02 Ocak 2025


Köksüzlükle Yaşama Tutunmak



Faik ÖCAL

A- A+

Kıbrıs Gezi Notları (3)

Yanında kaldığım akrabamla Boğazköy Şehitliğini ziyaret ettik. Akrabamın isteği üzerine şehitliğine gittik, ziyaret ettik, döndük.

Buradaki akrabalarım ve memleketlilerim sadece köksüzlüğü yaşıyorlar, köksüzlük tek yaşantıları olmuş, köksüzlükle yaşama tutunuyorlar. Onların köksüzlüğünde kendi acı gerçeğimi görüyorum. Hiçbir yere ait olmama. Bir ağaç nasıl köksüz kalırsa, bir nehir nasıl yatağından kurursa, bir dağ nasıl kuşlarına küstürülürse, öyle.

*

Gecenin geç vakti, sabahın ilk vakti boğazımda karıncalanmalarla uyanıyorum, bir başıma başımı indirdiğim yalnızlığımda.

Hiç kimseler kalmıyor evde, sabahın ikinci vakti gözlerimi açtığımda. Herkes işe gitmiş yine. Buradaki akrabalarımın hayat düzeni çok basit. Herkes akşam namazından sonra eve geliyor, yemekler yeniliyor, çaylar içilirken biraz sohbet, biraz televizyon, biraz internet. Gecenin geç vakti uyuluyor aynı Rum halkı gibi, sonra sabah namazı vaktinde değil, iş vaktine göre altı-yedi gibide kalkıyorlar. Ayaküzeri bir şeyler atıştırıyorlar kahvaltı niyetine, sonra da işlerin yolunu tutuyorlar. Haftanın altı günü böyle. Tek çalışmadıkları gün, Pazar günü. Bugünü de ev işlerine, özel işlerine ayırıyorlar.

Çoğu zamanda sonradan buraya göç eden aileler akşamları birbirlerine misafirliğe gidiyorlar. Ben üç-dört gündür buradayım, akrabalarımın evine misafir gelmediği akşam yok. Hatta bazı akşamlarda iki ailenin üst üste misafirliğe geldiği oluyor. Ben işte böyle bir evde bir başıma kalıyorum. Dışarı çıkıp adayı da gezmiyorum. Canım hiçbir şey istemiyor.

Kalbim dört bir koldan kanıyor, kaynıyor. Kalbim, bu haliyle iç alemime yeni bir yolculuk yapmama müsaade etmiyor. Sonra koşullar; iç ve dış zorluklar. Akşamlar ev ağzına kadar tıka basa insanla doluyor. Yalnız bir nefes alma imkanı olmuyor. Sonra dökülen kanların kokusu buradan daha keskin ve kesif alıyorum. Hem uzağım oralardan hem de tam içimdeyim her şeyin. Hiç kimse olanları tasvip etmiyor ve gelişmeleri sıcağı sıcağına takip etme imkanı olduğu için kendimi gündemin ve güncel yorumun dışında tutamıyorum.

Kalbim dört bir koldan yanıyor, parçalanıyor. Kalbimi sükunete kavuşturacak sözlerden ve merhemden mahrumum. Öylece ortalık yerde can çekişiyorum kalbimle bir. Ben uzaktan bakıyorum, elimden hiçbir şey gelmediğini bilmek kahrediyor beni.

*

Sabah 732 metrede zirvesi olan Saint Hilarion Kalesine çıktık.

Sonra Lefkoşa’ya geçtik. Eskiden Saint Sophia Katedrali olup sonradan camiye çevrilien Selimiye Cami’nde öğle namazını kıldık.

1572’de Muzaffer Paşa tarafından yaptırılan Büyük Han’ı ziyaret…

1589’da yaptırılan Ağa Cafer Paşa Cami’nde ikindi namazını kıldık.

*

Magosa’ya geçtik. Yol boyunca bulutlara baktım. Sonra bulut olduğumu hissettim.

Ezan bitmek üzereyken Lala Mustafa Paşa Cami’ne girdik, Cuma namazını kıldık.

Namık Kemal’in kaldığı zindanı ziyaret.

Yine ezan bitmek üzereyken Lala Mustafa Paşa Cami’ne girdik, ikindi namazını kıldık.

*

Artık eskisi gibi olmayacağım. Hayatımda yeni bir döneme girdiğimi hissediyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olamayacak, ben eskisi gibi olmayacağım, dünya eskisi gibi görünmeyecek gözüme.

Bu bir haftalık Kıbrıs yolculuğu, az yazı ve çok yaşantı, az okumak ve çok düşünmekle geçti. Bu durum, daha önce hiç olmayan bir şey. Yani daha önceki yolculuklarımda hep tersi oluyordu, bu sefer bambaşka bir şey ortaya çıktı.

Geçen hafta cumartesi akşamı gelmiştim bu adaya, aynı gün bu sefer sabah vakti gidiyorum adadan Adana’ya.

Adana’da hiç işim yok. Birde baktım ki biletimiz Adana’ya kesilmiş. Şimdi de Adana’nın yolunu tutuyoruz. Tabi, Adana’nın benim için ayrı bir yeri ve önemi var. İlginçtir, bundan tam yirmi sene önce Adana’dan bambaşka bir insan olarak çıkmıştım, şimdi adadan çıktığım gibi. Ve yine bambaşka bir insan olarak gidiyorum Adana’ya. Geçmişi yad ederek o gerçeği hatırlamak. Adadan Adana’ya diyorum, bu kısa ama dönüştürücü yolculuğun adına. Yirmi yıl evvelini hatırlıyorum yine. Bu yolculuk için çıkmıştım yola. Ne demişti akrabadan arkadaşım. “Sen iç huzurunu aramak için bu adaya geldin ve iç huzurunu aramak için sürekli yer değiştirmek zorundasın.” Doğru söylemişti. Tastamam böyle demişti. Belki de sürekli bir yerlerden bir yerlere gitmek, sürekli yer değiştirmek benim kaderim, iç huzurum.

Adada ne kadar yalnız, garip ve başka biri olduğumu bir daha gördüm, bir başkası olmaksızın. Akrabalarıma ve akrabalarımın misafirlerine hiç benzemiyordum. Türkiye’deyken bu farklılığı net göremiyordum. Sonunda her şeyiyle aynı görünen toprağımın bir ferdiydim. Ama dış dünyadan yalıtılmış gibi görünen bu adada, çok zor koşullarda kendine göre bir yaşam alanı oluşturan akrabalarımın ve memleketimin insanları arasında ne kadar yabancı ve garip biri olduğumu apaçık gördüm. Hiçbir şeyimle onlara benzemiyordum. Bunu üstünlük açısından söylemiyordum. Sadece var olan durumu belirtmek için söylüyorum. Akrabalarım ve memleketlilerim bana bir ayna oldu, kendimi gördüm ve kabullendim. Sonra Adana, ruhen asıl ve ikinci doğumumu yaşadığım şehir, bana on sekiz yaşımda sahip olduğum o gerçeği hatırlattı. Şimdi bir başka doğum yaşıyorum, bu sefer otuz sekiz yaşındayım. İşte, hiç kimseler yok. Allah’tan geldim ve Allah’a dönüyorum. Yani yirmi yıl evvel Adana’da yaşadığım gerçeğe dönüyorum yeniden. Hepsi bu. Olan, olması gereken sadece bu.

Yepyeni bir güneş doğuyor. Yirmi yıl evvel bir garip yolcu olarak bir başıma kaçışımı yaptığım Adana. Yine yalnızım, yine hiç kimse beni beklemiyor Adana’da. Gençliğimin başı ve sonu, aynı yerde birleşiyor, ilk defa.  Bu ada yolculuğuyla anladım ki gençliğimin sonuna geldim, bir, iki sene sonra kırk yaşına gireceğim.

Bizim kendimize göre bir geçmişiz ve gerçekliğimiz vardı. Biz Kürt kökenli Kürt değiliz. Biz Kürt’üz, ayrı bir halkız, ayrı bir kavimiz. Birilerinin bunu görmesi ve kabul etmesi lazım. Bu gerçek görülüp kabul edilmelidir. Hiç kimse bir halkı, bir kavmi yok edemez, Allah dilemedikçe. Biz de Allah’ın ayetlerinden bir ayetiz.

*

Şehrin geçmişinin kaydını tutan kalbine kulak veriyorum. Yirmi yıl önceki kendimin kokusunu alıyorum. Hep on sekiz yaşındayım. Gurbetlerde yorgun düştüm, geri döndüğümde bütün aşina ceylanlar göçüp gitmişti bir yerlere. Yeni ormanlar inşa etme zamanı, gurbetlerde yorgun düşen yeni ceylanlar için. Kendi göğünün masallarını beraber anlatacağız marallara bu ormanda.

Adana’ya gelmeden evvel ağzı süt kokan bir çocuktum. Sonra Mersin’de düştüm dünyanın bütün gerçekliklerinden. En başta da kendi gerçekliğimden. Balcalı’da gözlerimi açtığımda, bambaşka bir insandım. Daha evvelki yolculuklarımda da yazdım, adeta eski gerçekliğim hepten silinmiş, yerine hayatı ruhuyla temaşa eden ve dünyaya bakan yepyeni bir insan gelmişti. O insanın ağzı eskisi gibi süt kokmuyordu, bıyıkları terlemişti, saçları ağarmış. Bu şehirde yirmi yıl evvel hayata gözlerimi açtığımda ruhumla gençliğimin başlarındaydım. Heyhat! Şimdi adadan Adana’ya dönerken gençliğimin son adımlarını atmaktayım.

Şöyle bir geçmişime bakıyorum. Nefsime zulmedip bir sürü günah işlemişim. Her seferinde beni bağışlayıp bana yeni bir şans veren Rabbime ne kadar şükretsem azdır. Nice uçurumlardan döndüm, nice ölümlerle göz göze geldim. Pusu kurulmuş yarlardan, bir başkasının feryadı figanıyla örülmüş uçurumlardan beni çekip çıkardı Rabbim.

Bir, iki haftalık aradan sonra eski düzenime, görünmez denizlerime geri dönüyorum. Derin, engin, ıssız ve uzak denizlerim. Anladım bir başkası hiç olmadı, bir başkası hiç olmayacak.

Dışarıdayım, hep dışarıda kalacaktım. İçeride yerim yoktu. İçeriler bana göre değildi. İçeride boğuluyordum. Ben dışarıda kalmaya mahkum olanlardandım. Haddimi, hakkımı ve yerimi bilmeliydim. Kimsenin hakkına kastetmemeliydim, hiç kimseye haddini bildirme hakkına sahip değildim. Çünkü dışarıda olan içeridekiler hakkında söz sahibi olamazdı ama içeridekiler her zaman için dışarıdakiler hakkında söz sahibi olabilirdi. Bu hayatla gelen doğal bir ayrımdı. Sorgulanamazdı.

Yerim yoktu, yerim yokluktu. Yerim hiçti, yerim hiçlikti. Ağzımda su taşır gibi taşıyacaktım emanet canı, çoğu gitti azı kaldı zahir, baş ile son birleşmiş aşikar. Yollarda dünyaya gözlerimi açmıştım, yine yollarda gözlerimi kapatacaktım. Garip bir yolcu olarak dünyaya gelmiştim arzdan arşa sükûta gark olmuş gibi hiçlik kuyularından fırlar gibi, yokluk gölgesinden sarkar gibi. Yine yersiz yurtsuz bir yolcu olarak dünyadan ayrılacaktım, sonsuzluk şafağından çıkar gibi, varlık libasını giyer gibi, meçhul denizlerden öteki kıyılara atılan bir şişe gibi.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır