20 Nisan 2024


Yarışmacı Otoriter Rejim!



Hasan Fehmi ERDOĞMUŞ

A- A+

Türkiye’nin mevcut gidişatından kaygı duyanlardanım. Türkiye’nin rotasının, önceden olduğu gibi ağır aksak dahi olsa işleyen demokrasi rotası olmadığı kesin. Her ne kadar demokrasi söylemlerine ara verilmemiş olsa da yaşananların otoriter rejimlerde yaşananlar olduğu açıktır.

Türkiye literatürde “yarışmacı otoriter rejim” ile ifade edilen bir rejim ile yönetiliyor. Bir şekilde seçimlerin hala etkili olduğuna dair küçük bir umut var, yani hepsi bu!

Türkiye’nin bu noktaya evirilmesinde üç kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Bunları ifade ederken muhalefetin ve dönemin muktedirlerinin sebep olduğu gidişatı da yok sayıyor değilim. 2007 yılında Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı döneminde yaşananları hatırlarsak, muhalefetin ve dönemin muktedirlerinin sorumluluğunun azımsanmayacak boyutta olduğunu sanırım kabul ederiz.

Elbette o dönemin muhalefetinin ve askeri vesayetin tutumunun geldiğimiz noktayı da haklı kılmayacağını bilmek gerekiyor. İktidar yaşadığı kırılma noktaları ile otoriterleştikçe otoriterleşti ve bugün gelinen noktada en ufak bir muhalif tepki dahi “hain” “terörist” yaftası yemek için yeterli. Üstelik bunu bir yargılama ile tescil etmekte de hiç zorlanmıyorlar. 

Aslında buna yargılama demek de hukuken doğru bir nitelendirme değildir, zira yargılama, her şeyden önce hür irade ile yapılan bir eylemdir. Emirlere bağlı yargılama, yargılama değildir. Olsa olsa bir yargılamanın zorunlu temsili olabilir.

Bunu başka bir yazının konusu olarak bir kenarda bırakarak tekrar üç kırılma noktamıza dönelim. Bunlardan birincisi Gezi eylemleri olarak bilinen ve Mayıs 2013 tarihinde yaşanan eylemlerdi. Gezi parkında toplanan eylemcilere hükümetin sert ve hukuk dışı müdahalesi kitlesel protestolara dönüşmüştü. İktidar için sert müdahalenin gerekçesi, eylemlerin “dış güçlerin oyunu” olduğuna dair “şüpheye mahal bırakmayan” şaşmaz inançlarıydı.

“Dış mihraklar” iddiasının doğruluğu veya yanlışlığı bir tarafa, asıl sorgulanması gereken; anayasal hak olan barışçıl protestolara yönelik, güvenlik güçlerinin sert müdahalesinin arkasında kimin talimatının olduğudur.  Bu süreç ile iktidarın bütün demokratik ve barışçıl protestolara, Anayasal hak olan gösteri yürüyüşlerine karşı tutumu netleşmişti. Nitekim Boğaziçi Üniversite’sindeki eylemlerde de benzer yaklaşımı görüyoruz.

İkinci kırılma noktası ise 17-25 Aralık operasyonları ile yaşandı. Dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan’ın kendini muktedir addettiği bir dönemde, Yargı ve Emniyet iş birliği ile yapılan yolsuzluk operasyonları iktidarı ve özelde Sayın Erdoğan’ı çok radikal bir çizgiye evirdi.

Sayın Erdoğan bu dönemde iktidarda ne pahasına olursa olsun kalması gerektiğine ikna olmuştu. Nitekim bu süreçte de yine “darbe” söylemleri ile yaşananları yine “dış güçler ve işbirlikçileri” söylemine indirgenmişti. Artık kılıçlar çekilmiş ve devlet içindeki güç odakları arasındaki mücadele ayyuka çıkmıştı.

Sayın Erdoğan’ın 2014 yılında Cumhurbaşkanı olmasından sonra yapılan 2015 Haziran seçimlerinde AK Parti tek başına iktidar olma şansını kaybetti. Bu ihtimal ortaya çıktığında üçüncü kırılma noktasının yaşandığını düşünüyorum. Nitekim Sayın Erdoğan bu dönemde Cumhurbaşkanlığına ilişkin hiçbir Anayasa hükmüne uygun davranmamış ve il il gezerek AK Parti için oy istemişti.

Dönemin Başbakanı Sayın Davutoğlu’nun gayretlerine rağmen koalisyona yanaşılmaması, Sayın Erdoğan’ın ve AK Parti’nin başka güç odakları ile ittifakı zorunlu hale getirmişti. Erdoğan için en büyük avantaj(!) ise 2015 seçimlerinin Milliyetçi Hareket Partisi için de bir fiyasko olmasıydı. MHP, HDP’nin gerisinde kalmış ve HDP Türkiyelilik iddiası ile Ana muhalefet partisi olmaya göz kırpmıştı. Bu durum, milliyetçi cephe ittifakı için zemin hazırlamıştı.

2015 seçimlerinin, Sayın Demirtaş’ın neden hala tutuklu bulunduğunun da gerekçesi olduğunu belirtmek gerekiyor sanıyorum. Birbirlerine kaderlerini bağlamış müttefiklerin, şüphesiz en büyük başarısı kendi kaderlerinin ülkenin kaderi olduğuna dair sistematik propagandalarıdır. Bu algının toplumun yarısında karşılık bulması da bugüne kadar iktidarı devam ettirmelerine ve mevcut rejimi ikame etmelerine olanak sağladı.   

Şimdi ‘yarışmacı otoriter rejim’ için son badire 2023 seçimleri. Seçimlerin zamanında yapılması, Sayın Erdoğan’ın aday olamayacak olması sebebiyle mümkün değil ancak yapılacak bir erken seçimin de yine milliyetçi cephe ekseninde sürdürüleceğini düşünüyorum. Ancak bu seçimlerde bir iktidar değişikliğinin yaşanmaması durumunda artık rejimin yarışmacı niteliğinin de kalmayacağını bilmek gerekiyor.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır