Edward Said’ten hareketle soru(nu)muza iki noktadan açıklık getirmeye çalışalım. Birinci noktada, entelektüelin ne olduğu; ikinci noktada, Kürt realitesine entelektüel bir açıdan bakmak.
Aslında gönül isterdi ki, herkesin/her kesimin anladığı anlamda entelektüelliğe sağduyu anlamı yakıştırılsın. Ama görünen odur ki hâkim kapitalist paradigmanın dayatmasıyla, entelektüellik salt muhaliflik olarak anlaşılmaktadır.
Amerika’nın Irak’ı işgal etmesine karşı çıkmak entelektüelliktir de neden Kürt sorununda tavır almak entelektüellikten sayılmıyor. Kürt sorunu hâlâ lokallikten kurtulamadığı için mi bazı ‘şeyler’ görünmezlikten geliniyor.
Bu açıdan ben yakın zamanda aramızdan ayrılan Harold Pinter’i saygıyla anarak ona göre entelektüelin ne olduğu/ne olmadığı örneğini veriyorum. Kürtlerle ilgili yazdığı oyunda entelektüelliğin ne olduğunu ortaya koymuştur: Ötekinin varlığını kabul etmek.
Bu ülkede Kürtler hep öteki olarak görüldü, yok sayıldı. Pinter, oyunuyla bu zihniyetin yanlış olduğunu ortaya koydu. Bu da olabilecek en entelektüel tavırdır kanımca.
Antonio Gramsci Hapishane Defterleri’nde, bütün insanlar entelektüeldir ama toplumda herkes entelektüel işlevini görmez, der. Neden acaba? Çünkü birilerinin damarına basıp kodese boylamaktan korkmaktadırlar bazıları. Yani konforlu bataklıklarını kaybetmekten korkmaktadır bazı ‘düşünen beyinler.’ Gramsci bu tür düşünürlere “organik entelektüeller” der Defterleri’nin başka yerinde.
Regis Debray’ın deyişiyle, “Birey grupları kurumlarla ittifak kurar ve bu kurumlar sayesinde güç ve iktidar kazanırlar. Kurumların ağırlığı artıkça/azaldıkça, onlara bağlı -Gramsci’nin- “organik entelektüeller”in önemi de artar ya da azalır.”
Sorumuza devam edelim. Neden Kürt sorunu yeterince görülmemektedir veyahut fazlasıyla gözden kaçırılmaktadır. Hâkim paradigmaya ciddi eleştiriler yapan Russell Jacoby, Son Entelektüel’de duruma şu şekilde açıklık getirir: “ABD’de akademik olmayan entelektüel tamamen ortadan kalkmış, onun yerini de kendilerinden başka kimsenin anlamadığı bir jargonla konuşup yazan ürkek üniversite mensuplarından oluşan bir grup almıştır ki onları da toplumda kimse pek umursamamaktadır.”
Birileri Kürt realitesini konuşurken karınlarından konuşmaktadır, mırın kırın etmektedir, demeye getiriyoruz.
Edward Shils’e göre ise modern entelektüelin esas rolü, “hâkim normların karşısında olmaktır.” Bu bağlamda söyleyelim, bu ülkede kaç aydın hâkim normların karşına çıkabilmektedir? Muhalif düşünenleri yola getirmek için en çok kullanılan koz da “vatanseverlik” olmaktadır.
Neye kime göre vatanseverlik? Kim, kimin vatansever veyahut vatan haini olduğuna karar verebilir? Bunun ölçütü nedir? Hâkim normların haklılığı veyahut entelektüel tavrın yanlışlığı nerden kaynaklanmaktadır?
Görüldüğü gibi tarihin en ahlaklı düşünürleri entelektüele hep hâkim güç-iktidar karşısında muhalif rolü vermişlerdir. Gerçek entelektüel doğuştan muhaliftir.
Julien Benda’nın deyişiyle, “Entelektüel, insanlığın vicdanı olan süper yetenekli, ahlaki donanımları gelişkin filozof-krallardan oluşan bir avuç insandır.
Gerçek entelektüeller, bir tür ruhban sınıfını oluştururlar, pek nadir bulunan yaratıklardır; çünkü bu dünyaya ait olmayan ebedi hakikat ve adalet standartlarının bayraktarlığını yaparlar. O, pratik amaçlar gütmeyen faaliyetler yürütür, ‘benim krallığım bu dünyanın krallığı değildir’ der.
Entelektüel, güçlü kişiliklere sahip, su katılmadık bireyler olmak zorundadırlar; her şeyden önce de statüko karşısında daimi bir muhalefet durumunda olmaları gerekir. Entelektüelin kolektif tutkular düzeyinde düşünmeyi bırakıp dikkatlerini tüm uluslar ve halklara, evrensel olarak uygulanabilecek aşkın değerler üzerinde yaygınlaştırmaları gerekir.”
Alvin Gouldner’in deyişiyle, “eski para babası, mülk sahibi sınıfların yerini büyük ölçüde entelektüel yöneticiler aldı. Fakat eleştirel söylem kültürü üyeleri oldukları için geniş halk kesimlerine seslenemezler.”
Michel Foucault’ya göre ise evrensel entelektüel yerini, belli bir disiplinin içinde çalışan ama uzmanlığını her biçimde kullanabilen özgül entelektüele bırakmıştır.
Gelelim sorunumuzun ikinci ayağına, Kürtlerle ilgili boyutuna. Bugün dünyanın birçok ülkesinden gazeteci, araştırmacı, sosyolog, Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı yerinde incelemiştir ama yıllar boyunca bir arpa boyu yol kat edilmemiştir. Çünkü amaç üzüm yemek değil bağ sahiplerini birbirine düşürmektir. Asıl mesele bu bağın kaç sahibi olduğudur. Ne tuhaftır, Ortadoğu bağının birkaç sahibi vardır. Asıl sorun da bundan ortaya çıkmaktadır.
T. W. Adorno’nun, dünya üzerinde bir etki yaratmayı değil, bir gün, bir yerde birilerinin onun yazdıklarını tam da onun yazdığı gibi okuyacağını uman entelektüelini bir kenarda bırakalım, soralım apaçık: İktidar güçlerinde ezilenler, mazlumlar lehine bir etki yaratmayan entelektüel ne işe yarar.
Bunlara etiket entelektüel diyebiliriz. İktidarın nimetlerinden dolaylı yollardan görünmeden beslenmek bunların işi gücüdür. Arada sırada ezilmekten, sömürülmekten, savaşmaktan bahsedip sonra da susmaya devam ederler. Bu açıdan sırf Filistin’de Filistinlilere sembolik ve manevi destek vermek için İsraillilere taş atan Edward Said’i ayrı bir yere koymak gerekir.
Said’e göre, insan salt özel alanda kalarak entelektüel olamaz, zira sözcükleri kâğıda döküp yayımladığı anda kamusal dünyaya girmiş demektir. Hele bir entelektüelin dinleyicilerini mutlu etmesi diye bir şey söz konusu olamaz; işin özü sıkıntı verici, aykırı, hatta keyif kaçırıcı olmaktır.
Entelektüeller temsil etme sanatını görev edinmiş bireylerdir. İnandıkları şeyleri dile getirmekle yükümlüdürler. Said’e göre entelektüel eylemin iki temel özelliği vardır. Dili iyi kullanmayı bilmek ve dile ne zaman müdahale edeceğini bilmek. Entelektüel, dile özel bir ses, kendine özgü bir vurgu ve nihayet kendisine ait bir perspektif getirmeyi umduğu için de milli bir dil kullanmak durumundadır.
Entelektüelin, dayanışma ve çabalarının odak noktası siyaset olmalıdır. Düşünür siyasal mücadele içinde hakikatin değeri ile bizzat ilişki kurmazsa, yaşanan deneyimlerin bütününü sorumlu bir biçimde ele alamaz.
Said’e göre, entelektüel kesinlikle zayıf olanların ve temsil edilmeyenlerin safına aittir. Bu bakımdan Türkiye’de ben entelektüelim diyen her düşünürün, fikir adamının, hala ciddi biçimde bir temsil sorunu, var oluş kaygısı ve kendini ifade etme sıkıntısı yaşayan Kürtlerin haklarını savunması gerekir. Her yerde ve her koşulda Kürtlerden yana tavır alması gerekir; çünkü bir millet olarak Kürtler yeryüzünün en eski toplumları olmasına rağmen, hala tarihte hak ettikleri yerde bulunmamaktadırlar.
Said’e göre entelektüelin görevi krizi evrenselleştirmek, belli bir ırkın/ulusun çektiği acıları daha geniş bir insani bağlama oturtup bu deneyimi başkalarının acılarıyla ilişkilendirmektir. Acının dili aynıdır, gözyaşlarının rengi aynı olması gibi.
Bu açıdan tarihin en eski milletlerinden biri olan Kürtlerin, acı ve gözyaşlarından ziyadesiyle nasiplenmesi tesadüf olmasa gerek. Bir Kürt bütün insanları anlayabilir, bütün insanlara ulaşabilir; çünkü bir Kürt acının her türlüsü yaşamıştır.
Entelektüel kendini tamamen bir hükümetin siyasi hedeflerine, büyük bir şirkete ya da kafaları aynı biçimde çalışan profesyonellerden oluşan bir loncaya teslim etmiş bir memur ya da işçi değildir. Entelektüelin, kutsal metinlerin ve inançların bütün gardiyanları ile ömür boyu süren bir mücadele içine girmesi gerekir. Onun tek dayanağı ödünsüz düşünce ve ifade özgürlüğüdür.
Kürt hareketi içinde yer alanlar, entelektüelliğin ve iktidar gücünün neresinde duruyorlar?
Said’e göre, kimse hayatının her anında her konu hakkında söz alamaz. Ama insanın kendi toplumunun yurttaşlarına hesap vermek zorunda olan yerleşik ve yetkili güç odaklarına seslenme konusunda özel bir görevi vardır. Özellikle de bu güçler apaçık ahlakdışı ve kendisinden çok daha güçsüz bir tarafa karşı yürütülen bir savaşta ya da kasten ayrımcılığı, baskı yapmayı ve toplu zulmü hedefleyen programlar için kullanıldığında…
Evet, yalnız başına konuşur Entelektüel ancak kendini gerçeklikle, halkla ve ideallerinin peşinde koşanlarla birleştirdiğinde yankı bulur sesi.
Misafir