08 Eylül 2024


Türkiye’nin yeri Batı’da mı Doğu’da mı olmalı?



Haluk ÖZDALGA

A- A+

Bu soru giderek daha çok gündeme geliyor. Çünkü ABD’nin tek süper güç olduğu, her istediğini yapabildiği küresel düzen çatırdıyor. Ama Amerika çok kutuplu yeni düzene geçişe direniyor.

Ukrayna ve Ortadoğu’daki iki büyük savaş geçişin kolay olmayacağını gösteriyor. Polonya Cumhurbaşkanı Tusk “savaş-öncesi” dönemin başladığını söylüyor. Tusk’a göre en çok Ukrayna’daki kavga “tam bir dünya savaşına” dönüşme potansiyeline sahip.

Türkiye ne yapmalı?

Önce kısaca son gelişmelere bakalım.

*     *     *

75. Yıl zirvesi düzenleyen NATO varoluşsal bir kriz yaşıyor, son yazımızda değerlendirdik.

Haziran’da İsviçre’de 90 civarında ülkenin katıldığı, Rusya’nın dışlandığı Ukrayna “Barış Zirvesi” toplandı. Asıl amaç savaşa istenen desteği vermeyen ‘Küresel Güney’ ülkelerini Batı’nın Ukrayna siyasetine yaklaştırmaktı.

Hedef barış olsaydı Rusya davet edilirdi. Avrupa dışından toplantıya çok az devlet veya hükümet başkanı katıldı. Toplantı amacına ulaşamadı; ne ‘barış’ ne ‘zirve’ adına layık olabildi.

Eleştiriler karşısında ev sahibi İsviçre Dışişleri Bakanı savunmaya geçmek zorunda kaldı: “İsviçre için Rusya’nın barış sürecine katılması da şarttır. Bakanlığımız Rusya’yı barış sürecine katmak için aktif şekilde çalışmaktadır.” Belli ki Washington’un tercihi ağır basmıştı.

Aynı günlerde İtalya’da G7 zirvesi toplandı. Avrupa’nın etkili Politico dergisine göre son yılların en zayıf zirvesiydi.

G7, Amerika’nın dünya liderliğine aracılık eden bir örgüt. Ama o hevesin maddi dayanakları giderek aşınıyor. Dünya Bankası’nın son verilerine göre, Satın Alma Gücü temelinde dünyanın en büyük dört ekonomisinden üçü G7 dışında ve BRICS’de yer alıyor: Çin, Hindistan ve ağır yaptırımlara rağmen 4. sıraya yükselen Rusya.

Beklenmedik bir yorum Batı finans aleminin gür sesi Financial Times’dan geldi: “G7 artık dünyayı yönetemeyeceğini kabul etmek zorunda.”

G7 zirvesinin en önemli sonucu, savaşın devamına destek için Ukrayna’ya 50 milyar $ kredi sağlama kararı oldu. Yıllara yayılacak kredi, Rusya’nın el koyulan rezervleri işletilerek kazanılacak faiz geliriyle karşılanacak.    

Son dönemde Ukrayna’da barış için en gerçekçi girişim, Brezilya ve Çin’in açıkladığı ortak barış planı oldu. Batı medyasının az ilgi gösterdiği planın ayrıntıları burada.

*     *     *

Avrupa’da yapılan seçimlerde Almanya, Fransa, İngiltere dahil genellikle ana akım merkez partiler kan kaybetti, çoğu radikal kanatlarda yer alan diğerleri güçlendi (*).

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde partisinin oyu 12 puan gerileyen Almanya Başbakanı Olaf Scholz, pek çok seçmenin hükümetin Ukrayna siyasetini ve Rusya’ya yaptırımları desteklemediğini, bunun seçim sonuçlarına yansıdığını kabul etti.    

AB Dönem Başkanlığı görevini üstlenen Macaristan lideri Orban hemen bir barış turuna çıktı. Kiev’de Zelenski’yi ateşkese davet etti, ardından Moskova’da Putin ve Çin’de Şi Cinping’le görüştü. AB’de çoğunluğu oluşturan ana akım siyasetin liderleri Orban’a sert tepki gösterdi.

Eurasia Group tarafında ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’da yapılan yeni bir araştırma, seçmenlerin kendi politikacılarından hayli farklı düşündüğünü gösteriyor.

Amerika ve Avrupa’da seçmenin ezici çoğunluğu Ukrayna’da müzakere ve barış istiyor. Bu oran Avrupa’da %88, Amerika’da %94’e kadar çıkıyor.

Dört ülkenin seçmeni NATO’nun devamını, ama Avrupa’nın savunmasından öncelikle Avrupa’nın kendisinin sorumlu olmasını istiyor. Batı Avrupalılar arasında Amerika’yla (askeri anlamda) “tarafsız ilişki” isteyenlerin sayısı, Avrupa güvenliğinin nihai garantörü ABD olsun diyenlerin üç misli. Batı Avrupalılar arasında Avrupa’nın güvenliği için ABD’yi “çok güvenilir” bulanlar sadece %6.

Avrupalıların çoğunluğu ve Amerikalıların çoğunluğa yakın kısmı (%42), İsrail’in kalıcı ateşkesi ve barışı kabul etmesini istiyor. Çoğunluk, Batılı ülkelerin Gazze’de yanlış politika izlediğini düşünüyor. 

Yukarıda işaret ettiğimiz araştırmada Avrupalı seçmen, ülkelerinin karşı karşıya olduğu en büyük tehditler arasında “siyasi elitlerin ülkelerine zarar veren kararlarını” gösteriyor!

Aynı araştırmada Avrupalılar arasında demokrasiye inancının zayıfladığı da görülüyor.

 *     *     *

Gazze savaşı nasıl bitecek belli değil.

Şikago Üniversitesi’nden Prof. Robert Pape, ABD’nin dış politika elitlerinin dergisi Foreign Affairs’de “Hamas Kazanıyor” başlıklı bir makale yayınladı. İsrail’in dokuz aylık yoğun saldırılara rağmen Hamas’ı mağlup edemediğini, hatta önemli ölçütler açısından Hamas’ın 7 Ekim’e kıyasla daha güçlendiğini anlatıyor.

Temmuz başında bir Lübnan TV’sine konuşan İsrailli emekli Tümgeneral Yitzhak Brik, İsrail’in savaşı büyük çapta kaybettiğini, Hamas’ı mağlup etmesinin mümkün olmadığını söylüyor.

Gazze’de ateşkes için çalışan Amerika, aynı zamanda İsrail barbarlığını mümkün kılan askeri ve siyasi desteğin sahibi. Batı telafisi zor bir ahlaki zemin kayması yaşıyor.

*     *     *

Ukrayna üzerinden vekalet savaşı yürüten Amerika, arazideki gerçekler itibariyle savaşın kaybeden tarafı.

Son haftalarda Washington’dan Ukrayna’ya gelen sürpriz mesajlar var: Mevcut cephe hattını koru, daha fazla toprak kaybetme. İşin sonunda Ukrayna biraz küçülse bile, Avrupa’ya yakınlaşacağı için zafer kazanan taraf olacak.

Başkan Biden “liberal enternasyonalist” olarak bilinen ideolojiye bağlı, Amerika’nın “istisnai millet” olduğuna inanıyor. “Liberal” düzeni yaymak için ABD’nin dünyanın her köşesinde her tür müdahalesini destekledi.

Amerika elbet çok önemli bir küresel oyuncu olmaya devam edecek ama moda deyimle “normalleşmesi” gerekiyor. Çıkarlarını aşırı geniş şekilde yorumlayarak dünyanın her köşesine dilediği gibi müdahale etmekten vazgeçmeli, diğer büyük güçler gibi daha makul “milli çıkar” tanımları yapmalı.

Ben Rhodos, Amerika’nın genç ve yetenekli siyasetçilerinden biri. Başkan Obama döneminde 31 yaşında Milli Güvenlik Danışman Yardımcılığı gibi kritik bir göreve gelmişti (2009).

Geçen ay yayınlanan makalesinde, Amerikan üstünlüğü (American primacy) ve hegemonya döneminin son bulmakta olduğunu, küresel gerçeklerin değiştiğini ve Washington’un yeni koşullara göre tavrını gözden geçirmesi gerektiğini yazıyor

Görünen, ABD seçimleri “istisnai millet Amerika” ideolojisine inanan Biden ile kendisinin “istisnai insan” olduğuna inanan Trump arasında geçecek gibi. Amerikalı seçmenin %72’si Biden’ın zihinsel yeteneklerinin Başkanlık yapmaya yeterli olmadığını düşünüyor. Ciddi kaynaklardan Biden’ın ikna edildiği ve adaylığı bırakacağı haberleri geliyor.

*     *     *

Britanya’da seçimleri kazanan İşçi Partisi hükümetinin yeni Dışişleri Bakanı David Lammy’nin çarpıcı gözlemi: “Son İşçi hükümeti sırasında 1997’de Britanya ekonomisi, Hindistan ve Çin’in toplamından büyüktü. Şimdi Çin ekonomisi Britanya’nın beş katı.” Hindistan da geçti Britanya’yı.

Lammy, Batı’nın Afganistan, Irak ve Libya’daki müdahalelerinin “yanlış” olduğunu kabulleniyor. Ancak aynı makaleden anlaşılıyor ki, başta Ukrayna ve Gazze’de olmak üzere Londra yoluna Washington’un dümen suyunda devam edecek.

*     *     *

Rusya lideri Vladimir Putin, İsviçre’deki “Barış Zirvesi” ile G7 zirvesinin yapıldığı günlerde, Rusya’nın üst düzey diplomatlarıyla bir toplantı yaptı. Önemli konuşmasının ayrıntılarına giremeyeceğiz.

Rusya, Ukrayna savaşı ötesinde uzun dönemli bir hazırlık içinde. Putin hedeflerinin yabancı güçlerin askeri varlığına Avrasya bölgesinde tedricen son vermek olduğunu vurguluyor.

Konuşma birçok açıdan, İngiliz coğrafyacı Halford Mackinder’in modern jeopolitiğin doğuşunu şekillendiren fikirlerden ünlü Anakara Kuramı’nı (Heartland Theory) hatırlatıyor.

Hemen ardından Dışişleri Bakanı Lavrov, Moskova’nın bakışını biraz farklı sözcüklerle anlattı: “Avrasya ülkelerinin gayretlerini birleştirdiği tavır, her yerde olup bitenin okyanustan kontrol edildiği tavra karşıdır.”

*     *     *

Mevcut koşullarda Türkiye ne yapmalı?

Türkiye kendi bölgesinde ve dünyada barışın ve uluslararası hukukun daha iyi korunabilmesi için, oluşum süreci yaşayan çok kutuplu dünya düzenini desteklemelidir.

Tarihin defalarca gösterdiği gibi, büyük güçler daima saldırganlık eğilimleri taşır. Eğer başka büyük güçler tarafından dengelenmezse uluslararası hukuku önemsemez ve kendi keyfi hukukunu dayatmaya çalışır.

Bunun vahim sonuçlarını Soğuk Savaş sonrasında tek süper güç kalan Amerika’nın başlattığı yıkıcı savaşlarda yaşadık. Aslında o savaşların çoğunda Amerika’nın çıkarlarına dönük yakın tehditler söz konusu değildi. Wolfofitz Doktrini’nin (1912) “Nerede ortaya çıkarlarsa çıksın, rakiplerimizi ezip bitirmek” (stamping out) şeklindeki gaddar stratejiyi uyguladı.

Amerika’nın son 30 yıllık hegemonyası dünyada artan güvenliğe ve barışa hizmet etmedi, uluslararası hukuk kurallarını aşındırdı. Buna karşılık ilan ettiği hedeflerin çok azına ulaşabildi, arkasında kargaşa ortamı ve kötüleşmiş koşullar bırakarak çekildi.

Agresif ve aşırı müdahaleci dış politika Amerika’nın kendisine de zarar verdi. İçerde kutuplaşma arttı, kurumlar zayıfladı, şimdi ülke istikrarsızlıklara karşı daha zayıf bir konuma düştü. Donald Trump’ın yükselişinin bir nedeni, Amerika’nın son 30 yılda dev bütçelerle yürüttüğü yıkıcı dış politika maceralarıdır.

Büyük güçler agresif, başka güçler tarafından dengelenmezse mutlak şekilde agresif oluyor. Bu tespit sadece Amerika değil tüm büyük güçler için geçerli. Ayrıca Amerika örneğinde (ve tarihte başka örneklerde) görüldüğü gibi, ülke içinde iyi işleyen bir hukuk devleti veya demokrasi olması bu gerçeği pek değiştirmiyor.

Oluşum süreci yaşayan çok kutuplu küresel düzen elbet tüm sorunlara çözüm getiremeyecek. Muhtemelen karşımıza yeni sorunlar çıkacak. Ama tek gücün hegemonyasına dayalı sistem yürümüyor.

Cumhuriyet kurulduktan 16 yıl sonra başlayan 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye tarafsız kaldı, ardından tercihini Batı yönünde yaptı. Bu doğru bir tercihti.

Türkiye bugün aynı yönde devam etmelidir. Ancak aradan geçen uzun yıllar içinde dünya değişti, şimdi Batı yönündeki tercihin ne anlama geldiğini yeniden tanımlamalıyız.

Batı yönünde tercihin ilk ve en hayati adımı içerde atılmalıdır. Yere yıkılmış hukuk devletini ayağa kaldırmak zorundayız. Bu sadece ekonominin iyileşmesi değil, dış ilişkilerin etki gücü kazanması için de temel bir girdidir.

Buna karşılık Türkiye Batı içindeki ilişkilerini, gözü kapalı Washington’un arkasından giderek değil, kendi çıkarları temelinde bağımsız kararlar alarak sürdürmelidir. Türkiye’nin jeopolitiği, mesela Ukrayna ve Gazze’de Biden yönetiminin politikasını desteklemeyi doğrulamıyor.

Türkiye’nin güvenliği NATO içinde yola devam etmeyi gerektiriyor. Bugün en büyük güvenlik risklerimiz Ege, Doğu Akdeniz ve Suriye-Irak-İran hattının oluşturduğu güney sınırlarından kaynaklanıyor. O riskleri asgaride tutmak için NATO üyeliğinin devamı gerekiyor.

Tabii başta Avrupa Birliği ve diğer Batılı kurumlarla mümkün olan en yüksek düzeyde bağlantılar devam etmeli.

Diğer taraftan Türkiye ilişkilerini çeşitlendirmelidir. Çok kutuplu dünyanın iki önemli kuruluşu BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü ile bağlantılarını, gerekirse üyelik dahil, güçlendirmelidir. Başlangıçta beş ülkenin oluşturduğu BRICS hızla genişliyor ve çok kutuplu dünya için kritik projeler geliştiriyor.

BRICS’i başka bir yazıda daha ayrıntılı ele alacağız.

—–

(*)- İngiltere’de (Birleşik Krallık) yapılan son seçimlerde ana akımı oluşturan iki partiden Muhafazakarlar %19,9 oy kaybederken İşçi Partisi’nin oyu sadece %1,7 arttı. Tek turlu dar bölgeli seçim sistemi nedeniyle İşçi Partisi %34 oy oranıyla mecliste %63 çoğunluk elde etti.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır