Tek Hak Kitap ve Ötekiler
Gençliğim gün ortasında öteki kitapları okumakla geçti. Şimdi gecenin karanlığında Tek Hak Kitabı okuma vakti. Öteki kitaplarda hep başkaları olurdu, öteki kitaplarda hep başkalarına bakmak zorunda kalırdım, kendimden kaçardım. Şimdi Tek Hak Kitap’ta sadece Rabbime bakıyorum, kendimden yola çıkarak. “Kendini bilen Rabbini bilir” sözünün manasını idrak ediyorum. Kendimden kaçmıyorum. Görünmez uzak mı uzak, ak mı ak bir denizin dibindeyim. Bir başınayım, gidecek yerim yok. Hep gece, hep karanlık, hep gitmek sevdası. Tek Hak Kitabı okumaktayım, dönüp de öteki kitaplara bakamamaktayım. Rabbim söylüyor, ben dinliyorum. Ben okuyorum Rabbimin kelamını, Rahmani dalgalar içimde yankılanıyor. Biliyorum, hiç başkaları olmayacak, aslında başkaları hiç olmadı, ben başkaların olduğunu sandım sadece. Geride kaldı, öteki kitaplarımın gölgesinde dünyayı değiştirme ülküsü, yeni hayatlar tanıma hevesi. Öteki kitaplardan başka hayatlara geçilmiyor, başka hayatlardan öteki kitapların hakikatine ulaşılamıyor. Aslında her kitap kendi anlatımına göre yalanlayarak ya da doğrulayarak Tek Hak Kitap’ı işaret eder.
Sonra acı bir gerçeği fark ettim. Baktım ki öteki kitaplara kapılıp gitmişim, başka hayatların cazibesine kapılmışım, ben kendim olmaktan çıkmışım, aradığım İlahi Hakikat’in çok uzağına düşmüşüm. Çok şükür, Rabbim yine rahmet etti de beni helak olmaktan kurtardı, bu görünmez uzak mı uzak, ak mı ak denizin dibinde beklemeye aldı.
Ölümün öteki yakasının penceresinden bakıyorum artık hayatlara, ölümün öteki yakasının gözleriyle okuyorum öteki kitapları. Hepsi bana manasız ve boş geliyor. Onca yıl öteki kitaplarla, başka hayatlarla ne kadar zaman harcamışım, hayret ediyorum kendime. Şimdi bekleme vakti. Ölümün öteki yakası hiç bu kadar yakın olmamıştı.
Gideceksin sesimden, acıların kalacak. Kalbimdeki ilahi yol hiç unutmayacağım. Ne zaman ateşe düşsem, uçurumlarda savrulsam, bir yerlerde kaybolsam, o ilahi yolu hatırlayacağım. Senden bana kalan, beni benden alan o yol, ilahi ve kutsi.
Gideceksin sesimden, hatıralarına tutunacağım, izlerinle kalacağım. Bir taş çıkacak karşıma, gelip kalbime konacak güvercin gerdanlığıyla.
***
Anladım, bütün bir yolculuklarda aradığım yalnızlıkmış, bir başkası olmaksızın, bir başkası kalmaksızın, bir başkasının gölgesinde dolanmaksızın. Bir başıma yol olmak ve yok olmak.
Yuttuğum kaçıncı kıyamet bu, bilemezsin. Sürüldüğüm kaçıncı menfa bu, soramazsın. Yorgun ve yaralı bedenim taşıyıp duruyorum. Biliyorum bir yerde tökezleyeceğim ve yıkılacağım. Dur emri gelene kadar taşıyacağım bu ağır yükü. Biliyorum ama hiçbir şeyin aynı kalmadığını, hep yıprandığını, içten içe yaralandığını, ince dikişlerin tutmadığını. O zaman yapmam gereken basit ve kesin: Gözlerimi ebedi olan Allah’a dikip olacakları beklemek. Her şeyin üstünde olan, ebedi olan Allah.
***
Gidilmeyen Yol
Nerede durmuşsam hafakanlar içinde ruhumla kan kusarken, fani ve aciz bir unutulmuşluk içinde bulmuşum kendimi. Nerede yola çıkmışsam sonumu düşünmeden, baki ve aciz bir hatırlayış içinde bulmuşum kendimi. Ve anlıyorum ki hayat yolu, insanın yolculuğu, bütün bu fani ve aciz unutulmuşluklarla baki ve aciz hatırlayışların karşılaşmasından, birleşmesinden, toplamından başka bir şey değil.
Sap elimden aldığımı sol elimde saklıyorum; sol elimden aldığımı sağ elime göstermiyorum. Sonra kalbimden hiç çıkmayan ölüm hakikati ve ölüp giden aşina yüzler, tutuklu ömürler, yorgun yaşamlar. Bütün bu unutulmuşlukları ve hatırlayışları bir arada tutan, birbirine bağlayan, ekleyip çoğaltan, manalandıran, ölüm. Yani olan bitecektir, baki olan başlayacaktır. Aciz olan unutulacaktır, aziz olan her daim hatırlanacaktır. İnsan biten, hitama eren; Allah, başı sonu olmayan, ezeli ve ebedi olan. İnsan, aciz; Allah, aziz. Faniliğini bilen insan Allah’ta baki olur; acizliğini bilen insan, Allah’la aziz olur.
Ne neredeyim? Nerede duruyorum? Kim olduğumu bilmem, hep ötelere gitmeme bağlı. Gitmek, her daim hakikati aramak, yollarda olmak, ötelere bakmak, uzaklara gönül bağlamak. Gitmek, burada kalınmayacağından emin olmak. Gitmek, fenalıkları bırakmak.
Gidemediğin yol senindir, her zaman için. Gidemediğin yolda var olursun. Gidemediğin yolda bir başkasının kaderine temas edersin. Gittiğin yolda hep kaybolursun. Gittiğin yolda hep yabancısındır, garipsidir. Gittiğim bütün yolların üzerinde dünyanın gölgesi hiç eksik olmadı, gidemediğim yollarda burnuma hep uhrevi kokular çalındı.
Sonra herkes kendi yakın sessizliğine gömülür, kimse bir başkasının çığlığını duyamaz olur, gidemediği yollarda. Aslında herkes gidemediği yolun cezasını çekiyordur ve her insanın sırrı gidemediği yolun kalbine bırakılmıştır. Kolay değildir öteki yolda gidip, kendi olmak, kendini dinlemek, geri dönmek, yoluna devam etmek. İnsanların çoğu gittikleri yolun kopuk bir dikendir. Gittiği yolda yola karışıp yolculuğun hakkını veren çok azdır. Yolun hakkını vermek, nereden gelip nereye gittiğini bilmek, yolun Sahibi olan Allah’tan başkasını görmemek, başkasını bilmemek, başkasını duymamak.
***
Yeşil Yosun ve Beyaz Bulut
İçimde; kalbimde, damarlarımda, bütün mafsallarımda birikmiş kirli sular var. Kirli sularımdan kurtulmam için bir başkasının yoluna çıkmam gerekir. Bir başkasının yoluna çıkıp, yol sahibinin yolunu keserken kendime bakmam gerekir. Elbette her yolun bir kaçağı vardır. Kaçak; birikmiş kirli sular, donmuş irin, pis kan. Yol kaçağından girip yola devam etmek. Sonra sular arınacak, kaçaklar kapanacak, herkes ait olduğu yere dönecek, kader bildiğini okuyacak. İnsan anlayacak, hikayenin başı ile sonu arasında bir fark olmadığını ve denize düşmüş kuru bir yaprak üzerinde sallana yalpana yolculuk yaptığını.
Sonra birden fark etmiştik ki denize düşmüşüz ama sararmış kuru bir yaprağın üstüne. İçimizde hep aynı kirli sular ve görünmez kapanmaz kaçaklar. Yol alıyoruz, bir bir denize düşen hemcinslerimize bakıp. Sıranın bize geleceğinden eminiz. Çünkü fark ediyoruz ki görünmez ama güçlü bir irade sürekli sararmış kuru yaprağın üzerindeki yolcuları değiştiriyor, birileri gidip birileri geliyor. Sıranın bana gelmesini beklemeden denize atlıyorum, kendimi denizin dibinde buluyorum. Görünmez, uzak mı uzak, ak mı ak bir deniz, Akdeniz.
Denizin dibinde beklerken asıl yolculuğa çıktığımı anlıyorum. Yine gözlerim açık mavi, hem içeriden yeşil hem dışarıdan beyaz. Temaşa ediyorum denizin içindeki ve dışındaki alemleri. Yeşil yosunlarda buluyorum yitik cennetimi. Beyaz bulutlara soruyorum annemi, babamı, kardeşlerimi. Nedense yeşil yosunlara daha yakın buluyorum kendimi. Beyaz bulutlarla gelenler sanki hiç olmamış gibi. Biliyorum, bir daha yukarıya çıkamayabiliyorum, beyaz bulutların gölgesinde yakınlarımı soluklamayabilirim. Burada yeşil yosunlara kapılıp gitmişken dünya hayatının sona erdiğine dair tezkeremi alabilirim.
Misafir