İnsanca yaşamanın bir zorunluluğu ve medeni toplum olmanın en belirgin özelliklerinden birisi ‘Kul hakkı’, modern tanımla ‘insan hakları’ hassasiyetidir. Bu hassasiyetin toplumsallaşması ve kurumsallaşmasıyla ancak bir medeniyetten ve medeni bir toplumdan söz edilebilir.
Resul-ü Ekrem’in Veda Hutbesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de bu çerçeve de değerlendirilmelidir.
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette bu konuya dikkat çekilmektedir:
“Yetimlerin mallarını haksızca yiyenler, sadece karınlarını ateşle doldurmuş olurlar. Çünkü (öteki dünyada) yakıcı bir ateşe mahkûm olacaklar.” (Nisa Suresi, ayet;10)
“Hayır, hayır, (ey insanlar, bütün yaptıklarınızı ve yapmadıklarınızı bir düşünün:) siz yetime karşı cömert değilsiniz, muhtaçları doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz, (başkalarının) mirasını açgözlülükle yiyip bitiriyorsunuz ve sınırsız bir sevgiyle malı mülkü seviyorsunuz! Peki, (Hesap Günü nasıl davranacaksınız,) yeryüzü ardarda sarsılıp paramparça olduğunda...” (Fecr Suresi, ayet; 17-21)
Rivayete göre Allah Resulü Hz. Muhammed (S) bir gün ashabına:
“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sorar. Onlar:
“Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir” şeklinde cevap verirler.
Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki ümmetimin müflisi şu kimsedir: Kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelir. Fakat şuna sövdüğü, buna zina isnat ve iftirasında bulunduğu, şunun malını yediği, bunun kanını döktüğü ve şunu dövdüğü için iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki ‘kul hakları’ bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilir ve neticede Cehenneme atılır.” (Müslim)
İslam’a göre Kul hakkı; insanların birbirleri üzerindeki hakları kadar bütün canlı ve doğanın insan üzerindeki hakkını da ihtiva eder. Bu yönüyle ‘İnsan Hakları’ tanımından daha kapsayıcıdır. İslam’ın öngördüğü medeniyet anlayışının özü de budur.
Bu bağlamda doğayı imha etmek veya kirletmek, hayvan haklarını gözetmemek, insanların haklarını gasp etmek, özgürlüklerini engellemek, dillerini, inançlarını, kültürlerini, kimliklerini yok saymak, haklarını kullanmalarını yasaklamak, adil yargılanmaktan mahrum bırakmak, adalet ve liyakat gözetmeden yöneticiler atamak, hak edeni değil yandaş olanı tercih etmek gibi uygulama ve davranışların tamamı İslam düşüncesinde kul hakkını ihlal etmektir, dolayısıyla cehenneme müstahak olmaktır.
--
Peygamber sonrası uygulamalarda Müslümanlar için ‘Kul hakkı’ sadece Müslüman olanlarla sınırlı bir anlayışa dönüşmüş, zamanla farklı meşrep ve mezhepte olanlar için ve en sonunda da muhalefet edenlerin tamamı için ‘Kul hakkı’ hassasiyeti ortadan kalkmıştır.
Günümüzde ise ülkemizde, özellikle de AK Parti iktidarıyla dincilik ve dinbazlıkla şekillenen Müslümanlık anlayışında “Kul hakkı hassasiyeti” tamamıyla göz ardı edilmiştir.
Söz konusu anlayış Diyanet, cemaat, grup, parti, ideoloji gibi yapılanmaların tamamında hakimdir ancak dini ritüeller, ibadetler, din adamları ve dini söylemlerle bu gerçeğin üzeri örtülmektedir.
Esas itibariyle genel olarak Müslümanlık iddiasında olan devletlerin, partilerin, örgütlü grup ve cemaatlerin tamamında “KUL HAKKI YEMEK” sıradanlaşmış ve adeta meşrulaştırılmış uygulamalar haline gelmiştir.
Bu durumda ‘Kul hakkı’ hassasiyetinin olmadığı toplumlarda İslam, ahlak ve insanlıktan söz edilemez. Dini eğitim veren kurumların, din adamlarının, dini grupların, cemaat ve camilerin fazlalığı bir toplum için dindarlık ve ahlak göstergesi değildir.
Çünkü insanların bir dinin olması ya da dini bir grup veya partiye mensup olması, hatta din eğitimi alması onların ahlaklı olduğunu göstermez.
İyi bir İNSAN olmadan iyi bir Müslüman, AHLAK sahibi olmadan da DİNDAR olunmaz.
Ahlaklı olmanın en belirgin özelliği de Kul hakkına karşı hassasiyet göstermektir. Toplumsal olarak Müslümanların bu konuda hassas oluğunu iddia etmek gerçekçi olmadığı kadar çok gülünç ve trajikomik bir iddia olacaktır.
--
Durumu bir hikâye ile noktalamak istiyorum:
Almanya'da bir Müslüman, çalıştığı iş yerinden çıkarılır. Üstelik tazminatını da alamaz. Mağdur olan Müslüman, bir çıkar yol ararken, bu ani gelişmenin şokunu da atlatamamıştır.
Gel zaman git zaman, bu Müslüman bir kilisenin önünden geçerken aklına bir şey gelir. Kiliseye girip papazla dertleşecektir.
'Kendi memleketimde olsa hocaya/şeyhe giderdim herhalde' der kendi kendine...
Neyse, papazın yanına varıp yaşadıklarını anlatır.
Papaz çok etkilenir anlatılanlardan, adeta dehşete kapılmıştır, duyduklarına inanamaz.
Müslümana yardım etmek ister ve bir kâğıda birkaç kelime karalayıp, kâğıdı bir zarfa koyar ve kapatır.
- 'Al', der Müslümana. 'Bunu götür ve patronuna ver.'
Ne olup bittiğini anlamayan Müslüman, çaresiz ve biraz da umutsuzca papazın dediğini yapar.
Varır elindeki zarfla patronuna.
Patronu notun papazdan geldiğini görür ve ivedilikle okur.
Çok şaşkındır, yüz ifadesi değişir, çok rahatsız olmuştur okuduklarından. Derhal talimat verir ve Müslüman işi iade edilecektir.
Müslüman terfi ettirilir ve maaşına da zam yapılır. Müslüman, neler döndüğünü anlayamaz. İşine geri döner.
Bir gün papazın yanına gider ve ona yardımından ötürü teşekkür eder. Ancak bir şeyi çok merak etmektedir. Papazın işe dönmesini sağlayan, kâğıda yazdıklarını.
Bunu sorar ve papazdan şu cevabı alır:
- Kâğıtta ne mi yazıyordu?
Ne zaman Müslüman oldun da kul hakkı yiyorsun? (Alıntı)
--
Müslüman toplumların durumunu özetleyen bir hikâye. İlave edilecek fazla söze de gerek duymuyorum. Kul hakkını yemekten/ihlal etmekten Allah’a sığınırım ancak Müslüman olarak hikâyeden kendi payıma düşeni alıyorum.
Misafir