Hukuk ihlalleri artıkça korku ve sindirme algısı daha da yaygınlaşıyor. Akademisyenler, gazeteciler, düşünür ve aydınlar, en önemlisi de politikacılar söz konusu hak ve hukuk ihlallerinin öncelikli muhatapları oldular.
Direnenler, tepki verenler, haksızlık karşısında susmayanlar her türlü tehdit ve baskıya maruz kalıyor, olup-bitenlerden habersiz olanlar dahi mağdur ediliyor ve sıradan gerekçelerle en ağır biçimde cezalandırılıyorlar.
15 Temmuz Darbe kaosu sonrası İnsan Hakları Savunucuları başta olmak üzere duyarlı çevreler ve örgütlü kesimler sindirilmiş ve baskılarla etkisizleştirilmişlerdir. Doğal olarak basklılar karşısında direnenlerin sayısı giderek azalıyor. Birkaç aydın ve yazar dışında neredeyse hakkı haykıran kalmadı. Haykıranların sesini duyuracak bir medya da yok. Sosyal medya kullanıcıları dahi tehdit ve baskı altına alınmış. Trollerin ahlak dışı linç saldırıları ise sınır tanımıyor. Kısacası ülke, yaşanmaz bir ortama doğru hızla sürükleniyor.
İktidar yandaşları üç maymunu oynuyor. Haksızlıklar ve adaletsizlikler karşısında kör, sağır ve dilsiz rolünü oynamaya devam ediyorlar. Muhalefet partileri ise İktidarla oluşturdukları 15 Temmuz ittifakı ile adeta iktidarın tutsağı olmuş, bağımsız bir tutum sergileyecek siyasi bir tavır geliştirme kabiliyetini kaybetmiştir.
--
İktidarıyla muhalefetiyle bir toplum, hukuk ve hak talebinde direncini, cesaretini, inancını kaybetmeye başladığında hukuk ve hak ihlalcilerinin cüreti artar ve ihlallerde sınır tanımaz hale gelirler. Çünkü hakkı ayakta tutacak bir kurum veya toplumsal dinamik artık söz konusu olmaz. Birkaç aydın, yazar veya siyasetçinin sesi de artık duyulmaz olur. Bugün yaşanan tablonun tam da böyle olduğunu düşünüyorum.
İnsanın aklına kaçınılmaz olarak şöyle bir soru geliyor: Acaba bu toplum, yani bizler hep böyle miydik yoksa gerçekten farkında olmadan siyasi bir mühendislikle sindirildik, teslim alındık ve kendimiz olmaktan çıktık?
Mehmet Âkif Ersoy’un dizelerinin muhatapları, kendi döneminin korkakları mı yoksa bizler miyiz bilemedim?
“Ey dipdiri meyyit (ölü) ‘iki el bir baş içindir’
Davransana, eller de senin baş da senindir.
His yok, hareket yok, acı yok... leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin”.
--
Türkiye’yi mevcut yönetim biçimiyle ve karanlık bir gelecek kaygısıyla gençlerimize, çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakmanın bizim için bir zül olacağı açıktır. Bu zilletten, İktidar partisi ve Ana muhalefet partisinin yolsuzluk hesaplaşmalarını izlemekle veya birsine taraf olmakla kurtulmak mümkün değildir.
Yeni bir siyasi paradigma ve toplumsal destek sağlanmadan birkaç siyasetçi, aydın ve yazarın mücadelesi ile sonuç alınamaz. Sorun artık bireysel değil, bir kesim için de değil, toplumsaldır. Hiçbir kesimin güvende olduğunu düşünmüyorum. Adaletsizlik ortak sorundur. Adalet arayışı da ortak mücadele ile güçlenir. Adalet ortak paydasında buluşmaktan ve sorumluluk almaktan başka çare yoktur.
Durumu bir fıkra ile özetlemek isterim:
Ordu’da zaman zaman denetimler yapılır, komutanlar farklı sorularla askeri sınava çeker;
Yine bir manevra varmış. Mehmet elde tüfek yerde yatıyormuş.
Komutan gelip sormuş:
Düşman önden gelirse ne yaparsın? Asker: Vururum komutanım.
Komutan tekrar sormuş:
Şu yandan gelirse..
Atarım.
Arkandan gelirse ne yaparsın?
Mehmet yine cevap vermiş: Çekerim.
Komutan en sonunda:
Ya düşman tepeden gelirse? diye sormuş.
Mehmet dayanamamış:
Bu memleketin tek askeri ben miyim komutanım, deyivermiş."
Adalet mücadelesi de bir grubun veya bir kesimin görevi değil, herkesin, her kesimin, yani hepimizin görevidir.
Misafir