19 Mayıs 2025


PKK SİLAHLI MÜCADELEYİ NOKTALADI



Abdulbaki ERDOĞMUŞ

A- A+

Öncelikle belirtmek isterim ki hangi gerekçeyle olursa olsun silahlı mücadelenin, şiddet ve çok yönlü terörün son bulması Kürdün, Türkün ve ülkemizin tamamı için muhteşem bir kazanımdır. Bulandırmaya, küçümsemeye, basitleştirmeye fırsat vermemek gerektiği inancındayım.

Kuşkusuz PKK silah bıraktı diye tartışmalar, talepler bitmeyecek. Sorunlarımızı konuşmaya, tartışmaya devam edeceğiz. Genel olarak ‘demokrasi, eşitlik, adalet ve hukuk devleti’ talebi, özelde de Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri karşılık buluncaya kadar devam edecektir.

PKK’nin silah bırakma kararını Kürt meselesine ve Kürtlerin taleplerine bağlamak doğru değildir. Bu talepler PKK ile ortaya çıkmış değil ki PKK ile son bulsun. Önemli olan bu tartışmaların, silahların ve şiddetin gölgesinde değil demokrasi zemininde yapılmasıdır.

Kürtler, çoğunluk olarak silahlı mücadelenin son bulmasını ve PKK’nin kendisini feshetmesini büyük bir sevinçle karşılamaktadır ancak haklı ve meşru taleplerinden, eşitlik, demokrasi ve hukuk devleti mücadelesinden vazgeçecek değillerdir. Esas olarak devletin inkâr ve ceberut uygulamaları kadar PKK’nin silahlı varlığı da söz konusu talepler için büyük bir engel oluşturuyordu.

PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırması bazı çevreleri memnun etmese de özellikle Kürtler için son derece hayırlı bir gelişme olmuştur. Genel olarak Türkiye demokrasisi için özelde de Kürtler için yeni fırsatlar ve imkanlar doğuracaktır.

Ne yazık ki ortaya çıkan tarihi fırsatı ülkemizin lehine kullanmak yerine siyasi partilerin, kendi lehlerine çevirmeye gayret ettiklerini görüyoruz. İktidar ve muhalefet partilerinin farklı yaklaşımlarıyla aslında hamasete dayalı bir ALGI oluşturulduğu kanaatindeyim. Böylesine tarihi bir fırsatın “ortak yarar” bağlamında değerlendirilmemesi durumunda telafisi mümkün olmayacak büyük kayıplar yaşayacağını bilmemiz gerekir.

Hamaset siyasetinin sorunları çözmesi ve kalıcı barış tesis etmesi asla mümkün değildir. Samimi, realist, ortak yararı hedefleyen yeni bir siyasete ve yeni bir demokrasi sürecine ihtiyaç olduğu açıktır. Türkiye, mevcut hamasi siyasetle daha fazla zaman kaybetmemelidir. Adaleti, hukuku, demokrasiyi, muasırlaşmayı, ilerlemeyi SORUN haline getiren bir siyaset anlayışıyla temel sorunlarını çözmek bir tarafa, yeni sorunlar oluşturacağı muhakkak. Bunun için de makuliyete ve yeni siyaset tarzına ihtiyaç vardır.

Kim ve hangi kesim ne yaparsa yapsın bizler, makul kesimler ve toplumsal çoğunluk hak-hukuk-adalet-huzur- barış tarafı olarak konumlanmak ve ortak yarara dayalı yeni bir siyaset inşa etmek zorundayız.

--

Devlet Bahçeli önemli ve anlamlı bir inisiyatif aldı.

Hiç kimsenin beklemediği bir zamanda en üst seviyeden PKK Önderi Abdullah Öcalan’a doğrudan çağrıda bulanarak silahlanma sürecinin fitilini ateşledi. Kuşkusuz bu çağrı kamuoyunda büyük bir etki yarattı ve sürecin olumlu olarak sonuçlanacağı umudu giderek güç kazandı.

Bir gün öncesine kadar Kürtlerin taleplerini “bölücülük” olarak tanımlayan, anayasal dayanakla kurulan DEM Partisini PKK ile özdeşleştiren ve “terör” destekçisi olarak nitelendiren Devlet Bahçeli’nin, bir gün sonra Abdullah Öcalan’ı TBMM Grup salonuna davet etmesi elbette sıradan bir olay değildi.

Misyonu gereği devlet adına bu çağrıyı yaptığı açıktı. Ancak bu çağrıyı hükümet ve iktidar partisinin değil de yasal bir sorumluluğu olmayan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yapması çok anlamlıydı. Oysa 47 yıl süren kirli ve çok yünlü terör savaşının bir tarafı PKK ise diğer tarafı devlettir. Buna göre devlet adına sorumluluk alması ve muhatap olması gereken mevcut yönetim, yani AK Parti iktidarıdır.  Peki Devlet Bahçeli’ye destek vermek dışında hükümet ve AK Parti’nin aldığı bir sorumluluk var mı? Varsa da kamuoyuna hala açıklanmış değildir.

Kuruluşundaki muammanın hala çözülmediği PKK’nin, sona erdirilmesi de bir muamma gibi gözükmektedir. Bu durumda DEM Partisi ve PKK tarafının süreci “BARIŞ” olarak tanımlaması, halk tabanının sürece hazırlanması için yürütülen bir algıdan ibarettir. Çünkü siyaset sahnesinde inisiyatif alan sadece DEM Partisi ve Devlet Bahçeli görünüyor. Devlet Bahçeli’yle tokalaşmak ve görüntü vermek DEM Partisini tatmin etse de Kürtleri tatmin etmediğini düşünüyorum.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin üstlendiği görev gerçekten önemli ve tarihi bir roldür. Devlet Bahçeli’nin bunu Kürtler için değil, devlet için yaptığını körler ve sağırlar da biliyor. Bu amaçla kendisine yönelik takdirleri hak ettiğini de belirtmeliyim. Bu bağlamda kendisini kutlayanları, ziyaret edenleri de anlıyorum. Ancak DEM Partisi, bileşenleri ve durumdan vazife çıkaran bazı Kürt yazar ve politikacıların “celladına aşık” misali Bahçeli’ye minnet duymaları gerçekten trajikomik bir durumdur.

Ortada “BARIŞ” olarak tanımlayacağımız bir süreç söz konusu değildir. Söz konusu olan PKK’nin silahlı mücadeleden vazgeçmesidir. Süreç için halkın kimseye teşekkür borcu yoktur. Tarafların Türkiye kamuoyundan, en azından on binlerce ölü ve yaralı, milyonlarca mağdur ve yarım asır sürdürülen kanlı süreç nedeniyle “ÖZÜR” dilemesi gerekir. 47 yıl süren kirli bir savaşın öz eleştirisi olmaz mı? Taraflardan hangisi bir özeleştiride bulundu? Halkın acılarını, göz yaşlarını, annelerin yürek dağlayan feryatlarını dikkate alan dahi yoktur.

Buna rağmen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, PKK Lideri Abdullah Öcalan, DEM Parti, İktidar ve muhalefet partileri ve diğer unsurlar üzerine düşeni yapmalı ve bizler de memnunluk duymalıyız. Çünkü silahlı mücadelenin sona ermesi, şiddetin bir hak talebi veya devletin tedip aracı olmaktan çıkarılması tek başına değeri tartışılmaz bir gelişmedir.

--

Kürtler Kongre Bildirgesinden önemli dersler çıkarmalı,

Özellikle Bildirgede yer alan ‘Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği ve Tam Bağımsız Türkiye!’ sloganı 1960’lı yılların sol-sosyalist bir jargonu olarak dikkatimi çekmiştir. Bu amaçla verilmiş silahlı bir mücadelenin 21. Yüzyılda Türkiye ve Kürtlerin lehine olduğunu düşünmek en azından saflıktır.

Ayrıca “Tam bağımsız Türkiye” mücadelesini Kürtlerin devlete isyanı olarak nitelendirmek cehalet değilse basiretsizlik ve körlüktür. PKK, bir halkın özgürlük hareketi de değildir. “Tam bağımsız Türkiye” iddiasındaki PKK’yi, hedef kitle olarak Kürtleri seçen ve Kürdistan’da yoğun faaliyet gösteren ancak bölgede çok yönlü misyon üstlenen Sosyalist bir Türkiye örgütü olarak tanımlamak mümkündür. Daha çok Türk Solunun telkin ve önerileriyle ideolojisini belirlemiş bir örgüttür. Bu bağlamda PKK’yi Kürt ve Kürdistan özgürlük hareketi olarak destekleyenler kadar, PKK’yi ve Kürtleri devlet ve cumhuriyet düşmanı olarak tanımlayanlar da büyük bir yanılgıya düşmüş sayılırlar.

Bildirgedeki şu cümleler PKK ideolojisini ve amacını açıkça göstermektedir:

“Türkiye’nin sol-sosyalist güçleri, devrimci yapı, örgüt ve şahsiyetlerinin Barış ve Demokratik Toplum sürecini sahiplenmeleri ile halkların, kadınların ve ezilenlerin mücadelesi yeni bir düzey kazanacaktır. Bu, son sözleri ‘Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği ve Tam Bağımsız Türkiye!’ olan büyük devrimcilerin amaçlarını başarmak anlamına gelecektir.”

Bildirge şu cümleyle son bulmaktadır:

“Ulus devletçi sosyalizm yenilgiye; demokratik toplum sosyalizmi zafere götürür!

İnsanlıkta ısrar, sosyalizmde ısrardır!”

Başka söze gerek var mı? Kürdistan ve Kürtlerin ulusal talepleri söz konusu bildirgenin neresinde yer alıyor? Buna göre PKK nasıl bir Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi olarak tanımlanabilir?

--

Kürt Meselesi PKK Sorunu değildir.

Kürt Meselesini yeni süreçle bağlamında değerlendirmek doğru değildir. Süreç sadece PKK’yi kapsamaktadır. Kürt Meselesini PKK’yle birlikte tartışmak ortalığı bulandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bazı kesimlerin, özellikle de AK Parti ve DEM Partili çevrelerin silahsızlanma sürecine Kürt meselesini hamasi bir siyasetle dahil etmeye çalışmasını gerçeklerle bağdaşmayan politik bir tutum olarak görüyorum.

Kürtlerin meşru, haklı ve masum taleplerini PKK’nin ideolojik anlayışına hapsetmek Kürtlere yapılmış en büyük haksızlıktır. Bu talepler PKK öncesi olduğu gibi sonrasında da devam edecektir. PKK olmasaydı muhtemelen bu taleplerin çoğu demokrasi ve hukuk güvencesinde gerçekleşmiş olacaktı. Ortada kaybedilmiş yaklaşık 50 yıl, on binlerce ölü, yüz binlerce mahkûm ve sürgün, milyonlarca mağdur ve yoksul bir halk. Kongrenin koşulsuz ve karşılıksız PKK’yi feshetmesi ve silahlı mücadeleye son vermesinden de anlaşılacağı gibi hareketin öznesi Kürtler ve Kürt halkının özgürlüğü olmamıştır.

Kişisel olarak benim mevcut siyasetten ve söz konusu partilerden beklentim; “PKK Açılımı” olarak tanımladığım bu sürecin süratle yasal zemine çekilerek olumlu sonuçlandırılmasıdır. 47 yıldır ağır bedellerle süre gelen şiddet, çok yönlü terör ve silahlı mücadelenin sonlandırılması başlı başına önemli ve çok değerlidir. Sivil ve siyasal alanda Türkiye ve Kürtler için yeni bir sayfa açacaktır. Bunun için süreci iyi okumak, doğru anlamak ve Kürt meselesini şiddet ve terörden bağımsız olarak değerlendirmek gerekir.

Lozan Anlaşmasını Kürt Meselesi bağlamında güncellemenin kimseye yararı yoktur. Amacı “Bağımsız Kürdistan” olmadığı halde Bildirgede Lozan Anlaşmasına vurgu yapan Kongrenin ortalığı bulandırmaktan başka ne amacı olabilir? Söz konusu tartışmaların Kürt Meselesini gündemden uzak tutacağını tahmin etmek zor değil. Türkiye’nin sınırlarının belirlendiği ve adeta Türkiye’nin tapusu olarak bilinen Lozan Anlaşmasını ortadan kaldırma düşüncesi ülkenin yararına olmadığı gibi 21. Yüzyılın Türkiye’sinde Kürtlerin de yararına değildir. Haklı da olsalar Kürtlerin 20. Yüzyılın başlarındaki taleplerini bugün yeniden güncellemek gerçekçi değildir. Mevcut sınırlar artık Kürtler için de vatandır. Vatanın bölünmesi Kürtlerin de bölünmesi demektir. Sorun Kürtlerin de bu vatanın sahipleri olarak kabul edilmemesidir, yasal ve anayasal zeminde yok sayılmasıdır.

PKK Kongresi’nin bildirgesinde yer alan “silahlı mücadelesini sonlandırdığını ve kendisini feshettiğini” açıklaması dışında Kürtleri memnun edecek tek bir cümle olmadığı halde bazı çevrelerin Lozan Anlaşmasına yapılan vurgu nedeniyle Kürtlere yönelik kin, nefret, düşmanlık içeren açıklamaları gerçekten ürkütücüdür. Neredeyse PKK’nin silahlı mücadelesini sürdürmesini açıkça isteyecek kadar arzularını dışa vuranlar var.

Anlaşılan Ankara’nın karanlık dehlizlerinde “terör projesi” üretenlerin PKK’nin varlığını sürdürmesinde yarar görüyorlar. ABD’nin bölgede PKK’yi artık istememesi bu çevreleri çaresiz bıraktığı için öfke patlaması yaşıyorlar. Kabul edilsin veya edilmesin Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim eden güç PKK’nin varlığına da son vermiştir.

Sonuç olarak "Bağımsız Kürdistan" iddiasıyla silahlı mücadele başlatan PKK, "Tam bağımsız Türkiye" diyerek mücadelesine son verdi. Kürtleri “bölücü” ve “terör” yanlısı olarak tanımlayanlar, dışlayanlar, suçlayanlar, cezalandıranlar utansın!

Türkiye’nin “terör” gerekçesi ortadan kalktığına göre PKK nedeniyle yaşanan acıları hafifletmek ve yaraları sarmak zamanıdır. Bunun için öncelikle yapılması gereken; siyasi tutuklular ve sürgünde yaşayanlar için genel bir af çıkarmaktır. Özellikle Bayram öncesi bir iyi niyet göstergesi olarak tutuklu bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanları Salahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, milletvekilleri ve Belediye Başkanları cezaevinden tahliye edilmesi sürece güveni ve desteği arttıracaktır.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır