08 Aralık 2024


KOBANİ KIYIMI



Abdulbaki ERDOĞMUŞ

A- A+

Yaklaşık 5 yıldır devam eden KOBANİ Davası, beklentilerin ve normalleşme iddialarının aksine büyük bir kıyımla sonuçlandı. Kıyılan insanlara yazık olduğu kadar ülkeye de çok yazık oldu.

Ne yazık ki bu karar, ülkemizin geleceği için taşıdığımız umuda da büyük darbe vurmuş oldu. Bu bağlamda bizlere de yarınlara umutla bakanlara da yazık oldu.

Esas olarak Türkiye hiçbir zaman hukuk devleti olmadı ancak 1946 sonrası, darbeler dışında hiçbir siyasi iktidar döneminde bu kadar yozlaşmış bir yargı sistemi de olmadı.

Mevcut yargı sisteminin adaleti tesis etmek gibi bir amacı olmadığı sayısız uygulamalarından anlaşılıyordu ancak Kobani Davası ile artık bir sistemden dahi söz edilemeyeceği ve tamamıyla yargı dışında alınan siyasi kararların yargı marifetiyle hayata geçirildiği iddialarını güçlendirmektedir.

İnsanların sadece etnik ve siyasi kimliğine ceza vermek hangi medeni ülkenin hukuk sistemi ile bağdaşır?

Türkiye’nin yürürlükteki kanunlarıyla dahi bağdaşmıyor?

Çağdaşlık iddiasında olan bir ülkenin adalet sisteminin ilkel olması, Türkiye dışında hangi batı ülkesinde toplumsal kabul görmektedir?

Anlaşılan Türkiye’de yargı ve adalet sarayları var ancak adalet talebine ceza vermek için.

--

Peki nedir Kobani Davası?

En az 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayların esas olarak başlangıcı, barbar çetelerin Kobani’yi kuşatması üzerine R. T. Erdoğan'ın 7 Ekim 2014 tarihinde İslâhiye’de yaptığı konuşmasında "Kobani düştü düşüyor" sözleri olduğu biliniyor.

Bundan bir gün önce de yani 6 Ekim’de HDP, "Halkımıza Acil Çağrı" başlığıyla Kobani direnişçilerine destek istemişti. 6-8 Ekim günleri arasında meydana gelen olaylarda 1000’i aşkın insan yaralanmış ve resmî açıklamalara göre 37 kişi de hayatını kaybetmişti.

Söz konusu çağrı üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, dönemin HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve MYK üyeleri hakkında soruşturma başlattı. Daha sonra da başka bir davadan yargılanan Salahattin Demirtaş'ın dava dosyası ile Kobani davası birleştirildi. Böylece dava tamamıyla siyasallaşmış olup hukuki yönü rafa kalkmış oldu.

‘Kobani Davası’ olarak bilinen yargılama sürecinde tam 83 duruşma yapıldı. Son duruşmada açıklanan kararla eski HDP Eş Genel başkanları Demirtaş'a 42, Yüksekdağ'a 30 yıl hapis cezası verildi.

Yargılananlardan birçoğu ağır cezalara çarptırılırken, bazıları da tahliye edildi ve birkaç kişi de suçsuz bulunarak beraat etti. Böylece siyasi bir davaya yargı ile müdahale edilmiş, siyaset ve siyasetçiler yargı marifetiyle cezalandırılmış oldu.

Bu nedenle davayı hukuk bağlamında değerlendirmek doğru değildir.

Yoğun kanaate göre Salahattin Demirtaş’a duyulan öfke ve verilen ağır cezaların nedeni; partisinin grup toplantısında dönemin başbakanı R.T.Erdoğan için söylediği “Seni başkan yaptırmayacağız” açıklamasıdır.

Bu iddianın doğru olmadığını umuyorum, aksi halde dehşet verici bir durum olur. Çünkü siyasette yargı marifetiyle intikam alınmaz.

Birleşik Almanya'nın ilk Şansölyesi olan Alman devlet adamı Otto von Bismarck’a isnat edilen şu sözü hatırlatmakta yarar var:

Gerçek politikacı, geçen olayların hıncını, intikamını alan kimse değildir. Bu olayların tekerrürüne engel olan kişidir.

Gerekçesi ne olursa olsun, yaklaşık 8 yıldır cezaevinde kalan Demirtaş ve arkadaşlarına haksızlık yapılmaktadır. Vicdanları sızlatan, mazlumları yaralayan, zalimleri sevindiren bu kararı, en önemlisi de hukuka aykırı bir hükmü onaylamak, rıza göstermek, hatta suskun kalmak adaletsizliğe taraf olmaktır.

--

Bu cezaların Demirtaş ve arkadaşlarının itibarını daha çok yükselttiği ve siyasi gelecekleri için önemli referanslar oluşturacağı da açıktır. Son yıllarda ‘siyasetin parlayan yıldızı’ olarak tanımlayabileceğimiz Salahattin Demirtaş’ın, ülkenin yönetiminde aktif rol alarak kendisini cezalandıranları utandıracağına da inanıyorum.

Umarım bu yanlış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gerek kalmadan yargıtay aşamasında düzeltilecek ve bu insanlar serbest kalacaklardır.

Davadan beraat ettikleri gerekçesiyle Altan Tan ve Ayhan Bilgen gibi siyasetçilerin itham edilmelerini de yanlış bulduğumu belirtmeliyim. Bu ithamları, İslamcı ve sol geleneğin bir hastalığı olarak temayüz etmiş kişilerin “karanlık dehlizlerle” ilişkilendirme alışkanlığı olarak değerlendirmek mümkündür. Hangi kesimden olursa olsun bu insanlara yönelik itibar suikastını maksatlı ve ideolojik buluyorum.

Ne yazık ki yetişmiş insanlarımızı çok kolayca harcıyoruz. Vicdan, ahlak, hukuk ve adalet herkese ve hepimize lazımdır.

Salahattin Demirtaş ve yetişmiş siyasetçilerimize, aydınlarımıza sahip çıkmayı öğrenmeliyiz. Hepsi bizim insanımız.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır