25 Nisan 2024


Liyakat İlerlemenin Temelidir!



Muhammet Mehdi ERDOĞMUŞ

A- A+

 

Bu ne mucizedir Ya Rab, herkes her şeyi bilmekte

Peki öyleyse neden sürekli geriye gitmekte!

----

Arapça kökenli bir kelime olan ‘Liyakat’; ‘’layık olma, uygunluk, yeterlilik, yetenek’’ anlamına gelmektedir. Bu bağlamda “liyakat”; görevi başarıyla yapabilmek için ihtiyaç duyulan bilgi, yetenek ve güce sahip olmayı zorunlu kılar.

Bir sistem olarak liyakat ise, “kamu hizmetlerinde ve kamu kuruluşlarında görev alacak personele; göreve çağrılmada, göreve alınmada, ilerleme ve yükselmelerde, yer değiştirmelerde, görevden uzaklaştırma ve çıkarmalarda, tüm şartlarda ehliyetin esas tutulması prensibi” olarak tanımlanmaktadır.

Bu tanıma uygun bir sistem içinde tarihte ilk defa, modern anlamda 18.yüzyılın ilk yarısında Almanya’da Prusya Kralı İkinci Friedrich tarafından kamu görevlileri için “öğrenim ve sınav usulü” kabul edilmiştir.

Türkiye’de 1924 Anayasası ile memur alımlarıyla ilgili belirlenen koşullar, ne yazık ki günümüze kadar “liyakat sistemi” içinde uygulanmamıştır.

Söz konusu kanunun; “kamu personeli olmanın yalnız genel koşullarını ve en az gerekli niteliklerini saymakla yetindiği, hizmete almayı büyük ölçüde kurumların takdirine bıraktığı, bu anlamda hizmete almada liyakat ilkesine yeterince uyulmadığı” tespiti, sanırım genel kabul görmektedir.

Osmanlı için de devlette başlayan bozulmaya ilişkin olarak “kariyer ve liyakat sistemlerinin işlemediği, cahil kimselerin önemli görevlere getirildiği, rüşvet ve iltimasın yaygınlaştığı” tespitinde bulunulmuştur.

Bir yönetim sistemi için ilk akla gelen hep “liyakat” olmuştur. Gerçekten de bir sistem için ulaşılması en zor olan da liyakattir. Medeni toplumlarda ve hukuk düzenlerinde artık vazgeçilmez ilkelerden biridir liyakat…!

Kamu yönetiminde verimliliği artırmak için gerekli hale gelen liyakat esası, hukuk düzeni tesis edilmeyen bizim gibi ülkelerde teoriden ibaret kalmaktadır. Bugün itibariyle başta yönetim olmak üzere ülkemizde yaşanan krizlerin tamamında temel sorunların başında liyakatsizlik gelmektedir.

Esas itibariyle otoriter rejimlerde, “devlete itaat” esas alındığı için yasalarda yer alsa da liyakat sistemini pratik olarak uygulamanın imkânı da yoktur.

Bu durumda, “Tek Adam” sistemine geçen Türkiye’de liyakat sistemini tartışmak dahi fanteziden ibaret kalır.

Tek Adam’ın yetki, takdir ve rızasına dayanan bir sistemde ve iktidara yakın olan herkesin her şeyi çok iyi bildiği bir toplumda liyakat sahibi olan da ancak bu kesimden çıkar. Bu anlayışın hâkim olduğu bir ülkede bu kesimin dışında kalanlar için liyakat bir yük değil de nedir?

On binlerce insanın, çoğunluğunu akademisyenlerin, savcı ve hakimlerin, üst düzey bürokratların oluşturduğu beyin kadrosunu yargısız-sorgusuz KHK ile uzaklaştırmanın hukuki bir dayanağı olabilir mi?

Peki ya Kamuya atanan on binlerce görevli hangi liyakatle tercih edildi? Mülakatlarda uygulanan sistemin liyakatle nasıl bir ilgisi var?

Liyakat esası hiçe sayıldığı için milyonlarca öğrencinin, gencin geleceğe ilişkin planları, hatta hayalleri yok oldu. Yurt dışına çıkmak için yol arayan yüz binlerce genç var.

Bu ortamda, birkaç üniversite bitirmiş, liyakat sahibi ancak iktidar yanlısı olmayan insanların iş bulması mümkün müdür?

Sokak söylentilerine bakıldığında, yolsuzluk, usulsüzlük, yandaşlık, partizanlık, rüşvet, torpil gibi olumsuzlukların nasıl yaygınlaştığı, neredeyse meşrulaştığı görülecektir.

Ne yazık ki Osmanlı devletinin yıkılmasına neden olan gerekçelerin artık ülkemiz için de söz konusu olduğu tartışılmaktadır. Liyakatsizlik, bu gerekçelerin başında gelmiyor mu?

Özellikle yönetim-eğitim ve siyasette liyakatin önemsizleşmesi; bir ülkenin geleceğini karartmaya yeterlidir.

--

At yarışına koyarsan eşeği dediğim dedik diye,

Göreceği tek şey toz dumandır biline…

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır