçekleşen bu çalıştay, doğuda yaşanan kayyım uygulamalarının verdiği zararın gerçek boyutunu, doğudaki yerel yönetimler ile dayanışmanın ne kadar acil bir ihtiyaç ve zaruret olduğunu çok açık biçimde gözler önüne seriyordu.

Çalıştayda kendini gösteren ve beni en çok etkileyen dramatik gerçek şuydu:

Gördüklerimiz, öğrendiklerimiz, bildiklerimiz, bizim tercihimizdir. Fakat Kürtlere reva görülenleri sadece öğrenmek, bilmek yetmiyor. Bilmenin ötesinde, umursamak gerekiyor.

Bu coğrafyanın barışseverlerine daha çok iş düşüyor: Daha çok görüşmek, daha açık zihin ve kalple birbirimizi dinlemek… ve anlatmak.

Ülkenin bir kısmı sıkışmışlık ve sıkıntı içinde yaşadığı sürece hiçbirimizin huzurlu yaşayamayacağımız, toplumsal barışa hiçbir zaman erişemeyeceğimiz konusunda insanları ikna etmek, vicdanlara seslenmek… ve yerel yönetimlerin katkısı olmadan da kolay kolay sonuca varılamayacağının bilinci içinde beraberce yaratıcı çözümler üretmek.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır