İktidara yakın çevrelerin ısrarla ileri sürdüğünün ve herhalde çoğunun samimiyetle inandığının tersine AKP, uluslararası ilişkilerde 23 yıllık dönemin en sorunlu ve en zor günlerini yaşıyor. Dış ilişkiler dip yapmış durumda, Türkiye hiç bu kadar yüksek riskli bir duruma düşmemişti.
“AB kapımıza geldi, Suriye’nin anahtarı bizde, ABD Başkanı Trump kankamız, uluslararası konjonktür lehimize döndü” masalları doğru değil. Gerçekler çok farklı.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hukuksuz şekilde önce diplomasının iptal edilmesi ardından tutuklanmasının bu sonuca katkısı açık, ama elbet en önemli neden değil. AKP iktidarı, 2011’den sonra yani “ustalık döneminden” itibaren 15 yıldır izlediği ideolojik saplantıların gölgesi altında kavrulmuş ve Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmayan politikalar sonunda bu noktaya sürüklendi.
Bizim için en büyük ağırlık taşıyan Avrupa, Rusya, Amerika ve Ortadoğu açısından durumu görelim.
* * *
Türkiye hiç bu kadar kalın ve sert çizgilerle Avrupa dışında kalmamıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen ay dile getirdiği “Avrupa’yı ancak Türkiye kurtarır” söylemi inandırıcılıktan yoksun, zaten dışarda ciddiye alan yok.
Merkezi İsveç’te bulunan V-DEM INSTITUTE adlı kurumun her yıl yayınladığı küresel demokrasi raporları, konusunda en itibarlı olanlar arasında. V-DEM Demokrasi Raporu 2025, 179 ülkeyi %10’luk gruplarda toplayarak 10 sınıfa ayırmış. Türkiye’de demokrasi 8. sınıfta, 179 ülke arasında 139. sırada. Afrika ülkelerinin büyük çoğunluğu Türkiye’den daha iyi durumda.
Türkiye 8. sınıf demokrasisi ile mi Avrupa’yı kurtaracak?!
Daha önemlisi, “temel haklar ve özgürlükler, hukuk devleti, yasama ve yargının bağımsızlığı” gibi ölçütleri kapsayan Özgürlükçü Bileşen açısından Türkiye daha da aşağıda, 9. sınıfta. Özgürlükçü Bileşen açısından Mısır ve Libya’dan bile daha kötü durumdayız.
Milletin ve devletin çıkarları açısından sürdürülebilir olmayan bu durum, değişmek zorunda ve değişecektir.
Tarihsel olarak Batı ülkelerinin iç rejimlerinin temel değerleri arasında yer alan demokrasi ve özgürlükler, dış politikalarında büyük öncelik taşımadı. Bugün de öyle.
AB’de siyasi konuların tartışıldığı platformlarda Türkiye’nin mevcut 8. sınıf demokrasisi ile, eşit söz ve oy hakkına sahip bir ülke olarak yer alması mümkün değil. Bu prensip, Avrupa’nın savunma sorunlarının müzakere edildiği zeminlerde de geçerli. İngiltere yer alabilir ama Türkiye değil.
Avrupa şimdi yeni savunma mimarisini müzakere ediyor. Günün sonunda Türkiye’den askeri malzeme satın alabilir, kendilerinin oluşturacağı ve yöneteceği planlama içinde, eğer sıcak savaş çıkarsa, Türkiye’nin askeri gücünü kullanmak da isteyebilir. Hepsi o kadar.
Rusya ile güven ilişkisi sıfır noktasında. AKP iktidarı işbaşında kaldıkça Ankara ve Moskova arasında tekrar iyi ve olumlu ilişkiler kurulabilmesi çok zor.
Düşünün ki Rusya lideri Putin, Ukrayna barış müzakereleri için aslında en uygun mekan olan Türkiye’ye adım atmak dahi istemedi. Daha ayrıntılı buradan okuyabilirsiniz, Rusya ilişkileri tamamen o analizde öngördüğümüz gibi gidiyor.
Putin büyük olasılıkla Dışişleri Bakanı Lavrov’dan ve diğer dış politika sözcülerinden, kendilerini kontrol etmelerini ve Türkiye hakkında şimdilik olumsuz laflar etmemelerini istiyor. Ukrayna savaşının bitmesini bekliyorlar.
Türkiye gibi ülkeler için dış politikada kalkışılacak en tehlikeli işlerden biri, iki Büyük Gücü birbirine karşı oynamaktır. Arada kalıp sıkışır, ezilebilirsiniz.
AKP şark kurnazlığı yaptı, S-400’ler ve Suriye örneklerinde oluğu gibi, Rusya ve Amerika’yı uzun süre birbirine karşı oynadı. Şimdi o oyun bitti, ama henüz hesaplar kapanmadı.
Ankara hiçbir zaman Washington karşısında bu kadar zayıf durumda olmadı.
Çünkü Ankara’nın manevra alanının iyice daraldığını Trump yönetimi görüyor ve sadece talepte bunacaklar. Biliyorlar ki AKP’nin hayır diyebilme şansı artık çok az.
Türkiye Amerika karşısında hiç bu kadar pazarlık gücünden yoksun duruma düşmemişti.
AKP yönetimi Ortadoğu’da en güçlü durumda olduğu ileri sürülen Suriye’de en büyük yüklerin, risklerin ve tehlikelerin altında.
Yandaş medya Trump’ın “Suriye’nin anahtarı Türkiye’de” diye dile getirdiği ucuz diplomasiyi aylardır tepe tepe kullanıyor.
İsrail Suriye’nin güneyinde Dürzi bölgesini işgal etti, işgal alanını genişletiyor, kesintisiz şekilde ülkenin her köşesini bombalıyor. Türkiye’nin elindeki nasıl bir anahtar ki?
Şam ile Suriye Kürtleri arasında imzalanan 10 Mart Mutabakatı Amerika tarafından kotarıldı, ama “anahtarı elinde tutan” Ankara’ya ne düşündüğünü danışmak bir yana, bilgi bile verilmedi!
Belli ki Trump dahi o anahtarı ciddiye almıyor.
Washington o Mutabakat için iki ayı aşkın süre uğraştı, İngiltere ve Fransa’yı devreye soktu, ama Türkiye’ye haber bile etmedi. Şam’da neler oluyor, anlamak için iki Bakan ve MİT Başkanı 13 Mart’ta acele Şam’a gitmek durumunda kaldı.
Anahtar nerede?
Mutabakat, Suriyeli Kürtlere yasal tanınma ve Ankara’nın askeri operasyonları nedeniyle boşalttıkları bölgelere geri dönüşlerini (Afrin gibi) öngörüyor. Çok farklı anlamlara yorumlanabilecek bir dille kaleme alınmış, kritik konuların ayrıntıları ancak zaman içinde belli olacak. Ancak görünen, doğuda Kürtlerin yönetimi bir şekilde sürecek.
Ayrıca, Ankara’nın yüksek sesle dile getirdiği taleplerin net şekilde karşılandığını söyleyebilmek zor (YPG içinde Suriyeli olmayanlar ülkeyi terk etsin gibi). Askeri operasyon söylemi de son zamanlarda pek duyulmuyor.
Suriye’nin Humus vilayetinin çöl bölgesinde T4 (veya El Tiyas) hava üssünü Türkiye’nin devralacağı haberleri çıktı, hemen ardından İsrail o üssü de bombaladı. İsrail Başbakanı Netanyahu, Suriye’de Türkiye ile çatışmanın kaçınılmaz olduğunu söylüyor.
10 Mart Mutabakatı imzalanmadan hemen önce, Esed rejimi yanlısı ve Dürzi bazı unsurlar silahlı direniş başlattı. Şam yönetimine bağlı kuvvetler o kalkışmayı bastırırken, Lazkiye ve Tartus bölgesinde isyanla ilişkisi olmayan çok sayıda Aleviyi katletti, binden fazla, bazı kaynaklara göre binlerce masum ve sivil insanı en vahşi şekilde öldürdüler.
Sadece bu katliam dahi, Vehhabi ideolojiye bağlı mevcut Şam yönetiminin ve ona bağlı Cihatçı Selefi silahlı güçlerin Suriye’nin bütünlüğünü sağlamasının mümkün olmadığını gösteriyor. Son kurulan yeni Şam hükümetinin yapısı da öyle.
O günlerde olaylar hakkında AKP’den en üst düzeyden yapılan açıklamalarda, katliamlara karşı bir kınamanın dahi dile getirilmedi. İlk kınama, izleyebildiğim kadar, ancak haftalar sonra ve alt düzey bir parti sözcüsünden geldi.
Suriye’nin olası parçalanması hangi biçimler altında gerçekleşecek, zaman gösterecek.
Türkiye, 13 yıl süren iç savaşta yıkıma uğramış Suriye’yi taşıma ve ayağa kaldırma gücüne ekonomik olarak sahip değil.
Ortadaki istikrarsızlık tablosunun kritik sonuçlarından biri, Suriyeli göçmenlerin geri dönüşünün bir hayal olduğu. Dört aydır kaç kişi geri döndü ki?
Aksine, daha fazla göçmen olasılığı söz konusu.
AKP’nin Suriye siyaseti, Cumhuriyet tarihinin en büyük dış politika başarısızlığı olmaya devam ediyor.
AKP yandaşlarının “uygun konjonktür” dediği bu. Avrupa’dan en sert çizgilerle dışlanmış, Rusya ile güven ilişkisi sıfırlanmış, Amerika karşısında en zayıf konuma sürüklenmiş, başta Suriye bölgede ağır risklerle yüz yüze bir ülke.
* * *
Bir de AKP’nin sorumlu olmadığı dünya konjonktürü var.
Soğuk Savaş sonrasında Amerika’nın tek başına küresel hegemonya sahibi olduğu uluslararası sistem bitti. Dünya çok kutuplu, çok merkezli yeni bir düzene geçişin kargaşasını yaşıyor.
Yeni küresel düzenin dengeleri oluşana kadar, ki en az 20 yıl civarında süreceği öngörülebilir, jeopolitik depremler ve daha çok savaş yaşanacak.
ABD’nin başında şimdi Trump gibi dengesiz birinin bulunması geçiş dönemini daha da riskli kılıyor.
Trump’ı görünürdeki planı önce Ukrayna’da barış, Rusya’yla ilişkileri yumuşatmak ve NATO’da kalmak kaydıyla Avrupa’nın güvenliğini öncelikle Avrupa’ya bırakmak. Amerika’nın liderlik örtüsünün geri plana çekilmesiyle muhtemelen Avrupa ülkeleri arasında, 2. Dünya Savaşı öncesini hatırlatır şekilde, jeopolitik konularda görüş ayrılıkları artacak.
Trump ardından Ortadoğu’yu kendi anlayışına göre “halletmek” isteyecek. Gazze ve Batı Şeria’da Filistinlilerin etnik temizliğe tabi tutulması, böylece Filistin sorununu “çözümü”, bölgedeki her problemin kaynağı olarak gördüğü İran’a karşı rejim değişikliği hedefini de içeren şiddetli bir saldırı yakın dönemde beklenebilecek olası gelişmeler arasında.
Trump’ın niyeti daha sonra Çin’e yoğunlaşarak çok boyutlu bir kuşatma inşa etmek.
Tabii bunlar sadece New Yorklu müteahhidin hesapları. Şiddetli bir İran savaşı karşısında Rusya ve Çin herhalde yanıtları olacaktır. Mesela iki Çin’i birleştirme vaadi için zamanın geldiğini düşünen Çin, dünyanın en büyük entegre devre (çip) üretim merkezi Tayvan’a el koyabilir.
Ortadoğu ve dünya için Büyük Kaos olasılığı söz konusu.
Türkiye’nin en az zarar ve kriz fırsatlarını en iyi şekilde kullanabilmesi için hesaplarını özenle yapması gerekiyor.
Misafir