İşgal, tahribat, yıkım, katliam ve tehcire yol açan hiçbir savaşın meşruiyeti de kutsiyeti de yoktur. Bu yöntemle verilen karşı saldırılarının da kutsiyeti olmadığı gibi halkın yararına da olmayacağı açıktır.
Referansın din olması da bu gerçeği değiştirmez.
Esas olarak Filistin başta olmak üzere dünyanın hiçbir bölgesinde DİN savaşları yoktur, Din’e dayandırılan savaşlar vardır. Çünkü dinler savaşı değil, barışı önceler ve öğütler.
Herhangi bir dinin; adam öldürmeyi, cinayet işlemeyi, kadın-çocuk-yaşlı ayırımı yapmadan katliam yapmayı, işgal-yağma ve talanı meşru sayması mümkün değildir. Bunu mümkün kılanlar, meşruiyeti dine dayandırarak savaşı kabul edilebilir kılmak, hatta kutsallaştırıp uğruna kitlelerin gönüllü ölümlerini sağlamayı amaçlamaktadır.
Savaşlarda şehitlik hamasetinin nedeni de budur. Ölümü kutsayarak tepkileri ve itirazları bastırmaktır. Buna Vatan-Millet-Bayrak gibi sembollerin eklendiği de dikkate alındığında halka nasıl büyük bir oyun ve tezgâhın kurulduğu daha kolay anlaşılacaktır.
Bu durum, yöntem ve söylem bakımından farklı da olsa savaşı kutsayan bütün kesimler için yani devletler ve örgütler için de aynıdır. Bu kesimlerin Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Budist veya Arap, Türk, Kürt, İngiliz, Fransız ya da ABD, İngiltere, Rusya, Çin, İran, İsrail, Türkiye olması gerçeği değiştirmez.
Gerekçesi ne olursa olsun içerde devlet ve örgütlerin veya örgütler arası kanlı çatışmaları, dışarda ise devletler arası savaşları tamamıyla TERÖR olarak nitelendirmek mümkündür.
Türkiye, Suriye, İran, Irak, Libya, Yemen, Filistin, Rusya ve Ukrayna savaşları TERÖR değil de nedir?
ABD-İngiltere ve müttefiklerinin işgal ve saldırılarının bir meşruiyeti olmadığına göre TERÖR dışında nasıl tanımlanabilir?
Buna göre söz konusu savaş ve çatışmaların tarafı veya destekçisi olmak, Teröre destek olarak tanımlanamaz mı?
Günümüzde etnik, dini, la dini, ideolojik veya sınıfsal gibi hangi gerekçelerle ve dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun, yaşanan çatışmaların ve savaşların tamamı terör yöntemiyle yapılmaktadır. Aralarındaki fark; küresel güçlerin uluslararası müdahalesine SAVAŞ, operasyona maruz kalanların silahlı mücadelelerine de “TERÖR” denmesidir.
İster savaş ister terör olarak tanımlansın, her iki durumda da insanlar öldürülmekte, yerleşim yerleri yıkılmakta, kadın, çocuk, yaşlılar dahil kitleler yerlerinden yurtlarından olmakta, tarifi imkânsız trajediler yaşanmaktadır.
Terör savaşlarına din adamları ve politikacıların meşruiyet kazandırmaya çalışmaları, şehitlik-vatan-millet-bayrak edebiyatı yapmaları tamamıyla egemenlere hizmet etmek amacıyladır.
İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948’den itibaren Filistin'de hep ölüm, katliam, gözyaşı, acı ve dram yaşanıyor. Gazze misali şehirler bombalanıyor, insanlar öldürülüyor, binlerce insan göç etmek zorunda kalıyor, ağır silahlarla taranan halk; genç-yaşlı-çocuk, bebek ayırımı olmadan hedef oluyor.
70 yılı aşkındır İsrail devletinin alışılagelmiş vahşeti aralıksız devam ediyor. Batıda yaşadıkları soykırımın bir benzerini Filistin halkına uyguluyor.
Bugün İsrail’de ibretle izlediğimiz en önemli uygulamaların başında soykırım kurbanlarının başka bir halka uyguladığı soykırım tablosudur.
Mazlum bir toplumun nasıl da zalim ve cani bir topluma dönüştüğünü insanlık sadece seyretmekle yetinmektedir.
Batıda Yahudilere yönelik işlenen soykırım utancını, İsrail devletinin uygulamalarına destek vererek hafifletmeyi hedefleyen Batı devletleri de İsrail’in soykırım politikalarına destek vermeye devam ediyor.
Şiddet ve terör tezgahına Filistinliler de çok kolay gelmişlerdir.
İsrail’e karşı geliştirilen mücadelede, başlangıçta Sovyet Rusya’nın, daha sonra da İran’ın desteğinde planlanan kanlı ve sınır tanımaz bir şiddet yöntemi uygulanmış ve geliştirilerek sürdürülmektedir.
“Filistin halkına şiddet dışında bir mücadele seçeneğinin bırakılmadığı” tezi kulağa hoş gelmekte ve şiddetin benimsenmesinde etkin olduğu açıktır ancak bu seçeneğin Filistin halkı tarafından ortaya konulmadığını, küresel ve egemen devletlerin bir dayatması olduğu gerçeğini de hatırlatmak isterim.
Ayrıca şiddet seçeneğinin Filistin halkına hiçbir şey kazandırmadığı aksine çok şey kaybettirdiği ortadayken hala savunulur olması oldukça şaşırtıcıdır.
Aynı suçları işleyen devletlerin daha kolay ittifaklar kurabildiklerini biliyoruz. İşgalci bir devletin başka bir işgalci devleti aynı gerekçeyle suçlaması inandırıcı olabilir mi?
İsrail devletini, işlediği soykırım nedeniyle Lahey Adalet divanında yargılatan bir Müslüman ülke değil de Güney Afrika olması bu gerçeği açıkça ortaya çıkarmaktadır.
Filistin’de yaşananlar sadece örneklerden biridir. Soykırım biçiminde olmasa da Müslüman ülkeler dahil birçok ülkede benzer durumlar yaşanmaktadır.
Müslüman ülkelerin tamamında işgal, yağma, katliam ve yıkımlar devam ediyor.
Türkiye’de yaklaşık 40 yıldır TERÖR tanımıyla adı konulmamış düşük yoğunluklu bir çatışma yaşanıyor. On binlerce insan öldürülmüş, on binlerce insan kayıp, milyonlarca insan mağdur olmuş ve buna rağmen Vatan-Millet-Bayrak-Din hamasetiyle operasyonlar sürdürülmeye devam edilmektedir.
Programlanmış gibi ihtiyaç duyulduğunda askerler öldürülüyor ve cenazeler politik ve ideolojik gösterilerle ailelerine teslim ediliyor. Ya da Örgüt üyeleri öldürülüyor, Terör üzerinden hamaset yapılıyor.
Bu insanlar neden ölüyor, kim öldürüyor, nasıl öldürülüyor?
Birkaç aydın dışında Türk-Kürt ayırımı yapmadan soran, sorgulayan yoktur.
Ateş düştüğü yeri yakıyor, Türkçe veya Kürtçe ağıtlar yükseliyor, feryat ve figanlar yeri göğü inletiyor ancak soran ve sorgulayan olmuyor.
Kendi ülkemizde olup bitenleri doğru bilmeden ve sorgulamadan başka ülkelerdeki savaş ve terör denklemini çözmemiz mümkün olmayacaktır.
Sorgulamayı engellemek için her seferinde yöneticilerin ve politikacıların mesajları hep hamasetten oluşmakta ve iktidar-muhalefet söylemleri üzerinden tartışma açılarak toplum uyutuluyor.
Gelen Şehit cenazeleri de bizi uyandırmaya yetmiyorsa korkarım uyku halimiz daha uzun yıllar alacaktır.
Misafir