21 Kasım 2024


Küresel düzen yeniden şekilleniyor – Türkiye ne yapmalı?



Haluk ÖZDALGA

A- A+

Amerika 2. Dünya Savaşı’ndan zaferle ve en büyük küresel güç olarak çıktı. Daha sonra Sovyetler Birliği’yle yaşanan rekabet, Soğuk Savaş veya iki kutuplu dönem olarak bilinir.

1991’in son günlerinde Sovyet bayrağının Kremlin’den indirilmesiyle Amerika’nın rakipsiz kaldığı tek kutuplu döneme girildi. Sovyet bloğu dağılıp Sovyetler Birliği’nin yerine 15 bağımsız devlet kurulurken, Amerika’nın ekonomik gücü Çin’in tam 15 misliydi.

Sovyetler Birliği dışardan müdahale değil, yapısal iç çelişkileri nedeniyle çöktü. Soğuk Savaş’ta Batı’ya zafer getiren “çevreleme” (containment) stratejisinin mimarı, bazı yorumculara göre Amerika’nın bugüne dek yetiştirdiği en yetenekli Rusya uzmanı olan tarihçi ve diplomat George Kennan’dır.

Amerika dünyanın tek süper gücü oldu, artık hemen her istediğini yapabilirdi. Maalesef çoğunlukla budalaca işler yaptı. Afganistan’ı harabeye çevirdiği, 20 yıl sonunda iktidarı Taliban’a teslim edip apar topar kaçmak zorunda kaldığı Afgan savaşı o dönemde yaşandı.

Yalan dolan iddialar imal ederek Irak işgalini başlattı, Suriye’de bilinçli istikrarsızlaşma savaşını yönetti. Irak büyük ölçüde İran yörüngesine kaydı, Suriye bölgenin en çok risk üreten coğrafyasına dönüştü.

Defalarca yazdım tekrar ayrıntısına girmeyiz; Irak ve Suriye’de Amerika’nın öfkeli, kanlı ve denge bozucu girişimlerinin kritik  bir destekçisi, şuursuz politikalar izleyen AKP iktidarı oldu.

Artık tek kutuplu küresel düzen bitiyor. Amerika her istediğini yapamıyor, hegemonyası son buluyor. Ama direnmeye ve dayatmaya devam ediyor.

Ama dünya o kadar değişti ki, imkansızı başarması mümkün değil.

*   *   *

Batılı liderler Sovyetler Birliği dağılırken Rusya’ya, NATO’nun “bir parmak bile doğuya genişlemeyeceği” sözü vermişti. O söz tutulmadı.

Evet, Doğu Avrupa ülkeleri kendi tercihleri ile NATO üyesi oldu. Ama bu yapılırken, bir ara NATO üyeliğini ciddi şekilde düşünen Rusya’nın güvenlik kaygıları dikkate alınmalı, diyalog kanalları sıcak tutulmalıydı. Aksine Rusya hep dışlandı, önerileri dikkate alınmadı.

Nihayet 2008’de Afganistan ve Irak fiyaskolarının baş mimarı George W Bush yönetimi, Fransa ve Almanya’nın itirazlarına rağmen Ukrayna’nın da NATO’ya alınmasına karar verdi.

Amerika’nın pek çok güçlü uluslararası ilişkiler uzmanı, bunun Rusya’nın güvenliğine dönük ciddi bir tahrik olacağını anlatmaya çalıştı. Başta George Kennan ve eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger olmak üzere.

Biz Ukrayna’nın “hem NATO’ya katılmasının hem toprak bütünlüğünü korumasının mümkün olmadığını” savaştan önce defalarca yazdık.

Washington’daki karar vericiler bunları elbet biliyordu!   

Mesela Amerikalı diplomat William Burns Moskova Büyükelçisi olarak görev yapmıştı, Biden yönetimi tarafından CIA’in başına getirildi, halen bu görevdedir. Hatıralarında, Rusya’da sokaktaki insandan en üst düzeydeki siyasetçilere kadar hiç kimsenin Ukrayna’nın NATO üyeliğini tehdit olarak gördüğünü yazar.

Amerika, Rusya’nın müzakere önerisini konuşmaya bile yanaşmadı. Rusya Şubat 2022’de işgal ve savaşı başlattı. Savaşan taraflar iki ay içinde barış için Antalya’da anlaştı. Ama Washington, Ukrayna’yı barış yerine savaşa devama ikna etti.

Ukrayna topraklarının %20’sini ve savaşı kaybetti, ülke mahvoldu. Veriler, kazanma şansı olmadığını gösteriyor.

Amerika’nın altı ay bekletilerek Kongre’den geçen son 61 milyar $ yardımı, gidişi değiştirmeyecek. Savaşı biraz uzatacak, Ukrayna muhtemelen daha ağır yıkıma uğrayacak.

ABD hükümetlerinde 20 yılı aşkın Rusya uzmanı olarak üst düzey görevler yapmış George Beebe’nin görüşü:

“Eğer Washington Ukrayna’nın mahvedilmesi niyetiyle bir formül tasarlasaydı, bu ancak Kongre’den son geçen son yardım paketi olabilirdi.”

Amerika Ukrayna’da zor tercihlerle karşı karşıya. Rusya’nın kazandığını içine sindirerek barışı kabullenmesi veya Rusya’yı mağlup edebilmenin tek yolu olarak NATO askerlerini savaşa sokması gerekiyor.

İkinci seçenek, dünyanın en büyük nükleer silah stoğuna sahip iki ülkenin savaşı demek.

*   *   *

ABD Dışişleri Bakanı Blinken Nisan ayında Çin’i ziyaret etti.

Çin lideri Şi Cinping dahil üst düzey yetkililerle yaptığı görüşmelerden sonra Pekin’de tek başına yaptığı basın açıklamasını okuyunca inanmakta zorlandım. Misafir olduğu ülkede ev sahibini tehdit ediyordu!

Meraklılar için resmi açıklama metni burada.  

Rusya’nın savaşı sürdürmesine yardım eden en önemli tedarikçinin Çin olduğuna işaret ederek şöyle konuşuyor: “Eğer siz bu işi halletmezseniz, biz halledeceğiz.”

İkinci olarak güneş panelleri, elektrikli araçlar ve bataryalar gibi pek çok kalemde Çin “aşırı kapasitede” (overcapacity) üretim yaptığını ileri sürüyor, üretimin düşürülmesini istiyor. Ardından “siz bu problemi çözmezseniz, biz çözeceğiz” diye tehdidini sürdürüyor.

Blinken’in talepleri ve diplomasi dışı üslubu Amerika’nın ne denli zor durumda olduğunun kanıtı.

Bir talebi şu: Rusya’ya yardım etme, yalnız bırak, onu haklayalım; sonra sana dönüp senin işini bitireceğim! Yani Çin’den kendi çıkarlarına aykırı iş yapmasını istiyor.

Hayal gücüne bak!

Tabii Çin bu taleplere kulak asmadı. Blinken’den sadece 19 gün sonra Pekin’i ziyaret eden Rus lideri Putin’le Çin-Rusya ilişkilerini, Reuters ajansına göre “daha önce görülmemiş derecede yüksek düzeye çıkaran” kapsamlı anlaşmalar imzalandı.

Aynı günlerde ABD Başkanı Biden, Çin’den ithal edilecek çelik, alüminyum, elektronik yarı iletkenler, güneş panelleri ve elektrikli araçlar gibi ürünlere %100’e varan değişik oranlarda gümrük vergisi koyduklarını açıkladı. Mesela elektrikli otomobiller için gümrük vergisi %100.

Ama Amerika serbest ticaretin en büyük savunucusu değil miydi?

*   *   *

Amerika Ortadoğu’da da zor durumda.

Dünya görüyor ki, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü insanlık dışı katliamlar Amerika’nın desteği olmaksızın mümkün değil. Silah, para, istihbarat, askeri danışmanlık, siyasi ve diplomatik koruma gibi tüm hayati destek Amerika’dan geliyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savcısının İsrail Başbakanı, Savunma Bakanı ve üç Hamas lideri için tutuklama kararı istemesi üzerine, Batılı politikacıların çoğunun gardı tamamen düştü.

Başta Amerika ve Avrupalı destekçilerinin çoğu, İsrailli politikacılar için o kararı tanımayacaklarını açıkladı, daha da ileri giderek UCM’yi açık açık tehdit etmeye başladılar.

Halbuki “kurallara dayalı uluslararası düzen” savunması dillerinden düşmüyordu. Hani AB “değerler Birliği” idi?

Böylesine kaba ve ölçüsüz riyakarlığa gerçekten zor rastlanır.

Çaresizliğin en veciz itirafı, AB’nin Dış Politika ve Güvenlik sorumlusu Josep Borrell’in Oxford Üniversitesi’nin davetlisi olarak yaptığı (muhtemelen yazılı) konuşmada geldi: “Diplomasi, çifte standartları yönetme sanatıdır” (!).

*   *   *

1991’de Amerikan ekonomisi Çin’in 15 katı iken, bugün sadece %40 daha büyük. Satın alma gücü temelinde hesaplanırsa, Çin şimdiden Amerika’dan %25 daha büyük bir ekonomiye sahip (2022).

Çok kutuplu yeni küresel düzende ABD, Çin ve Rusya üç büyük gücü oluşturacak. Diğer etkili oyuncular arasında Hindistan, Brezilya ve AB’yi sayabiliriz.

AB’nin etkinlik düzeyi, bazı zor iç reformları başarabilmesine bağlı olacak. Federal değil konfederal bir iç işleyiş (mimari), oybirliği değil çoğunluk sistemiyle karar alınması, Almanya dahil bazı ülkelerin askeri yatırımlarını yükseltmesi ve askeri sanayide konsolidasyon gibi.

Son 15 yılda AKP ülkeyi daha iyi yönetebilseydi, Türkiye bugün 2,0 trilyon $ üstünde bir ekonomiye sahip olabilir, yeni küresel düzene geçişin çalkantılı yıllarında epey daha güçlü bir konumda olabilirdi.

Diğer taraftan ABD’nin ciddi iç siyasi sorunları geçiş dönemini daha riskli kılıyor.

Amerika 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaklaşık 80 yılda, “ülke çıkarları” kavramını en geniş anlamda yorumladı ve dünyanın her tarafına müdahalenin bahanesi olarak kullandı. Buna Amerika içinde de giderek artan tepki var.

İki başkan adayından Donald Trump’ın “Önce Amerika” sloganı, ülke çıkarlarını daha dar ve başka ülkelerin kullandığı geleneksel anlamda yorumladığını, dışarda daha az müdahaleci olacağını gösteriyor.

Ancak Kasım seçimlerini Trump kazanırsa, içerde kendi kurumlarıyla hesaplaşmaya girecek, epey tahribat yapacak. Dışarda daha az müdahaleci olsa da ne zaman ne yapacağını öngörmek imkansız.

Mevcut Başkan Biden, Amerika’nın küresel hegemonyasını sürdürme konusunda saplantıya dönüşmüş bir ideolojiye sahip. Tekrar seçilirse aşırı müdahaleci ve krizleri derinleştirebilecek politikalar izlemeye devam edecek.

Ancak artık o siyasetin maddi temeli kalmadı. Dünya, 2. Savaş sonrasının koşullarından çok farklı bir yer.

Mitterand’ın cumhurbaşkanlığı sırasında Fransa’da Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Hubert Vedrine’in, çarpıcı analizler sonrasında söyledikleri özetle şöyle: “Bizim (Batı’nın) gelmekte olan dünyanın patronu olmamız gibi bir seçenek bulunmuyor.”

Trump seçilemese bile “Önce Amerika” diyen, “Amerika’nın çıkarlarını” daha makul sınırlar içinde yorumlayan bir başkanın uzak olmayan bir gelecekte Washington’da iş başına gelmesi neredeyse kaçınılmaz.

*   *   *

Değişen dünya koşullarında Türkiye ne yapmalı?

Evet, Türkiye Batı dünyası içinde yoluna devam etmeli. Ancak bunun tanımı doğru yapılmalı.

Batı içinde bulunmak demek, demokrasi ve hukuk devleti standartlarını bugün süründüğü yerlerden ayağa kaldırıp, çok daha yüksek düzeylere ulaştırmaktır.

Ancak dünyanın son derece karışık ve riskli jeopolitik ortamında, hiç kimsenin peşinden körü körüne gitmemeli; pusulası kendi çıkarları, sağduyu ve vicdan olmalıdır.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır