21 Kasım 2024


DUYARSIZ KALINAN GERÇEKLER



Dr. Oğuz FİDAN

A- A+

Çok sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Stratejik eylemler ve manipülasyonlarla kuşatılıyoruz. Küreselleşme ve milliyetçilik dalgaları, faşizm ruhunu kışkırtıyor. Hem ulusal düzlemde, hem de küresel düzlemde, tek bir ideolojik-ırkçı çizgiye mahkum ediliyoruz. Hemen her ülkede Amerika, baskı ve sömürüsünü hissettiriyor. Ortadoğuda ki zülümler, akan kan ve gözyaşları islam ülkelerinde Amerikan düşmanlığını arttırırken, Amerika ve Avrupa’da da islamafobi etkisini hissettiriyor. Bütün islam ülkeleri, Amerika’nın, Avrupa’nın ya da İsrail’in istediği doğrultuda siyaset yapmaya zorlanıyor. Özgürlük ile ilgili tartışmalar güvenlik açısından bir takım spekülasyonlarla, hukuk dışı arayışlara neden oluyor. Faşizan iklim, yaşamın tüm alanlarında tek seslilik ve açılımlara kapalı bir toplum oluşturuyor.

    Faşizm’ler, diyalektik bir süreç içinde çözümler üreterek var olmak yerine, ideolojik temelli ırkçı karşıtlıklar üreterek var olmaya çalışıyor. Genel olarak, toplumsal bilinç ve algıdan yoksunluk, sıkıntı verici gelişmelere ve sonuçta faşizmin kontrol edilemeyen yükselişine imkan veriyor. Kaos ortamlarında, ahlaki duruşların yerini, konjonktürel duruşlar, ideolojik duruşlar alıyor. Resmi tarih ve ideolojinin ortaya koyduğu paradigma; egemenlerin lehine, çok sesli fakat monopolitik bir yapı göstermektedir. Bu sistem de muğlak korkular ve güvenlik paranoyaları ile iletişim bozuklukları, iletişim kirliliği, anlayışsızlıklar, yanıltıcı yönlendirmeler, karşılıklı güvensizlikler sosyal alanı işgal ediyor. Hemen her kesim, gerçekleri kendi çıkarları doğrultusunda yorumlamaya, istismar etmeye çalışıyor. Ahlaki değerini kaybeden, ahlaki değere önem vermeyen ideolojik kabuller, bütünüyle düşüncesiz, muhakemesiz, sağduyusuz kabuller olarak somutlaşıyor. İdeolojik kabullerin yüzeysel ve sahte gerekçelere dayandığını görüyoruz.

    Emperyalist güçler tarafından sistemetik bir biçimde sürüleştirilen toplumlarda, emperyalist seçkinler ya da devlet seçkinleri eliyle sürdürülen siyaset mühendisliği girişimleri hiç bitmiyor. Son dönemlerde Türkiye’de yaşandığı üzere, batılı hayat tarzını eksiksiz biçimde putlaştıran kesimler, batı karşıtı sloganlarla sokak siyaseti yapıyor. Siyaset manipülasyon unsuru haline geliyor. Müslümanlar olarak, kendimiz gibi yaşayıp kendimiz gibi kalmak istediğimiz ve emperyalist dayatmalara boyun eğmeyip onlara muhalefet ettiğimiz için “terörist” ilan edilerek baskılara maruz kalıyoruz.

    Bireyler gibi toplumlar da, birbirlerine ve dünyaya kapalı yaşadıkları taktirde, farklılıklar arasındaki karşıtlıklar derinleşiyor. Birbirimizi anlamaya çalışmadan birbirimizi tanımlamaya çalışıyoruz. Bu da birbirimizi “öteki” olarak algılamamıza neden oluyor. Düşünsel ve algısal bir sefalet nedeniyle, Türkiye’de yaşandığı üzere, toplumun kimlik kaynağına yönelik saldırılar kurumsallaşabiliyor.

    Konjonktürel koşullar, insanların renkten renge girmesine, sonunda renksizleşmesine neden oluyor, insanlar kendi kendilerini ötekileştiriyor. Marks’ın söylediği gibi günümüzün kapitalist toplumunda kişi kendini üretemeyerek kendine ve dolayısıyla topluma ve sisteme yabancılaşıyor. Böylesi koşullarda, temel anlamların, davranışların yerini, koşullara bağlı anlamlar/davranışlar alıyor. Irkçılıklar bir siyaset biçimine, bir ideolojiye dönüşüyor. Kan’a dayalı siyaset gibi iğrençlikler yaşanabiliyor, savunabiliyor. Ahlakın, vicdanın ve adaletin buharlaşması, nasıl korkunç bir dünyada yaşadığımızı gösteriyor. Ahlaki sınırlamalara hiç kimsenin saygısının kalmadığını dehşetle görüyoruz.

    Devlet, siyasal alanı bütünüyle kuşatınca, siyasetin öznesi olan toplum siyasete müdahil olamıyor. Toplumun siyasal tercihlerine saygı duymayan bir düzende, hiçbir şekilde siyasal meşruiyetten söz edilemez. Bugün, Türkiye’de siyasetin temel işlevleri, sorumlulukları, nitelikleri konuşulmuyor, tartışılmıyor. Siyasette olağan süreçler yaşanamadığı için, rejimin ideolojik paranoyaları konuşuluyor. Bu ideolojik paranoya yüzünden gerçeğin ve aklı selimin yerine, histeri ve dezenformasyon geçmiş bulunuyor. Korkular ve vehimlerin hakim olduğu iklimde akıl dumura uğrar ve tefekkür kaybolur.

    Siyaset dünyası, algısal zehirlenmelerle, kibirli ahmaklıklarla, yapay çekişmelerle, ihtiraslarla, kabuslarla dolu. Sembolik sorunlar, gerçek sorunların tartışılmasına izin vermiyor. Şekil özün önüne geçiyor. Somut siyasal gündem yerine, türban ve ideolojik laiklik temelinde sloganlar yükseltiliyor. İdeolojik hezeyanlar, kitle histerisine dönüştürülebiliyor. Niteliği belli olmayan bir siyasal düzende yaşıyoruz. Makyavelist bir zihniyet, süreci kendi çıkarları doğrultusunda manipüle edebiliyor. İdeolojik cehalet, basmakalıp, derinliksiz, ufuksuz düşüncelerle varlığını somutlaştırıyor. Yerel düzlemde de, küresel düzlemde de, gördüğümüz ve yaşadığımız üzere ideolojik amaçlar, çok kirli de olsa, çok iğrenç de olsa, her aracı meşru kılabiliyor. Günümüzde hem yerel gerçeklik, hem de küresel gerçeklik bilinçli olarak algılanmıyor, yaşanmıyor, yorumlanmıyor, sadece seyrediliyor. Kitleler her durumda emperyalist propagandaya açık hale gelmiş ve faşistler her zaman korku sömürüsü yaparak faşizmlerini sürdürüyor. Emperyalist tekeller silah, petrol ve uyuşturucu ticaretini elinde bulunduruyorlar. Milliyetçilik Türkiye’de yıllardır yaşandığı üzere, kimi çıkarlar için araç olarak kullanılıyor. Milliyetçilik bütün etnik unsurlar için, popüler bir toplumsallaştırma aracı haline getirilebiliyor.

    Karşı karşıya bulunduğumuz zülüm ve baskılar karşısında, kendi kendimizi, bir birimizi aydınlatarak, yoğunluklarımızı, derinliklerimizi ve sesimizi çoğaltmalıyız. Her durumda kendimiz kalmasını bilerek, rol yapmadan ve benzemeye çalışmadan, inandığımız doğrularla yaşamalıyız. Bizim dışımızda, bize rağmen gerçekleştirilen ve bize dayatılan genel söylemi gereği gibi sorgulayabilmeliyiz. Hepimiz bir tutarlılık çizgisi üzerinde bulunmalıyız. İçerisinden geçtiğimiz dönemin duyguları bizleri baskı altına almamalı, duygu ve düşüncelerimize hakim olmalıyız. Neyin gerçeklik, neyin kurmaca olduğunu ayırt etmek için, dikkatlerimizi yoğunlaştırmalıyız. Kendi gücümüzün farkına varmamak, kendi gücümüze sahip olmamak gibi bir sorunumuz var. Bu sorunu çözümlemeye çalışmalı ve kendimizi resmi paradigmanın sınırları içerisine hapsetmemeliyiz.

    Tarihsel olaylara, gelişmelere kayıtsız kalanlar bunun sonuçlarına katlanırlar.

    Hayatı ve tarihi nesnel bir şekilde algılayıp, değerlendiremiyoruz. Birey olmamızın gereğini yerine getirmek için etken olmalıyız. Pasifist bir konum ve pasifist bir yöntem kabul edilemez.

    Günümüzde hem yerel anlamda, hem de küresel anlamda, bütünüyle islam toplumlarında, “terör tehdidi” bahanesiyle, toplumlarımızın siyasetleri ve hayatları kontrol ediliyor. Emperyalist kapitalist sömürü karşısında, direniş hareketleri çok ağır bedeller ödüyor. Toplumlarımızı köleleştirmek isteyen süreçler karşısında eleştirel bir siyasal bilince sahip olmalıyız.

    İslamın adalet duygusu temelinde özgürlüklerin sınırlarının yeniden çizilmesi ve eşitlik idealini gerçekleştirmek için hep birlikte çaba gösterilmesi gereklidir.

 

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır