07 Eylül 2025


Atasoy Müftüoğlu



Abdurrezak Dervişoğlu

A- A+

Erdem kitaplardan değil, erdemli insanlardan öğrenilir.
Binlerce insanın kendisinden erdemi aynel-yakîn düzeyinde öğrendiği adamı anlatmak isterim.
Bize ‘Putlarını Kıramayan Kabilelerin’ hikâyesini anlatan adam,
‘Evrensel Yalanlarla Yüzleşerek’
‘Rahman’ın Âyetleri Karşısında, Tevhidî Gerçekliğin Işığında’
‘Geleceği Özgürleştirmemiz’ gerektiğini nasihat eden adam.

Yazdığı onlarca kitabın sadece isimlerini bir araya getirmek bile müstakil bir ders niteliğindedir.

Atasoy Müftüoğlu, hiçbir şey yazmasaydı bile ilkeli duruşuyla birçok insanın bamteline değecekti.

Çünkü o, tıpkı arkasından yürüdüğü Peygamberi gibi pratiği sözün önüne koymuş, yaşamıyla tebliğ etmeyi birincil görev telakki etmiş bir çağdaş zaman dervişidir. Yine Resûl gibi, dünyaya tamah etmedi, “sizin dünyanız” dedi. “Sizin dünyanızın benim nezdimde bir kıymet-i harbiyesi yoktur” dedi.

Geçmiş zamanda bir siyasi parti lideri, kurmaylarıyla Müftüoğlu’nun da bulunduğu bir ortamda kendisini ve partiyi kurma düşüncesini anlatmaktadır.
Daha sonra Başbakan ve Cumhurbaşkanı da olan bu zat İslam’dan, Kur’an’dan referanslar bulma çabasındayken, Müftüoğlu bir muvahhidin cesareti ve uyarıcı sorumluluğuyla:
“Beyefendi, siz parti kurma fikrini Şerîat’e danıştınız mı?” diye sorar.

Ortalık buz kesmiştir.

Daha müstakbel Başbakan cevap ver(e)meden, İslam’dan geçinen bir yazar, “Evet, kesinlikle sayın … Bey sapına kadar şeriatçıdır” der.

Bunun üzerine Müftüoğlu, bahis mevzu Şerîat ve din olunca kesin ve sert bir dille, “… Bey şeriatçı değil, sapına kadar pragmatisttir” der.

Müdahaneyi, yandaşlığı, hakikatin önüne geçiren o yazar bey, ilk seçimlerde övgüsüyle göklere çıkardığı zatın partisinden milletvekili seçilirken, Müftüoğlu Eskişehir’de yakacak odun ve kömür alamamıştır.

Birçok insanın,
“Bir başıma kalsam şah-ı devrâna kul olmam
Vîrân olası hânede evlâd u ıyâl var”
mazeretine sığınıp, ilkelerini yamulttuğu, öfkesini bastırdığı, oto-sansüre meylettiği bir vasatta Müftüoğlu, aç ve açıkta kalmak pahasına, ‘şah-ı devranlara’ hiçbir zaman kul olmadı.

Bu bir tebcil yazısı değil!
Bu bir yüceltme yazısı değil; ihtiyacımız olan örnekliğin/örnekliklerin az da olsa var olduklarının ihbarıdır. Bu ihbar, ümitleri yeşertmenin vesilesidir.

Günün insanı, “Yapmadığınız şeyleri neden söylüyorsunuz?” ikazını dibine kadar tecrübe ediyor.
İnsanlar, çokça ifade edildiği üzere, kendilerine fakir peygamber edebiyatı yapıp lüks ve şatafat içinde yaşayan hocalardan nefret eder hâle geldiler.
Kaldı ki sadece sözü söyleyenden uzaklaşmış olsalar ve bununla yetinseler sorun olmayacak. Fakat sözü söyleyen, temsil ettiği düşünceye/dine zarar vermektedir.
Nihayet bu tutarsızlık, hâşâ aziz İslam’a mal edilmektedir.

Yine romantik, duygusal, yer yer salya sümük ajitatif retoriklerle; fantastik bir boyutta, mistik öğelerle gerçeklikten olabildiğince kopuk anlatılarla kendisini de dinleyenleri de ağlatan, ancak hakikat adına hiçbir beceriyi özgür kılacak aklî sorgulamalar yapmayan, eleştirel düşüncenin önünü kapatan, sorgulamayı şeytanî bir eylem olarak rivayet eden hatiplerin, rasyonel hayatta en değme sekülerlerden daha fazla dünyaya yapıştığını, taptığını müşahade eden kitle, ister istemez bu çelişkili ilişkilerin hesabını dinden soracaktır. Sormaktadır.
Zamanla bu tutarsızlık, bu düşüklük, bu madde tapıcılığı insanların İslam’dan uzaklaşmalarına neden olmuştur.

İşte burada Atasoy Müftüoğlu sözü almaktadır.
Kıymetli hatipler, hatta dostu Sezai Karakoç’tan ödünç bir terkip alır, onunla devam eder sözüne:
“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar,
İslam’ı tarif ettiğiniz yeter! O’nu temsil ediniz!”

Bir yetimin elinden tutun.
Bir öğrenciye burs verin.
Bir muhacire sofranızda yer açın.
Bir borçlunun borcunu kapatın.
Bütün bu bir’leri bir araya getirip muvahhid olun.

Kerim Kitabımız, namaz bahsinden önce yoksulluk ve özgürlük meselelerine değindi.
Akabe metaforuyla evvela insanların esaret zincirlerinden kurtarılıp doyurulmaları gerektiğini gündemlerimize soktu.
Sonra ibadet için Habeşli Bilal yüksek bir yerden insanları çağırdı.
O zaman insanlar bildiler ki bu çağrı (ezan) esasen bir özgürlük çağrısıdır.
Onlar fark ettiler ki, Allah’a kul olmak, açlık, yoksulluk ve esaretten kurtulmak demekti.
Böylesi anlam yüklü bir çağrıya koşulmaz mıydı?

Atasoy Müftüoğlu, namaza çağırdığı öğrencilerini bu bilinçle çağırır.
Arkadaşlarının açlığını dert edinir.
Parasız öğrenci için başına ağrılar girer.
Tarif ettiğini dibine kadar temsil eder.

Bu vasıflarından dolayı Atasoy Müftüoğlu çağın vicdanıdır. Muvahhididir. Mücahididir.
Bağımsız, müstakil, sadece vahyi esas alan; kınayıcının kınamasından çekinmeyen bir vicdan ve şahit.

Yaftalanmak, hakaret edilmek, mahalleden kovulmak putlarını kırmış, ak sakallı ak saçlı, çağın samimi, direngeç, diğergâm, sahib-i isâr bir ulu çınarı.

Kişisel hayatında da muvahhid kimliği için hassasiyet gösteren, "وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ" ilkesince elbisesini tüm dışlamalara, tehditlere, tekliflere rağmen kirletmemiş; cesur, iffetli, cömert ve adil bir şahid.

Birçok meselede ana akımdan farklı düşüncelere sahip. Bu düşünceler günübirlik duygusal ulus-devlet çıkarınca tevile uğratılmış, manipüle edilmiş, mecrasından saptırılmış analizler değil; tarihsel, kültürel, dinî, sosyolojik, felsefî birikimlerden, gece okumalarından, tecrübelerden, Kur’an’dan, sünnetten, siretten damıtılmış sahih okumalardır.
“Aydın, yanarak aydınlatandır.” Yanmak, tecrit edilmek, mezhepçilikle/İrancılıkla itham edilmek pahasına Sayın Müftüoğlu, hakikat için direndi; taviz vermedi.
Âlimin öğretisi sadece kâl ile değil, hâl ile de olmalıdır!
Müftüoğlu, yapmadığı hiçbir eylemi kitlelere tavsiye etmedi.
Bir nebevî yöntem olarak ateş çukuruna evvela kendisi atladı.

“Bize değil; kendinize gelin” diyerek özgünlüğe, özgürlüğe davet edip; militanlığa, kurşun asker olmaya, şakirdizme savaş açtı.

Çoğu ulus-devletin dar sınırları içerisinde, sisteme entegre olmuş/eklemlenmiş çevre ve şahsın aksine, Müftüoğlu, İslam’ın evrensel çağrısını ulusların pragmatik sınırlarından taşıyıp, kendi aleyhine de olsa vahyin diriltici mesajını haykırmıştır.
Tam da bu gibi durumlar nedeniyle o da diğer sahici ve samimi ADAMLAR gibi daima ONUNCU KÖYE iltica etmek zorunda kalmıştır!
Bir metre ötesini, bir saat sonrasını göremeyen, gücün tayin etmesine göre ideolojik tavır alan, ilke nedir bilmeyen, mideden ibaret birçok organizma, Müftüoğlu’na hakaret etmek, onu tekfir etmek için adeta sıraya girmişlerdir.
Çünkü diriltici, sahici, eleştirel, özgürleştirici çığlığın sahibi olmak recmedilmek için en büyük gerekçe sayılmıştır.
Affı olmayan kebâir, hükümetlere, krallara, tiranlara, despotlara yanlış üzere olduklarını hatırlatıp onları inzar etmektir.
Bu bağlamda Müftüoğlu büyük günah işlemektedir. Üstelik nedamet etmeyerek bu günahı çoğaltmaktadır!
Uyumakta olanları uyararak, uyandırarak onları da bu ‘günaha’ ortak etmektedir!

Kalabalıkların bir şekilde sustuğu, susmak zorunda kaldığı bir vasatta hakikat için konuşanlara, yazanlara selam olsun.
O’nun bir sözüyle noktalayalım:
“Konuşmamız gereken yerde, zamanda susmak, ahlaksızlıktan başka bir şey olamaz.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır