08 Kasım 2025


ESMER YUMRUKLU ÇİRKİN KRAL: YILMAZ GÜNEY



Faik ÖCAL

A- A+

Ben Çirkin Kral, Cannes’te 1982’nin baharında havaya kaldırdığım esmer yumruğumu hiç indirmedim, karanlıklara, zalimlere inat. Ben halkıma yumruğumun anlamını göstermek için Yol’a çıktım. Çok zor bir Yol olduğunu daha en başında biliyordum; sistem tarafından örülen Duvar’ların farkındaydım. Esmer yumruğumla sistemin dayattığı Duvar’ları yıkmak için Yol’a çıkmıştım. Hala Yol’umdayım, sözümde. Öldüm haddi zatında, öldürüldüm bir başkasında; ama sistemin kirli ve soğuk Duvar’larını yıkıp geçtim, altında kalmadım o Duvarların dar ve kısıtlı gerçekliğinin altında.

Ala Geyik ile Yol’dayım. Yoksul insanların dünyasında gözümü açtığım için mi geyikleri sevmiştim yoksa Zavallılar’a Umut olmak için mi Yol’a çıkmıştım. Sonuçta aynı kapıya çıkıyordu Acı’ımız ve Ağıt’ımız. Hudutların Kanunu biliyorduk, Namus’umuz için Silah’a davranmıştık.

Endişe’liydik; çünkü sistem halkı seks ve arabesk filmlerle uyutmasını biliyordu. İnsanların akılları başlarından gitmişti. Bir Baba olarak bunu kabullenemezdim. Umut olmalıydım Sürü’den çıkmak isteyen Arkadaş’lara. Umut olacaktık kitapla, sözle, ekmekle, emekle ve Ahmet Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim şiiriyle.

Melike’nin sesi hala kulaklarımda eski bir taş plak kayıtta. Hep de 1970’li, 80’i yıllar, ölümümüm ve yaşamamım birbirine karışmış. Çocukluğum ve gençliğim aynı kavşakta karşılaşıyor ne gençliğim çocukluğumu tanıyor ne de çocukluğum gençliğime eline uzatabiliyor. Arkadaş’ım karşıma çıkıyor sonra hep aynı Yol’da, bir düş ülkesinden başka bir düş ülkesine geçerken, bir karanlıktan başka bir karanlığa yürürken, bir acıdan başka bir acıya Yol alırken, hep bir başına Acı’sında, Ağıt’ında.

Başımın üzerindeki gökdelenler kimin şarkısını okuyor, Arkadaş! Toprak halkı duymuyor. Gökdelenler ile toprak halkı arasına uçurumlar girmiş. Bunun için de çıkıp gelmiştin, Melike’nin sesinden. O kıvılcım hiç sönmeyecekti, hep büyüyecekti. 1982’nin baharında, Cannes’te havaya kaldırdığım esmer yumruğumda saklı tuttum o kıvılcımı. Seni bekliyorum, hep aynı yerde, bir yeryüzü yalnızlığında.

Özgürlük, adalet ve barış ayetlerini beraber yazdık soğuk ve kirli Duvar’lara. Acı’mız dinene, Ağıt’ımız bitene kadar. Biz insandık, Arkadaş. İnsan olmak için buradaydık. Sistemin Duvar’larına yenilmemek için yeni bir Yol açtık, bir halktan başka bir halka, bir insandan başka bir insana, bir Acı’dan başka bir Umut’a giden yeni bir yol. Umut’luyduk Arkadaş; çünkü insancıl Endişe’lerimiz vardı. ‘Analarımızı, kardaşlarımızı arkamızda bırakıp’ da Yol’a çıkmıştık. Hiç kimseden korkmadık, hiç kimseye eyvallah demedik. Kaybedeceğimiz hiçbir şeyimiz yoktu.

Boynu Bükük Öldüler, arkadaşlarım. Aç Kurtlar’a meze oldular. Her gece Bolivya dağlarında neden bir başına ölür Che Guavere, Amerika ile vuruşur Ho Chi Minh, küçüldükçe küçülür Serçe Mehmet. Neden Sekban-ı Cedid kaldırımlarında vurulurum? Ağlar Sinan’ımın anası Nazife, babası Adnan. Yitip giden ciğer parçalarına Ağıt’lar yakarlar.

Kahrolsun toprak ağaları, kahrolsun para babaları, diyordum ama kahrolmuyordu toprak ağaları, para babaları; biri gidiyordu yerine bir başkası geliyordu. Bu düzen böyleydi: Toprak ağaları, para babaları hep var olacaktı tarihin karanlık yüzünde, biz de üzerimize düşeni yapacaktık ölümlerden ölüm beğenerek, tarihin aydınlık yüzünü büyüterek.

Daha 1970’lerin başlarında biliyordum: Yarın Son Gündür. ‘Her derde, her sevince, her kedere ortak olmak için’ Yol’a çıkmıştım. Kimse bizi Yolumuzdan alı koyamayacaktı Arkadaş. Belki ziyadesiyle yalnızdım. Bütün cinayetlerin şahitlerinin kör balıkçılar şahit olduğunu biliyordum. Kör balıkçıların gözlerini açmak için Yol’a çıkmıştım, 1982 baharında, Cannes’te esmer yumruğumu havaya kaldırdım, o ilk kıvılcımla. O ilk kıvılcımı yoksul halkımdan aldım Arkadaş. Büyüttüm beynimde ve yüreğimde o ilk kıvılcımı aydınlık bir ateş olana kadar. Hiç korkmadım, hiç yüksünmedim, hiç yorulmadım; çünkü Çirkin de olsa bir Kraldım yoksul halkımın gönlünde. Bundan daha güzel ve anlamlı bir ödül de olamazdı. Devrimci esmer avuçlarımda tuttuğum o ilk kıvılcımın büyük bir ateşe dönüştüğünü gördüm, sürgünlüklerde, uzak Yollarda, Duvarlar arasında. Ateş, sistemin dayattığı duvarları yıkmıştı, sınırları yakmıştı. Halkım, kanını emen “eşek arılarını” görmüştü, kendi ürettiği balı yemenin kendi hakkı olduğunu anlamıştı.

Ben hep Çirkin bir Kral olarak kalacağım Arkadaş. Bu benim için güzel bir hatıra, devrimci bir hatırlatma. ‘Yürüyeceğiz el ele’ bir ömür boyu değil, sonsuza dek. Halkımı ağlatanlara haddini bildirmek, gerçekleri gün yüzüne çıkarmak, insanca yaşamak için Yola çıkmıştık. Amacıma ulaştım mı? Sesi nerede Melike’nin? Halkım dinliyor mu bizim şarkımızı? Arkadaşların ayrı düşen Yollarını büyülü Beyaz Perdede birleştirmek için Yol’a çıkmamış mıydık? Beyaz Perdeyi bir fon olarak kullanmıştım, hiç hor kullanmadan. Amacıma ulaştım mı Arkadaş? Susma, konuş Arkadaş.

Bazı zamanlarda esmer avuçlarımda tuttuğum o ilk kıvılcımın hatırası yüreğimi Acı’tıyor Arkadaş. Bütün evlatlarını yitiren bir Baba gibi oturup Ağıt yakmak istediğim zamanlar oluyor. Biz Duvar’ları yıktık ama sistem dijital duvarlar, kozmik ağlar, siber kalkanlar üretti Arkadaş. Bunları kim, nasıl gösterecek halkıma. Açtığım Yolda sistemin sanal zorbalarının gerçek yüzünü ortaya koyacak arkadaşlar çıkar mı ha? ‘Evet Arkadaş, kim olduğunu, nereden gelip, nereye gittiğini ben sana öğrettim.’ Şimdi sıra sende. Esmer avuçlarımda o ilk kıvılcımın hatırasını Melike’nin sesinde hissedersen, sistemin yeni oyunlarını öteki arkadaşlara gösterebilirsin belki.

‘Ben senin elinden tutup karanlıklardan aydınlıklara çıkarmaya çalıştım.’ Bütün gücümle uğraştım; bilirsin. Sıra sende Arkadaş. Sistem yeni oyunlarında karanlıkları aydınlık diye yutturmaya başlamış, yine halkımın aklını çelmiş. Yeni bir yorumla, yeni sözlerle, yeni Beyaz Perdelerde sistemin dayattığı aydınlıkların sahte olduğunu en iyi sen ortaya koyabilirsin Arkadaş. Bunu ancak sen yapabilirsin. Ben Paris karanlığında, sen sanal Duvarlar arasında; ortaya çıkmalısın Arkadaş. 1970’lerin, 80’lerin karanlık ve soğuk Duvarlarını nasıl yıktığımı hatırla. Ben de senin gibi tek başımaydım ve Yola çıkmaya hükümlüydüm. Yol yürüyenindir. Çıkmıştım ve Yolumu bulmuştum. Yolumu hep Umutlarla bezemiştim. Umut tohumlarını ekme sırası sende Arkadaş.

Melike’yi, öteki arkadaşları hatırla. Ne güzel arkadaşlardık ne güzel zamanlardı. Hep de çocuklarımıza güzel yarınlar bırakmak hayalimiz vardı. Her defasında çocuklarımız için yaşıyorduk, çocuklarımız için ölüyorduk. Güzel değil miydi Arkadaş? Değmez miydi? Karanlıkları unutmadan, çektiğimiz Acı’lardan ve yaktığımız Ağıt’lardan utanmadan. Söyle arkadaş: Yanlış mıydık bir başkasının doğrusunda, yalnız mıydık soğuk ve kirli Duvarlar arasında? Ama şarkılarımız, şiirlerimiz, sözlerimiz ve o ilk kıvılcımın hatırası vardı elimizde, avucumuzda, kalbimizin derinliklerinde.

Belki istediğin gibi biri olamayacağım Arkadaş, uzaktan bakıp bakıp ağlayacağım. Gözyaşlarımı silen Yol Arkadaşlarım olmayacak. Olsun Arkadaş. Kimsesiz ve huzursuz gözyaşlarımla doğmamış çocuklarımıza mektuplar yazacağım. Bizim suçumuz değildi. Kanlı göz yaşlarla yoğrulmuş bir coğrafyada gözlerimizi açmıştık. Açtık hep, açıktaydık. Şiirler yalnızlığımızı sarıp sarmalayamaya yetmiyordu. Her gece ölüme yaşamlarımızı armağan ediyorduk. Başımızın altında doğmamış çocuklarımızın iniltileri, uyuyamıyorduk. Delik deşik olmuş uykularla sabahları zor ediyorduk. Avuçlarımız nasırlıydı, ayaklarımız parçalanıp tuzlanmış.

Kalbim ağrıyor Arkadaş. Doğmamış çocuklarımız kalbimi tutuyorlar, ben bir başka ölüyorum içimde, bir başka doğuruyorum Umut’larımı, Acı’larımı, bir başka yakıyorum Ağıt’larımı. Çok yalnızdık, Arkadaş. İçinden kırılmıştı 1982’nin baharında, Cannes’te havaya kaldırdığım esmer yumruğum. Yalnız ölemiyordum Arkadaş; doğmamış çocuklarımızın iniltisi rahat bırakmıyordu.

Hayat çok acımasızdı, zalimlerden hiç vicdan merhamet yoktu Arkadaş. ‘Bir gün birbirimizden ayrı düşebiliriz.’ Ben Paris karanlığında, sen sistemin yeni sahte aydınlığında. Aramıza kıyamet gibi mesafeler girebilir. Öpmeye kıyamadığımız çocuklarımız ölebilirler yarınları görmeden. Ama Yollarımız hiç ayrılmayacak Arkadaş. Bizi aynı ateş yaktı, aynı ateşte yandı beynimiz, kalbimiz ve gözlerimiz. Kim bizi birbirimizden ayırabilir Arkadaş? Kimin buna güce yetebilir? Kim kalbimizi ele geçirebilir, beynimize hükmedebilir, gözlerimizdeki ışığı söndürebilir?

Ben inandım Arkadaş: Bir Gün Mutlaka 1982 baharında, Cannes’te havada tuttuğumuz esmer yumruğumuz yankısını bulacak, o ilk kıvılcımın hatırası ve Melike’nin sesi kalbimizde, beynimizde ve gözlerimizde Umut ile meyvesine duracak.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır