06 Ekim 2024


Yeni Siyaset Platformu



Abdulbaki ERDOĞMUŞ

A- A+

Ülkemizin siyasal iklimi, normalleşmek yerine giderek bozuluyor ve siyaset-sivil zemin daha çok daralıyor. Bölgesel gelişmeler ve savaş politikaları karşısında barışçı bir tutum sergilemeyen Türkiye, gelecek açısından kaygılarımızı artırmaktadır.

Bu karanlık tablo karşısında ve bu yönetim anlayışıyla devam edilmesi durumunda kişisel olarak ülkemizin geleceğiyle ilgili pek ümitvar olmadığımı belirtmeliyim.

İdeolojik ayrışmaları, ırkçılığı, birbirini ihanetle itham edecek ve TBMM’nde kan dökecek kadar ölçüsüz ve sorumsuz davranışları, Anayasa’yı yok sayarak kurumsal ve toplumsal güvenceyi ortadan kaldıranları, TBMM’ni işlevsiz, etkisiz ve itibarsızlaştıranları “kafasını kuma gömen Deve Kuşu” misali artık görmezden gelmeyi büyük bir zül olarak görüyorum.

Daha açık bir tanımla; sadece ekonomik, kurumsal ve siyasal değil, toplumsal olarak da bir çöküş ve çürüme yaşıyoruz. Çöküşün muhtemel sonuçlarını tahmin etmek hiç de zor değil.

Aydın, entelektüel ve siyasetçilerin, çöküşe neden olan otoriterizme ve keyfi uygulamalara karşı organize olmak yerine yoksulluk, sefalet, borç, faiz ve geçim sıkıntısı içinde yaşam mücadelesi veren toplumsal kesimlerden direniş beklemelerini yanlış ve korkak bir durum olarak görüyorum.

Kuşkusuz mağdur toplumsal kesimlerin tamamının bir duyarlılık ve sorumluluk ortaya koymaları gerekiyor ancak mücadelenin öncülüğünü yapması gerekenler daha çok Ana Muhalefet Partisi başta olmak üzere siyasi partiler, siyasetçiler, sandıklalar, aydınlar ve örgütlü sivil kesimlerdir.

Siyaset yapmak için toplumsal talep ve ihtiyaç elbette gereklidir ancak talep ve ihtiyaca cevap vermesi gereken de siyasettir. Talep ve ihtiyacın olduğu ancak cevap verecek bir siyasetin söz konusu olmadığı kanaatindeyim. “Mehdi” bekler gibi kurtarıcı bir lider bekleniyor!

--

Bilinçli, planlı ve sistematik bir biçimde sivil siyasetin ve sivil kitle kuruluşlarının tasfiye edilmesi sonucu siyasetin çözüm olmaktan çıkarıldığını da belirtmeliyim.

Cumhur İttifakı, görünür görünmez bileşenleriyle birlikte ülkemizin üzerine bir “kâbus” gibi çökmüş durumdadır. Yolsuzluk, yoksulluk, adaletsizlik, hukuksuzluk, ayırımcılık, keyfilik, çöküş ve çürümenin doğal sonuçlarıdır.

Sivil siyaset iddiasıyla kurulan partilerin ve politikacıların militarist ve radikal siyasete yönelmiş olmaları boşuna değildir. Çözüm üretemeyen siyaset otoriterleşmek zorunda kalır. Böylece otoriter siyaset tercihi öne çıkar. Son dönemde peş peşe radikal milliyetçi partilerin kurulması bu nedenle olsa gerek!

Zorba bir iktidarla mücadele etmek makuliyet, bilgi, cesaret, istikrar ve sabır gerektirir aksi halde iktidar çizgisine kaydıkça iktidar partisine benzer hamasi bir siyaset ortaya çıkar. Bu durumda normalleşmeye değil, radikalizme hizmet edilmiş olur.

Çözüm üretemeyen siyaset, kaos ve istikrarsızlığa yol açar. Bu durumda sorumlu sadece iktidar partileri değil, muhalefet partileri de aynı derecede sorumlu olur.

141 siyasi partinin faaliyette olduğu Türkiye'de, siyasetin çözüm olamaması, ülkemiz için büyük bir tehlike arz etmiyor mu?

Ne yazık ki % 1 dahi toplumsal desteği olmayan partilerde lider oligarşisi hakimdir. Parti genel başkanlarının tamamı aynı zamanda kendilerini “lider” görüyor. Bu durumu Türkiye siyaseti için patolojik bir vaka olarak görüyorum.

Bu nedenle de benzer bir partinin kurulmasını gereksiz bir fantezi olarak değerlendiriyorum.

--

Ülkemizin bir gerçeğine de dikkat çekmek istiyorum; her iktidar döneminde ortaya çıkan ahlak yoksunu pragmatistlerin aklını alan devasa devlet imkanlarına göz diken bir sermaye ve siyasi zümrenin varlığını biliyoruz.

Ancak hiçbir dönemde günümüzde olduğu gibi din ve milliyetçilik zırhına bürünmüş örgütlü, pervasız, cüretkâr, hak-hukuk tanımaz bir zümrenin talan ve yağmasına şahit olunmamıştır.

Bundan daha vahim olanın; bu zümreye iktidar imkânı tanıyan ve iktidarının devamını sağlayan bir muhalefetin olmasıdır.

Anayasayı devamlı olarak ihlal eden, yasaları yok hükmünde görüp keyfi uygulamalarda bulunan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başta olmak üzere uluslararası sözleşmeleri hiçe sayan, Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran ve TBMM’ni işlevsiz ve yetkisiz kılarak siyaseti çözüm olmaktan çıkaran bir iktidar karşısında hiçbir varlık göstermeyen bir muhalefete nasıl umut bağlanabilir?

Bugün karşı karşıya kaldığımız trajik sorunlarımızdan biri ne yazık ki sadece adı “muhalefet” olan partilere umut bağlamaktır. İktidarın uygulamalarından doğrudan sorumlu olan bir muhalefeti, en başta da CHP’yi iktidar alternatifi görmek, akıl tutulması değil de nedir?

Demokrasi ve hukuk mücadelesinden kopmuş, sadece iktidar nimetlerini hedefleyen ve statükoyu sürdürecek olan partilerin, siyasi tıkanıklığı aşmaları ve Türkiye’nin muasırlaşma yolunu açmaları nasıl mümkün olacaktır?

Amacı demokrasi ve hukukun hakimiyeti olmayan bir siyasetin ve onun uzantıları olan partilerin statükoya karşı durmaları da beklenemez.

Anayasa ve yasaları yok sayan bir iktidar meşruiyetini kaybeder. Meşruiyetini yasalardan almayan bir iktidar, demokratik devlet için tehlike arz eder. Demokrasilerde hukuk dışına çıkan bir devletin de meşruiyeti olmaz.

Bu durumda iktidardan pay kapmaya çalışan mevcut muhalefetin meşruiyeti olabilir mi? Ülkemizin ekonomik, siyasi ve hukuk tablosu ortadadır, fazla söze gerek yok.

--

Mevcut siyasal iklimi, ülkemiz ve toplumsal kesimler için bir tehdit ve tehlike görmemeyi bir duyarsızlık ve “vurdum duymazlık” olarak değerlendirdiğimi belirtmeliyim. Genel olarak bu anlayışın hâkim olduğunu görmekten de endişe duyuyorum.

Siyaseti kuşatan ve biçimlendiren küresel bir mafya ile karşı karşıyayız. Ülkemiz, uyuşturucu baronlarının, silah ve insan kaçakçılarının, yasa dışı göçün, terör çetelerinin ve küresel tefecilerin cenneti olarak anılmaktadır.

Önemli politikacıların mafya babalarıyla ve uyuşturucu baronlarıyla verdiği açık pozların “tehdit ve korkutma” anlamına geldiğini çoğumuz biliyoruz ve sessiz kalmayı tercih ediyoruz. Çünkü küresel mafya ve yerli çetelere karşı güveneceğimiz bir yargı, hükümet ve Meclis artık yok.

Bu durum, çözümsüzlüğü aşmak için yeni bir siyasete ve ortak paydalarda buluşmaya da engel olmaktadır. Yoksul, mağdur, mazlum olanlar dahi ortak bir ses ve ortak bir paydada buluşmaktan çok uzaktalar. Çünkü bunları birleştirecek ve güven verecek sivil kitle örgütleri veya bir parti yoktur. Mevcut partilerin hiçbiri toplumun güvenini hak etmiyor.

--

Anayasal ve yasal düzeni aşındıran, yargıyı etkisizleştiren ve mafya düzeninin yolunu açan iktidar ve muhalefetiyle mevcut siyasetin kendisidir. Siyaset, küresel mafyanın esiri olmuş durumdadır.

Siyaseti kilitleyen ve demokrasiyi sadece seçim sandıklarına indirgeyen ve böylece siyaseti “çözüm” olmaktan çıkaran partilerin başında da AK Parti ve CHP gelmektedir.

Bu durumda CHP’yi, AKP’ye alternatif olarak görmek nasıl bir demokrasi ve yurtseverlik anlayışıdır?

Sorunu, normal süresine henüz dört yıl varken cumhurbaşkanı adaylarına ve kimin seçileceğine indirgemek; mafya düzeninin devamını görmezden gelmek veya umursamamaktır.

AKP ve CHP, ırkçı ve ceberut statükonun sağ ve sol kanatlarını oluşturmaktadır. Birini diğerine tercih etmek ülkenin yararına değildir.

Doğru, gerekli ve ülkenin yararına olan, toplumu bu iki partiye mecbur ve mahkûm olmaktan çıkarmaktır.

Peki nasıl?

--

Yeni siyaset ihtiyacı da tam bu noktada ortaya çıkmaktadır.

Toplumun yeni bir parti arayışı ve siyasete ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Mevcut partilerin tamamından umudunu kestiği gibi siyasete olan inancını da kaybettiği anlaşılıyor. Bu nedenle de AK Parti’nin miadını doldurduğuna inandığı halde CHP’yi veya herhangi bir partiyi alternatif olarak kabul etmiyor. Bu nedenle de ‘oy verme tercihini’ gönüllü değil, zorunlu kullanacağı gözükmektedir.

AKP ve CHP’nin de istediği zorunlu tercihtir. Biz de buna demokrasi diyeceğiz öyle mi?

Kuşkusuz böyle bir tercihi, toplum-siyaset ilişkisi için doğru bulmuyorum. Toplumun siyasete olan inancı ve umudu tamamıyla yok olduğunda üçüncü dünya ülkesi olarak kalmaya mahkûm olacağımız açıktır.

Bu bağlamda yeni bir parti arayışı yerine, demokratik siyasetin yeniden umut olmasını sağlamak gerekir. Bunun zemini olarak da müzakereci siyasi platformları görüyorum.

Birikimi, tecrübesi ve enerjisi olan ve ülkenin geleceğine ilişkin kaygıları bulunan duyarlı siyasetçilerin, eski bakan ve milletvekillerinin bir platform zemininde bir araya gelerek, alanında yetişmiş ve siyaset yapmayı düşünen gençleri de platforma katarak siyasetin çözüm üreteceğine toplumu inandırmaları lazım.

Söz konusu müzakereler sadece Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerle sınırlı kalmamalı. Mümkünse Türkiye’nin 81 ilinde yapılmalıdır.

Siyasete duyulan güvensizlik ve umutsuzluk ancak toplumu yeniden siyasete katarak ortadan kaldırılabilir diye düşünüyorum. Bu da güven verecek bir siyaset platformuyla mümkün olabilir.

--

Kirletilmiş bir siyasetin dürüst politikacılar çıkarması mümkün değildir. Genç siyasetçilere temiz siyasetin yolunu göstermek ve yeni bir siyaset yolunu açmak ancak dürüst, tecrübeli, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş siyasetçilerin rehberliği ile mümkündür. Bunun için de yeni bir partiye değil, topluma açık bir siyasi platforma ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.

Yeni paradigma ve politikaların bir platform zemininde tartışılmasını sağlayarak genç siyasetçileri söz konusu paradigmalar etrafında birleştirmek, onları toplumla buluşturmak yeni siyasetin yolunu neden açmasın?

Bir lider beklemek zorunda mıyız?

Bunca siyaset insanımız, akademisyen ve uzmanımız, özel ve kamusal deneyimi olan insanımız varken oturduğumuz yerde ve hiçbir gayret göstermeden kurtarıcı bir lider beklemek gerçekten trajikomik bir durumdur.

Belirlenmiş bir lider olmadan ülkemizin siyasi geleceğini, konunun uzmanlarıyla tartışacak, müzakere edecek ve çözümler üretecek bir siyaset zeminini oluşturmak zorundayız. Bunun zorluğunun farkındayım ancak ülkemiz ve insanımızın geleceği için mutlaka elimizi, gerekirse bedenimizin tamamını taşın altına koymanın ve risk almanın tam zamanıdır diye düşünüyorum.

Söz konusu tabloyu ve kötü gidişatı pasif kalarak izlemeyi de yurtseverlik anlayışımla bağdaştıramıyorum.

Bir müdahale veya insanlarımızın birbirini boğazlamasını bekliyorsak, pişman olacağımız bir akıbetin hepimizi beklediğini hatırlatmak isterim. Büyüdüğümüz ve bağlı olduğumuz bu toprakların, üzerimizdeki hakkını ödemek bizim yurtseverlik borcumuzdur.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır