04 Ekim 2025


SALGADO’NUN GÖZLERİ



Faik ÖCAL

A- A+

Kafamda hep o iki kelime: Ölüm ve özgürlük. Yani benim ucuz hayatım ve bedeli ağır tercihlerim. Bu yüzden hiçbir yere ait değildim, hiç kimse tarafından kabul görmeyecektim ve hep kendimi oraya buraya sürecektim başka bir çarem olmadığım için, vaktimi doldurmak için. Bir başıma kalacaktım her daim; dünyanın uzağında, insanların kalabalığında.

Yoktum senin emniyetli şemsiyenin altında. Kıblemi yitirmiştim ötekilerin gök kubbesinin altında ve ölümlerle yatıp kalkacaktım hayatın kıyısında, ölümlerden ölüm beğenecektim bir başıma, bir hiç uğruna.

Yüzümde hiç eksilmez izsiz ve kefensiz ölenlerin ağrısı. Gözlerimde hasret karıncaları, ayaklarımda öksüz yarıklar, ellerimde içi kof teselliler. Mekan ve toprak arasında sıkışıp kalmışım. Mekan Allah’ındı ama toprak kimindi. Bildiğim, toprağın ‘yeryüzü lanetlileri’nin kanıyla kirletildiğiydi.

Toprağa basmaya utanıyordum. Toprağa basıp Allah’ın mekanına ulaşamıyordum. Bir başka dille duruyordum ölüm ve özgürlük türküsüne: Benim vatanımdır özgürlük, ölümdür benim tek yaranım. Sığmazdım toprağa, insandım nihayetinde. Kanının akışını nehirlerden, rengini tan kızıllığından alan bir insan.

Kendimi Sebastiao Salgado’nun fotoğraflarının önünde bulmuştum. Salgado’nun gözleriyle bakıyordum toprağa ve insana. Sadece kan ve gözyaşı görüyordum. Daha çok sarılıyordum özgürlüğüme, daha çok düşünüyordum ölebilme ihtimalimi.

İnsanlar toprağın tuzunu da bozmuştu. Duyuyorum Salgado’nun çığlığını ve ağlıyordum içimde yerini yurdunu kaybeden insana. Ölümlerden ölüm beğenerek özgürlüğümü kutsuyordum. Sonu yoktu yalnızlığımın. Salgado gibi dünyanın sonuna gitmiştim, kan ve gözyaşıyla geri dönmüştüm. Oldu olacağı hepsi buydu. Yoktu insanın sonu. Yazılmamıştı daha Gariplerin Kitabı.

Dünyanın her yerinde aynı hikaye. Ruanda’da kalbi çalınmış bir çocuktum, Kamboçya’da Pol Pot kurbanı bir milis, Afrika’da kayıp bir cennet, Alaska’da bir yudum merhamet, Endonezya’da bir avuç hilkat tozu, Kongo’da varoluşsal bir kriz, Madagaskar’da rüyasını yitirmiş gezgin, Sibirya’da ölümünü arayan at, Şili’de düşlerini yitirmiş ay. Gözlerimdeki hasret karıncaları ayaklarıma kadar inmiş, bedenimi büsbütün sarmış. Kaçış yok hedefine yazılmış metal oktan.

Görmüyorsun. İnsan dünyaya sığmaz olmuş. Anlamıyorsun. Yitirdi mihenk taşını eşrefi mahlukat. Hepten unutuldu eski zaman masalları. Bir hiçiz sadece; sen hiçin bu tarafı, ben öteki tarafı. Arada kalanlar ise cennetini taşlayanlar, cehennemini kovalayanlar.

Salgado’nun ayaklarıyla dolanıyorum yeryüzünü. Her yerde sahipsiz ölümler, kimliksiz hayatlar, sorgusuz sualsiz başlangıçlar. Anlamını yitirmiş mezar yazıları. İsimler ve tarihler hiçbir anlam ifade etmiyor. Sonsuzluğu susturuyorsun siyah beyaz karelerde. Sonsuza dek susturmak istiyorsun içindeki adressiz acıyı ama yapamıyorsun.

Namlunun soğuk ucuyla yazılıyor tarih. Elleri yok Salgado’nun. Sadece gözleri ve yüreği var. Bir kadraja sığınmış bir çift göz ve bir kalp. Hepsi bu uzak ve imkansız Salgado’nun hikayesi. Bir yanda yanık bir kalp ve kanayan bir kadraj, öte yandan namlunun soğuk ucu. O kan ve gözyaşlarıyla yıkadığı fotoğraflarla yeni baştan yazıyor insanlık tarihini. Onlar ise metal yanılgılarıyla dayıyorlar namlunun ucunu insanın göğsüne ve yazıyorlar Afrika karasını, Asya bozkırını, Arap çölünü.

Ölüm ve özgürlük diyorum, hiç bu kadar zorda kalmamıştı, kutsallığı aramamıştı, revaçta olmamıştı. Ölüm ve özgürlük hiç böyle yazıklanmamıştı, içi boşaltılmamıştı, ihanete uğramamışı. Dört bir yandan kuşatılmış ölümdüm çoğu zaman, kolu kanadı kırılmış özgürlüktün her daim.

Salgado’nun gözleriyle bakıyorum yeryüzüne. Tuzu bozulmuş toprağın. Bereketi kalmaz ruhunu yitiren insanın. Toprağa basmaya utanıyorum. Utancımla Allah’ın mekanına iltica ediyorum. Özgürlüğüm hiç bu kadar darda kalmamıştı, ölümü hiç bu kadar arzular olmamıştım.

Salgado’nun kalbiyle dokunuyorum gözyaşlarıma, yürüyorum hiçliğin merkezine. Hiç gerek yoktu bütün bunlara, bunca kan ve gözyaşına. Hiç gerek yoktu Yasak Ağacın gölgesinde dinlemenin, Mushaf’a yüz sürmemiş yolculuklar yapmanın.

Salgado’nun kalbine sığınıyorum son bir gayretle. Allah’ın mekanı daha yakın, insanın toprağı çok uzak. Emniyette değilim. Hiçbir şekilde kendimi emniyette hissetmiyorum. Amanı ve vicdanı yok soğuk namluların.

Unutmak istiyorum her şeyi, bir kabustan uyanıyor gibi. Hepten ve ebediyen unutulmak kutsal bir gecenin hançeresinde. Sonra içime çekmek ölüm ve özgürlüğü Salgado’nun nefesiyle. Gitmek bir başına, hikayesi yazılmamış bir başkasına, Salgado’nun ayaklarıyla. Ve Salgado’nun gözleriyle bakmak mekanın sonuna, toprağın ötesine.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır