14 Haziran 2025


KARDEŞLİK OYUNU



Abdulbaki ERDOĞMUŞ

A- A+

Her nedense Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri yüksek sesle dile getirildiği her seferinde “kardeşlik” iddiası daha yüksek sesle ortaya atılır ve hak talepleri bastırılır.

Elli yılı aşkındır yaşadıklarım üzerinden belirtmeliyim ki “Müslümanlık” aidiyetiyle öne çıkan kesimlerde Kürtler, Kürt Sorunu, Kürtlerin talepleri ve hakları söz konusu olduğunda, konu “kardeşlik” söylemi ile sonlandırılır ve “ırkçılık” günahına dalmamak tavsiye edilir. Ne hikmetse, konu Araplar ve Türkler olunca bu kesimlerin aklına ırkçılık da günah da gelmez.

Bu yaklaşım tarzı, geçmişten günümüze hiç değişmeden devam etmektedir. Millî Görüş ile başlayan dini siyasette de Kürtlerin talepleri “kardeşlik” söylemiyle ötelenir ve “İslam’ın hakimiyeti” ile çözüleceği öne sürülürdü. Sorunun konuşulmasına dahi tahammül edilmezdi.  Daha sonra aynı siyasi gelenekten gelen Kürtlerin baskısı sonucu sorun, “Adil Düzen” projesiyle formüle edilmeye çalışıldı. “Adalet gelecek, Kürtler kurtulacak!”. Türkler için böyle bir koşul hiç olmadı…!

Benzer bir anlayış, adına “dini cemaat” denilen organizasyonların, grup veya ideolojilerin tamamında söz konusuydu. Bazılarında bu konunun konuşulması dahi “ırkçılık” veya “Kürtçülük” olarak tanımlanarak bastırılırdı. Üstad Said-i Nursi, Kürt olduğu halde Risalelerini okuyanlar arasında bu yaklaşımın açıktan sergilenmesi, yalnızca örneklerden birisidir. Günümüzde de hem siyaset alanında hem de cemaatlerde bu anlayışın fazla değişmediğini gözlemliyorum.

--

PKK Açılımı ile başlayan yeni süreçte, çözüm yöntemi olarak yeniden bir “kardeşlik” iddiasıyla karşı karşıyayız. Siyasi sorunların “kardeşlik” ile çözülemeyeceği bilindiği halde İktidar tarafından seslendirilen bu iddianın karşılık bulması, özellikle Kürt kesimi tarafından iyimser karşılanması kaygı vericidir.

Gerçekten sormak istiyorum:

“Adımız Kardeşlik, Soyadımız Türkiye” söylemini inandırıcı ve gerçekçi görmek nasıl mümkün olabiliyor?

Tarihte veya günümüzde, dünyanın herhangi bir bölgesinde bu söylemin örneği ve karşılığı var mı?

Akli ve bilimsel anlamda bu iddianın bir dayanağı olabilir mi?

Dini, ahlaki, hukuki, insani, akli ve ilmi dayanağı olmamasına rağmen nasıl bir siyasi model olarak sunulabiliyor?

Daha vahim olan; bu iddianın, din ile çelişmesine rağmen ideolojiyle ilişkisi olmayan Müslümanlarda özellikle de Kürtlerde toplumsal karşılık bulmasıdır. Kanaatime göre bu patolojik durum, doğru bir teşhise ve tedaviye muhtaçtır.

--

Ne yazık ki toplumsal zemin uygun olduğu için “Adımız Kardeşlik, Soyadımız Türkiye” sloganıyla yeni bir siyasi çözüm modeli ortaya atıldı. İçi boş, anlamsız, gerçeklerle ilgisi olmayan, aldatıcı, hamasi bir proje olarak Türkiye kamuoyuna sunulması trajiktir ancak tepki çekmek yerine olumlu karşılanması izaha muhtaç bir vakıadır. Uygulanma ihtimali bir tarafa, tartışma konusu dahi yapılmasını alaycı, aşağılayıcı ve onur kırıcı bulduğumu belirtmeliyim.

“Adımız” neden “kardeşlik” oluyor? Nasıl bir kardeşliktir bu? Din’de mi kardeşiz yoksa soyda mı kardeşiz?

Din anlamında bir kardeşlikten söz ediliyorsa bu din hangisi? İslam olmadığı kesin. Çünkü İslam’a göre inananlar imanda (Tevhid), insanlar da insanlıkta kardeştir. Bu anlayışı bir ülkeye, bir coğrafyaya veya yalnız Türk-Kürt kardeşliğine indirgemek, İslam anlayışıyla bağdaşmaz. Olsa olsa İslam’dan sapmış bir “Müslümanlık” anlayışıyla ancak bağdaşır.

Soyda kardeşlik ise Türkiye için zaten düşünülemez. Çünkü Türkiye halkı onlarca soydan gelen milyonlarca insandan oluşur. Bunları tek soyda “kardeş” olarak birleştirmek ancak resmi ve dayatılmış bir kimlikle mümkün olabilir, bunun da adı “kardeşlik” değil, zorbalık ve ırkçılıktır.

Yüzlerce yıllık birlikteliğe rağmen Arap ve Türk “kardeş” olmadığı gibi, Türk ve Kürt de “kardeş” değildir. Kaldı ki hukuk güvencesi olmadan aynı anne ve babadan doğma kardeşler arasında dahi sorunların “kardeşlik” bağı üzerinden çözümü mümkün olmayabiliyor.

Türk ve Kürdün aynı siyasi çatı altında birlikte yaşaması kardeşliğin gereği değil, ortak yararın, gönüllü birlikteliğin veya dayatmanın sonucudur. Din veya Millet bağlamında bir “kardeşlik” söz konusuysa bu kadar insan neden öldü ve bunca bedel neden ödendi? Kardeşlikte “ayırımcılık” ve kardeşler arasında “savaş” kabul edilebilir mi?

Peki “soyadımız” neden “Türkiye” olsun? Bunun mantıklı ve anlaşılır bir cevabı olamaz.

Türkiye, “soyadımız” değil, ülkemizdir. İnsanın adı/kimliği siyasi kardeşlikten, ülkesi de soyadından daha değerlidir. Kardeşlik ve soyadı olmadan da insanlar bir arada özgür ve barış içinde yaşayabilir ancak adı ve ülkesi olmadan yaşamanın bir değeri ve istikbali olmaz. Kürtlere reva görülen de budur.

Esas olarak oyun, Kürtler üzerine kuruluyor. “Adı” ile Kürtlükten, “soyadı” ile de coğrafi aidiyetinden vazgeçmesi isteniyor. Bu hakikate kör ve sağır olarak projenin arkasına takılanları, özellikle Kürtleri, hayretle ve acıyarak izliyorum. Tarihten ve yaşananlardan ders çıkarmayan bir toplumun geleceği hep karanlık olur.

--

Geçmişte olduğu gibi bugün de “barış ve kardeşlik” ve “demokratik toplum” hamasetiyle Kürler aldatılmaktadır. Ne yazık ki Kürtler de aldanmaya gönüllü gözükmektedir.

Yaklaşık elli yıl süren kanlı çatışmalara rağmen halklar arasında ciddiye alınacak bir düşmanlık yaşanmadığına göre “kardeşlik” projesi geliştirmenin hakikatle, samimiyet ve çözümle bir ilgisi yoktur.

Sorun adaletsizliktedir. Halklar arasındaki güveni sarsan da adaletsizliktir. Kürtlerle Türkler arasında ortak kadere dönüşen birliktelik, oluşan akrabalık, komşuluk, ortaklık ve yakınlık, en önemlisi de ortak gelecek arzusu, “demokratik toplum” ve “kardeşlik” projesiyle değil, anayasal güvence altına alınacak hak ve hürriyetlerin sağlanmasıyla mümkündür. Adaletin gereği de bu değil mi?

--

Biliyoruz ki çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiye, eşitliği esas alacak hukukun üstünlüğüne dayanan bir siyasal düzene geçişi engellemek için yapılan 27 Mayıs darbesi sonrası halkı ayrıştıracak ideolojiler ve ideolojik çatışmalar planlandı. Sağ-Sol çatışmaları bu planın sonucuydu.

12 Eylül darbesinin planlarından birisi de Avrupa’dan esen demokrasi rüzgarını kesmek ve Kürtlerin taleplerini terörize ederek “Bölücülük” üzerinden Kürtleri düşmanlaştırmaktı. PKK’nin de bu planın bir parçası olarak yürürlüğe konduğunu düşünüyorum.

Amacına ulaşan demokrasi karşıtı egemen güçler, şimdi de statükonun devamı için yeni oyunlar ve senaryolar sahneye koymaya başladılar. Terör, şiddet ve çatışmalardan yorulan bir halkı statükoya boyun eğmeye razı etmeye çalışıyorlar. Bu gayretler, ağır bedeller ödeyen bir halkın acılarını ve duygularını açıkça istismar etmektir.

--

Çözüm sürecinden beklentimiz; silahlı mücadeleye son verilmesi, silahların gömülmesi, çok yönlü terör ve şiddetin Türkiye’nin gündeminden kalkmasıdır. Ayrıca “barış ve kardeşlik” veya “demokratik toplum” gibi iddialarla artık Kürt halkının aldatılmasına ve istismar edilmesine yol açacak yeni bir senaryodan vazgeçilmelidir.

Kalıcı barış için esas olan; güven, istikrar ve refah içinde birlikte yaşamanın olmazsa olmazı ortak değerlerde ve hukuk güvencesinde yeni bir siyasal sistemde buluşmaktır. Hiçbir kesim, başka bir kesimin etnik, inanç ve dini kimliği ile artık tanımlanmamalı ve kimlik tercihine zorlanmamalıdır

Ayırımcılığın, inkarın, asimilasyonun, zulmün değil, adaletin, eşitliğin, hürriyetin tesis edildiği bir siyasal düzende ancak barış sağlanır ve böyle bir düzende insanlar birbirlerini kardeş gibi görür. Hukuk teminatında özgürlük ve eşitlik sağlanmadan barış ve kardeşlik iddiaları da asla inandırıcı olmayacaktır.

Gelişmeleri sağduyu ile değerlendirmek ve çözümü hukukun üstünlüğüne dayanan çoğulcu bir siyasal düzen ile sağlamak için sivil-siyasal mücadelemize devam etmeliyiz.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır