Yüksek bir tepede, büyük bir dağa bakan, şirin bir köyde, dünyaya geldim. Mutlu huzurlu bir çocukluğum oldu. Güzel geçen çocukluğum, beni her daim güçlü etti. Bahtiyardım, ikizimle beraber dünyaya geldiğim için. Tek değildim, her an beraberdim ruh eşimle, ikizimle dostumla. İkizimle en güzel yıllarımız köyde dut ağaçların altında ve üstünde geçmişti. Sabah horoz sesleriyle, yaz döneminde ise Ali dayının "Hayvanları sürüye getirin!" naralarıyla uyanırdık. Büyükbaş sürüye, hayvanları, sabahın erken saatlerinde bırakıp, akşam üstü de tok hayvanlarımızı beklemek, acayip keyifliydi. Annem; yazları, sabah serinliğinde, yayık yapardı, biz de meraklı meraklı oturup, bıkmadan zevkle izlerdik annemizi. Yayıktan bakraca ayranlar itinayla süzülürdü..
Beyaz tülbent süzeğin üzerinde kalan mis gibi tereyağı özenle alınırdı. Annem bize muhakkak bir zeytin büyüklüğünde tereyağını koparıp verirdi. Şifa niyetine "alın hemen yutun derdi". Kaymak makinesine verilen sütün, kaymağından tereyağını elde etmek için serin geceler, elektrik olmadığı için dolunaylı geceler beklenirdi. Yazın genellikle, toprak damda uyurduk. Yıldızları seyrederken, hayaller kurardık, yıldızları özgürce sahiplenirdik. Muhabbet ederek, serin gecelerde, huzurlu uykulara dalardık. Güneş, bizi erkenden tüm sıcaklığıyla uyandırırdı. İkizimle özgürce korkusuzca köyde her yeri keyifle gezerdik. Kimseden zarar gelmezdi. Kimse kimseye kötü gözle bakmazdı. Yaz bitiminde kocaman isli kazanlarda bulgur kaynardı. Bulgur mis gibi kokardı, herkesten çok rahat bulgur (hedik) isterdik.
Köyümüz küçüktü, sanırdım ki sadece burada hayat var, buradan ibaret dünya. İlk elektrik, ben 9 yaşında iken, 1984 yılında köyümüze getirildi.. O gün aydınlığa kavuşmanın heyecanını 7'den 77'ye yaşadık. Karanlık evlerimiz, sokağımız yavaş yavaş aydınlanıyordu. İlk tv ile tanışmam 10 yaşında oldu. İlk ilçeye gelmem 11 yaşında ... Arabadan dışarıya şaşkın bakışlarım….
Ortaokul bitince sınav için geceden, Sivas'a gelmem unutulmaz…
Büyüdükçe öğreniyordum dünyanın kaç bucak olduğunu... Dut ağaçları; bizim ikinci evimizdi. Çocukluğumuz, masumiyetimiz, arkadaşlıklarımız, eğlenceli oyunlarımız, tatlı sohbetlerimiz, çocuksu dupduru hayallerimiz, hep orada dut ağaçlarında kaldı. Hayrat dut ağaçları, mahallemizde kavşak yolların olduğu küçük dere yatağının üstünde idi mezarlığa yakındı. Dut ağaçlarının hemen yanı başında, Bülbül Çeşmesi vardı. Dut zamanı, bol bol dut yedikten sonra Bülbül Çeşmesin'de kana kana suyumuzu içerdik, Ailemin, dut ağaçlarının altında, yunak kurup, buğday yıkamalarını unutamam…
Hâlâ 3 dut ağacı dimdik ayakta, tüm güzelliğiyle herkesi selamlar.. Köyde cenaze namazı bu dut ağaçlarının üst tarafında kılınırdı. Hayata ve ölüme şahitlik ediyordu dut ağaçları …
Köyümüz; heybetli, dağların arasında, kayısı, ceviz, elma ve dut ağaçların çok olduğu bir tepedeydi. Köyümüz adını bu tepeden alıyordu.Tepecik Köyü. Şirin bir köy...Evimiz büyüktü 6 odası vardı. Uzun T şeklinde koridorunda bize keyif veren oyunlar oynardık. Evin altı odunluk, samanlık, ahırdı. 11 kardeştik. Babam, köyün bilge imamıydı. Annem de bilge hatunu idi. Annemin kendine has espirileri vardı. Annem özünü seven mükemmel bir Kürt kadınıydı.
Kürt örf adetlerini yaşatarak, asimile olmaya meydan okurdu. Aynı zamanda ailecek kendi bahçe tarla işlerinde çalışırdık. İneğimiz, buzağımız, koyunlarımız, kuzularımız, tavuklarımız, kedimiz vardı. Babam pazara; bakır bakraçta samanların içine yerleştirilen yumurtaları, emaye bakraca konulan mis gibi tereyağını satmaya götürürdü. Babamın kasabadan gelişini, dört gözle beklerdik.
Soğuk kış günlerinde, oturma odasında gizemli masallar anlatırdı büyüklerimiz. Eğlenceli oyunlar oynardık. Üşümesin diye yeni doğan beyaz kuzuyu, boz buzağıyı, sobanın yanında ısıttığımız olurdu. İkizimle severdik hayvanlarımızı. Kışın biz Kürtlerin kutladığı yılbaşını (Sere Sale 'yi)kutlardık. Çocuklar; komşulardan, akrabalardan tereyağı toplar eve getirirlerdi. Mis gibi doğal tereyağından yemekler yapılırdı, afiyetle beraber yenilirdi. Kuymaklı, etli, patatesli kömbe, bulgur pilavı, hingel yapılırdı. Annelerimiz, kışın yün eğiriyordu. Ablalarım, yengelerim, komşularla imece usulü duvar kilimleri, yer kilimleri dokurdu. 9 yaşıma kadar köyde elektrik yoktu. Gaz lambası, itinayla temizlenirdi. Gaz yağı sıkıntısını iyi hatırlıyorum. Tezek, kayısı odunu yakacaklarımızdı.
Pil ile çalışan radyomuz vardı. Pencerede baş köşede dururdu. Akşam saat 19'da haber bülteniyle evde derin bir sessizlik sağlardı. Radyo tiyatrosu, çocuk programlarını, türküleri keyifle dinlerdik. Okulumuz, caminin altındaki bodrum katıydı. Okula başladığım gün çok heyecanlıydım, bir okadar da tedirgindim..
Öğretmenim çok güzel bir kadındı mis gibi kokardı. İlk harfler, ilk çizgiler, ilk fişler, Hece Kitabı, Cin Ali serisi ..Okulda ilk soba yakma günü nöbetimi asla unutamam, elimde tezek, keven, sınıfın önünde o soğuk günde, öğretmenin gelip, kapıyı açmasını titreyerek bekledim. Sobayı,genellikle öğrenciler yakardı. Sınıfı sırayla öğrenciler temizlerdi. Pazartesi günü,öğretmenlerimiz temizlik(el,tırnak,saç kıyafet) kontrolleri yapardı.
Okula başladığım ilk gün, çok heyecanlı, bir o kadar da tedirgindim dedim yukarıdaki paragrafta. Kürt olduğum için, Türkçe bilmiyordum. Evde okula giden ablalarım ve abilerim vardı. Hepsi beş yılı tamamlamışlardı. Öğretmenlerim Türk’tü. Öğretmenlerimiz de Kürtçe bilmiyordu. "Birbirimizi nasıl anlayacaktık." Birkaç hafta boyunca, boş boş bakıyordum Zübeyde Yılmaz öğretmenime..
Yavaş yavaş latin alfabesini ve de hiç bilmediğim bir dili öğreniyordum, çok zorlanıyordum. Ama İlk kar daha yağmadan, okumayı, yazmayı ve Türkçe'yi öğrenmiştim.
Öğretmenlerimiz, bizim dilimizi hiç öğrenemediler. Eğer ben 3 ayda Türkçe yazmayı konuşmayı öğrenebildiysem, pekâla Öğretmenler de, dilimizi öğrenebilirlerdi. Zamanla öğretmenler, Kürtçe konuşmamızı, her yerde yasakladılar. Neden yasaktı özüm olan anadilim? Hatta bizler; birbirimizi (öğretmenlerin isteği üzerine) ispiyonluyorduk." Öğretmenim falanca filanca şu bu o Kürtçe konuştu diye." Haliyle çocuklarda, Kürt olmak,Kürtçe konuşmak, utanılacak bir hal idi. Hepimiz aşağlanıyorduk..
Allah Allah nasıl bir zulümdür bu?
İlk 10 Kasım Atatürk’ü Anma programını asla unutamam. Hava soğuk buz gibi, dışarıda ayaz eşliğinde saygı duruşundayız, kimsede çıt yok.
Çocuk kalbimle olanlara bir anlam veremiyordum. Yıllarca her sabah andımızı okuduk. Kürt olduğum halde her gün yalan söylüyorduk, Türküm…Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.. Ne mutlu Türküm diyene… Ben bu yalanı söylemeye neden mecburdum?
Kendi benliğimizden gün gün uzaklaşıyorduk. Hatta bazılarımız artık, Kürt olmaktan utanıyordu. Dilimiz, özümüz asimile oluyordu. Peki neden? Kim istiyordu bunu? Tarih derslerinde yurdumuzu, İngilizlerden - Fransızlardan, Kürtler ve Türkler beraber kurtardığımızı öğrendik.
Devlet; işgalci düşmanların dilleri olan İngilizceyi, Fransızcayı okullarda ikinci zorunlu ders olarak okutuyordu da, neden ana dilimiz Kürtçeyi, okullarda öğretilmesine izin vermedi?
Anadilde eğitim hakkımız niçin yoktu? Milyonlarca Kürt kardeşinin ana dilini, Türkler neden öğrenmedi?
Çocukluğumda, en çok, Mustafa Kemal Atatürk’ün, " Atatürk" soyadını niçin aldığını merak ettim. Milyonlarca Kürt yurttaşın atası olmayı neden istemedi?
Kürtlerden ne alıp veremediği vardı? Ne yapmıştı bu Kürtler? Neden bu kadar asimile edildiler? Kürtler, ne Kürt ne de Türk olabildiler kendi kadim topraklarında.. Kürtler, Anadolun'un kapılarını Türklere açıp, her haliyle bağrına bastıkları halde, Kurtuluş Savaşı mücadelesinde omuz omuza savaşmalarına rağmen, neden ötekileştirildiler, hatta namları terörizmle yan yana getirildiler? Evet ülkemizde Kürtler, sadece Kürt olamadılar.
Üniversite yıllarında asrın müellifi, Saidi Kürdi’yi tanıdım. Eserlerini okudukça, kendisine olan derin saygım sevgim hergeçen gün artıyordu. Bilime, ilim irfana kattıkları herkesin malumu… Yetiştirdiği talebeler birer pırlanta.. Irkçılık yapmadan bir Kürt olarak ,Türkiye halklarına ömrünü adayarak hizmet etmiştir. Hangi müellif bu kadar güzel eserler yazabildi ki.. Said-i Kürdi’nin hayatı; cephelerde, sürgünlerde, zindanlarda geçti. Ama Saidi Nursi, yılmadan bu ülke ve halklarına hizmet etmekten geri durmadı. Eserlerindeki kendine has üslûbu, fikirleri takdire şayan. Saidi Kürdi’nin duruşuna hep hayran kaldım. Herkesimden okuyucuları, toplumsal barışa katkı sağlamalı artık. Hele de şu dönemde Kürt - Türk düşmanlığını tekrar alevlendirmek isteyenler var iken..
Bu hatanızdan dönün artık. Osmanlıya, ihanet etmeyen daima destek olan kadim bir millet. Kürtleri olduğu gibi kabul edip, anadilde eğitim almalarına ve eğitim vermelerine izin verin ! Bu hak Kürtlerin en temel en insani hakkı. Bu temel hak, asla ülkeyi bölmez, bilakis toplumsal barışa ve birliğe büyük destek verir.
Farklılıklarımız her zaman zenginliğimiz olacak. Çocukluğumdaki gibi beni ben yapan tüm değerler; özüm,dilim, kültürel değerlerim asimile olmadan yaşamalı nesilden nesile…. Ben doğduğum dilimle, özümle var olmak istiyorum. Dilime özüme katkıda bulunmak için elimden geleni yapmaya devam edeceğim.Gün gelecek bir yaz gününde dut ağaçların altında dut yerken Kürtçe ezgiler şarkılar şiirler söyleyeceğiz….
Özümüze döneceğiz …
Okulumuz, caminin alt katındaydı. Caminin giriş cephesinde iki dut ağacı vardı .Dut ağaçların altında keyifle oyunlar oynardık…. Milli Bayramları coşkuyla kutlardık. Okul, çevre köylere okul gezileri yapardı. Ödevlerimizi, masalarımız olmadığı için, yere uzanarak yapardık. Kırtasiye ürünlerini bakkaldan alırdık, iktisatlı kullanırdık, yokluk hep yanıbaşımızdaydı, ama umursamazdık, çok mutluyduk, inanılmaz huzurluyduk, keyfimiz yerindeydi. İlk okul pikniğimizi, Toptaş mevkinde yer alan yine hayrat olan dut ağaçların altında yaptık, hepimiz deli gibi eğlendik, hava mis gibi, ağaçlar bizi dallarıyla kucaklıyordu, yakan top, beş taş, körebe mendil kapmaca, yumurta yarışı, halat çekme yoğurt yeme oyunları….Güzel geçen çocukluğum için Rabbime sonsuz şükürler olsun…İyi ki hayırsever büyüklerimiz, o dut ağaçlarını dikip yetiştirmişler. Bize ağaç sevgisi gibi, bir mirası bırakıp, bizleri doğanın güvenilir kucağına emanet etmişler..
Bir yaz gününde, yine dut ağaçların altında oturup, yine güle oynaya ,hayatı; dolu dolu doya doya yaşayacağım .
Dut ağaçları gibi yaşama renk ve tat katacağım...
Misafir