Yaklaşık yüz yıldır Filistin’de kan, gözyaşı, terör ve katliam yaşanıyor. Bölgede onlarca devlet kurulurken Filistin halkının “ulus devlet” talebi karşılık bulmamış ve sorun derinleştirilerek günümüze taşınmıştır.
Esas olarak İsrail devleti, bir Batı projesiydi. Batıda yaşayan Yahudi topluluklar artık istenmiyordu ve giderek planlanmış Yahudi düşmanlığı tırmanıyordu. Yahudilere karşı ayırımcılık, devlet politikaları olarak uygulanmaya başlandı. Bunun sonucu olarak Batının her bölgesinde Yahudiler öldürülüyor, mal ve mülkleri yağmalanıyordu. Bunun sonucu olarak Almanya ve Polonya örneğinde olduğu gibi Yahudiler toplu bir soykırıma maruz kaldılar, kurtulanlar da tehcire tabi tutuldular.
Batıda bütün bunlar olurken Müslüman coğrafyasında Yahudiler dönemin koşullarına göre barış ve güven içinde yaşamaya devam ediyordu. Filistin, Yahudiler için en güvenilir bölge durumundaydı, Yahudi göçün bir kısmının bu topraklarda gerçekleşmesi Müslümanlar için de bir sorun teşkil etmiyordu.
Daha sonra ortaya çıktı ki göç eden Yahudiler mağdur ve masum olsalar da Göç’ün kendisi Batı’nın hain bir planının sonucuydu. Kısa bir süre sonra Filistin topraklarında, Batı desteğinde Siyonist terör eylemleri başladı. Filistin halkı için kabul edilmeyen ulus devlet talebi, Yahudiler için fiili bir durum oluşturularak, üstelik korsan bir devlet biçiminde kuruldu. Çünkü bu devlet, Birleşmiş Milletler onayıyla kurulmuyordu. Korsan olmasına rağmen İsrail devletini ilk tanıyan Müslüman ülke de Türkiye olmuştur.
--
İsrail işgaline karşı Filistin özgürlük savaşçılarının “bağımsız devlet” talebi sol-sosyalist ülke ve gruplar dışında karşılık bulmadı. Bölge ülkeleri arasında Bağımsız Filistin devletini destekleyenlerin başında Irak, Suriye ve Libya vardı ancak bunlar da İsrail devletini yok saydıkları için BM (Birleşmiş Milletler) nezdinde etkisiz kalıyordu. Sol ve sosyalist parti ve grupların desteği de kâfi gelmiyordu.
Kuşkusuz sorun “ulus devlet” talebi değildi. Aksi halde bölgede başka ulus devlerin de kurulmaması gerekirdi. Yaşanan son soykırım ve trajik olaylardan da anlıyoruz ki Filistin halkı, yalnız İsrail devleti için değil, Müslüman devletlerin oligarşik düzenleri için de kurban olarak seçilmişlerdir. Türkiye dahil bölge ülkelerinin soykırım ve abluka karşısındaki tutumları bu iddiamı yeterince güçlendirmektedir.
Gerçekte Filistin toprakları etnik veya din temelinde bir devlet için uygun değildi. Filistin kurtuluş hareketi de bu amacı taşımıyordu. Ancak sosyalist bir devlet olarak kurulması da başta Suudi Arabistan olmak üzere krallık ile yönetilen Körfez coğrafyası için bir tehdit oluşturuyordu.
Kadim Kudüs kenti nedeniyle Filistin’e bir kutsallık da atfedilmiştir. Kutsallık, farklı inançlar arasında çatışmalar ve bölünmek için önemli bir gerekçe oluşturmaktadır. Bu konumu, dışardan müdahaleleri de kolaylaştırmıştır. Kuşkusuz bu durum İsrail kadar Müslüman ülkeler için de müdahale gerekçesi yapılmıştır. Çok yönlü müdahaleler de Filistin sorununu çok daha karmaşık hale getirmiştir.
Farklı üç dinin kutsal mabetlerinin olduğu bu topraklarda çoğulcu bir toplumsal yapı vardır. Kurulacak bir devletin her kesimi kapsaması gerekir. Din, ideoloji veya etnik ulus temelinde kurulacak bir devlette barış ve istikrar asla mümkün değildir. İsrail devleti bunun açık bir örneğidir.
Dini ve ideolojik bir savaş Filistin halkı için en önemli sorun oluştururken, İsrail için de en büyük avantaj teşkil ediyor. Bu ikircil yaklaşım ve handikap bölge devletleri ve İsrail destekçileri için bir utanç ve ayıp olması gerekir.
--
İslamcı grupların Filistin’e ilgisi 1970’li yıllarda, özellikle 1979-İran devrimiyle görünür halde geldi. HAMAS’ın kuruluşuyla birlikte artık İslamcıların da bir “Filistin davası” oldu. HAMAS, intifada ve intihar saldırılarıyla Filistin özgürlük hareketini yeniden şekillendirerek dini bir merkeze oturttu.
Bu yeni silahlı şiddet hareketi Filistin-İsrail çatışmasını başka bir boyuta taşıdı. Devlet terörüne karşı HAMAS, örgütsel terör eylemleriyle karşılık vermeye başladı. Ne yazık ki HAMAS, eylemleriyle bir “Terör Örgütü” olarak tanımlanırken, İsrail’in terörü “meşru bir savaş” olarak destek gördü. Peter Ustinov’un "Yoksulların savaşına terör, zenginlerin terörüne savaş denir” sözü sanki Filistin ve İsrail için söylenmişti.
Bu gelişme, İsrail ve bölge ülkelerinin arayıp da bulamadıkları yeni bir ortam oluşturdu. Çünkü HAMAS ile bir barış ve istikrar sağlanmayacağını hepsi biliyordu. Belki de bu nedenle güçlenmesine de katkı sundular.
Türkiye’nin başını çektiği BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında Irak-Libya ve Suriye yönetimlerinin tasfiye edilmesiyle Filistin Bağımsızlık Mücadelesi geriletilerek yerine dinci bir hareket olarak bilinen HAMAS daha çok öne çıkarıldı
HAMAS’ın etkin olmasında İran kadar Türkiye’nin de büyük katkısı olduğunu belirtmeliyim. HAMAS liderlerinin Türkiye’de ağırlandığını ve CB Erdoğan’dan doğrudan destek aldığını hepimiz biliyoruz. Bu destekle, başından itibaren Filistin Kurtuluş Hareketini destekleyen Türkiye’nin Filistin politikasında da bir değişikliğe gidildiği açıkça görülmüş oldu.
Elbette Bağımsız Filistin devleti önünde engel tek başına HAMAS değildir. Başından itibaren Filistin için çoğulcu demokratik bir hukuk devletine ihtiyaç vardı. Böyle bir devletin, öncelikle krallığın hüküm sürdüğü Suudi Arabistan ve Körfez devletleri için bir tehdit oluşturacağı belliydi. Bu nedenle bağımsız devlet olmasını engelleyenlerin başında İsrail devleti değil, Körfez devletleri ve Müslüman ülkeler gelmektedir. Çünkü çoğulculuk, özgürlük ve hukuk, bölge rejimleri için büyük bir tehdit demektir.
Gazze’de yaşanan trajedinin birinci derecede suçlusu İsrail devleti-Netanyahu ve hamisi Trump ise ikinci derecede suçlu olan Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır devletleridir. Bu üç ülkenin doğrudan olmasa da dolaylı olarak İsrail’in yanında yer aldığı biliniyor. Üç devletin Filistin lehine bir ittifakı söz konusu olsaydı hiç şüphesiz İsrail bu katliamları, işgal ve soykırımı yapamazdı. Buna seyirci kalmalarının ağır vebali ve büyük utancı da Müslüman ülkelerin sicillerinde hep kalacaktır.
Ayrıca bu üç ülkede Filistin lehine yapılan gösterilerin yönetime baskı unsuru olarak değil de doğrudan İsrail’i lanetlemeye yönelik olması da sinsi bir iktidar politikasıdır. Samimi gösterilerin amacı bu üç devletin İsrail üzerinde baskı oluşturmasına yönelik olmalıdır. Filistin halkı kan ağlarken, Müslümanlık iddiasında olanların istismarı büyük bir utanç olsa gerek.
Katliamlara ve Müslüman ülke liderlerinin ikiyüzlü politikalarına rağmen Filistin özgür ve bağımsız bir devlet olmak zorundadır, olacaktır da. Filistin halkı bunu fazlasıyla hak ediyor. Ayrıca biliyoruz ki Bağımsız Filistin devleti kurulmadıkça bölge istikrara kavuşamayacaktır.
Misafir