21 Kasım 2024


EYLÜL ESİNTİSİ



Hacer Zelal Atalay

A- A+

Dün eylül ayının ilk günüydü. Sosyal medyada eylül ayına dair ne çok paylaşım yapıldı. Demek ki Eylül ayı insanlar üzerinde derin izler bırakan bir ay.

Artık sıcakların eskisi kadar bunaltmadığı, güneşin alev topu gibi yakmadığı, sabah akşam açık pencereden süzülen eylül esintisinin bizi ferahlattığı demlerin vakti gelmiştir artık. Bu eylül ayının başında, dolunay masmavi gökyüzünde adeta herkesi büyüledi.

Sonbahar mevsimin ilk hüzünlü günü kimilerine göre. Yaz mevsimini sevenler için özellikle.  Ama benim için; 1 Eylül 2016 tarihli 672 KHK ile ihraç olmama rağmen, tüm güzelliklerin başlangıç cemresi yüreğime düşen.

Eylül ayı, eylül ismi nelere ilham olmuş…

Şairlerin şiirlerine, yazarların eserlerine, sanatçıların sanat eserlerine, filmlere, bu ayda doğan, binlerce insana isim olmuş çok özel bir ay.

Alpay’ın "Eylül’de Gel Şarkısı"

Mehmet Rauf'un "Eylül" romanı

İlk aklıma gelenler…

Eylül; Süryanice kökenli bir isim olan, aylül’den türemiş. Üzüm ayı, üzüm zamanı demekmiş. Aynı zamanda hasat vakti anlamı var.

Köyde şirin bir üzüm bağımız vardı. Eylül geldi mi, üzüm zamanının da geldiğini anlardık küçük bir çocukken…

Üzüm bağına giderek üzümleri kovalara ve sepetlere koyup getirmek çok keyifli bir etkinlikti bizim için.

Neler neler yapardık üzüm bağı yolunda.

"Sıncanlı Deresi" üzüm bağların çok olduğu, gizemli ve güzel bir yerdi.

Bu yollarda, ne anılar var unutulmayan.

Annemin Kürtçe ezgileri, ikizimle dere boyunca, oynamak için beş taş bulma arayışımız…

Üzümden dönerken çok susadığımız için, yontulmuş taşın içinde biriken sudan eğilip kana kana içmemiz…

Osman Dede'nin iri cevizleri, yol boyunca uzanan alıç ve kuşburnu ağaçları…

Eskiden ormanlık olan bu derede kaybolan öküzün hikayesi de bizim için unutulmazdır.

Eskiden Eylül’ün vakti çattığında kış hazırlıkları evlere ayrı bir heyecan verirdi, artık bazı meyveler (kayısı, dut, elma, erik) özenle toplanır ve kurutulurdu.  Taze domatesten yapılan salçalar, kurutulan biber, domates, yeşil fasulyeler ve elbette patlıcanlar kilerdeki yerini alırdı. Büyük kazanlarda kaynatılan bulgur, mis gibi tarhana ve usul usul kesilen erişteler.

Kurulan turşular, kavanoz konserveler…

Hepsinin ayrı ayrı kokusu, eylül esintisine buram buram karışır…

Çarşı pazardaki tatlı koşturmacalar, evlerimize ve bahçelerimize kadar uzanırdı…

Ceviz içleri artık beyazlaşmış, yemeğe hazırdır.

Eylül kimileri için güzel, unutulmaz anları, anıları olan bir ay, kimilerine de sadece hüzün veren bir ay. Ama herkes için unutulmaz güzel bir ay olduğu aşikar.

Gurbetten gelen sevdikleriniz varsa eylülde evine dönecektir. Sevdiklerin bir bir gitmesi, buruk vedalar hüzün verir kalana…

Giden olmak kolay, kalan olmak çok zor.

Sahi hangisi daha zor? Giden olmak mı yoksa kalan olmak mı?

Yıllardır kalan olduğum için artık benim de gitme vaktim diyorum.

Kalan olmak, hele de yavrularımı eğitim hayatları için, gurbet ellere gönderdikten sonra, eve gelip odalarında, buğulu yüreğimle, boş boş bakmalar…

3 Eylül 2008 tarihinde üçüncü defa tarifsiz bir heyecanla anne olmuştum. Can oğlum, Arif Ahmet dünyamıza ay gibi doğmuştu.

Evimize huzur, neşe ve sevinç vermişti tıpkı iki Can ablası gibi…

Öğrencilik ve öğretmenlik sürecimde, aynı zamanda okulların açılış zamanı Eylül olduğundan, heyecanım tarifsiz oluyordu. Okulun ilk zili, ilk marş, mis gibi kitap defter kokuları, yeni öğrenciler, yeni başlangıçları her sene sinemizde coşkun bir eda ile yaşardık ta ki 1 Eylül 2016 tarihine kadar, o günden beri de bu tarifsiz heyecanın hasretini çekiyorum binlerce mazlum arkadaşımla birlikte…

Eylül'e dair ne kadar anlatacak güzel anlar kalmış gönül alemimde.

Tabi bir o kadar da hüzünlü anlar.

1 Eylül 2016 tarihinde, ülkemizde 50 bin masum, mazlum, liyakatli kamu emekçisi, çıkarılan 672 KHK ile, bir gecede terörist ilan edildi. Hem de hiçbir demokratik ülkede suç teşkil etmeyecek olan yasal kriterlerden nedeniyle.

Büyük acıların, yeni başlangıçların, binlerce hüzün dolu hikaye başlıklarının atıldığı tarih oldu bizim için 1 Eylül.

Devlet baba; masum, liyakatli çalışanlarına öyle bir tokat attı ki…

Bir anda mazlumlar kendilerini ıssız, karanlık ve derin bir kuyuda buldu.

"1 Eylül Dünya Barış Günü’nde" yüz binlerce yurttaş, milyonları bulunan yakınlarıyla birlikte devlete, milletine küstürülmüştü…

Ülke halkları büyük bir şok yaşadı.

Türkiye tarihinde, ilk defa böyle bir olay oldu.

Resmi gazetede binlerce kamu emekçisi büyük bir iftirayla terörist ilan edildi. Mevcut hükümet mağdur ettiği kamu emekçisine suçunu söylemeden, FETÖ çuvalına atıp "Gidin ağır ceza mahkemelerine, yargılanın, aklanın gelin "dedi.

Allah Allah….

Hiçbirimiz kan dökmemişti; hırsızlık, taciz, tecavüz, gasp, vb. adli suçların en ufağını dahi işlememişti.

Yasal bir banka hesabı, devletin üye olmanız durumunda maddi teşvik sunduğu sendika üyeliği, MEB onaylı okullara ve dershanelere öğrenci göndermek gibi absürt suç iddiaları nedeniyle hükümet tarafından terörist ilan edildik…

Hükümet ve devlet güçlüydü ve maalesef toplumun kahir ekseriyeti de güçlüden yana oldu.

Kimse azınlığın, haklı olanın yanında açık açık görünmek, bulunmak istemiyordu.

Herkese gözdağı verilmişti.

Herkes korkuyordu çünkü bir selam dolayısıyla ekmek kapısından her an kovulabilirdi.

Nitekim kimseden tepki gelmeyince, 672 KHK’sını diğer kanun hükmünde kararnameler takip etti ve yedi yıldır ülkede devam eden devasa toplumsal yaralar neden olundu.

Herkese her gün hükümet tarafından müjdeler verildi.

Ama KHK’lılar bu ümitten yoksun bırakıldı. Sahi biz KHK'lılar bu ülkede vebalı mıyız? Oysa ki biz gasp edilen hakkımızı istedik sadece…

Takipsizlik ve beraat alan binlerce kamu emekçisi hâlâ çeşitli mahkemelerde süründürülüyor. Bu zulmün sebebi siyasidir, hukuksuzdur.

Derhal bu zulme son verilip, bu haksızlık ivedilikle hukuki dayanaklarla giderilmelidir.

Bu sorunun sebebi siyasi diye, siyaseten çözülmesini beklemek, hukukun üstünlüğünü zedeler kanaatindeyim.

Devlet halklarından korkmasın!

Halk devletten korkmasın!

Her iki taraf birbirine artık güvensin!

Güçlü, kadim bir devlet ancak mutlu, huzurlu, refah içinde yaşayan toplumuyla ayakta kalır.

İnsanlar, insanlık olmadan asla ama asla devlet denilen aygıt olamaz.

O yüzden insanı yücelt ki devlet ayakta sapasağlam kalsın!

Milyonlarca insan açlık, yoksulluk sınırında.

Ülke mülteci yuvası olmuş.

Beyin göçü hat safhada.

Yolsuzluk; vurgun, rant, talan, vurgun şiddet, baskı, güvensizlik, hat safhada.

Ülkemiz en mutsuz ülkeler arasında.

Sahi çözüm ne?

Eylülü siyasi içerikler olmadan yazmak istiyordum. İçinde buram buram kokan Eylül esintisiyle yazmak istiyordum.

Maalesef olmadı, sevinci ve hüznüyle yazdım eylülü…

 

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır