28 Mart 2024


Bencillik



Muhammet Mehdi ERDOĞMUŞ

A- A+

Sadece ben demekle çıkarsak yola

Ne sen kalırsın ne de ben…

 

Özgürlükler söz konusu olduğunda ‘insan’ yerine ‘birey’ merkezli tanımlar öne geçmektedir. “Bireyin hak ver özgürlükleri” gibi..! Oysa ‘insan’ denilince hem birey hem de toplum birlikte anlaşılır. Toplumdan ayrıştırarak “bireyin hak ve özgürlükleri” temel alınınca güçlü bir toplum değil, güçlü devlet ortaya çıkar. Burada politik bir marifetin izleri görülüyor gibi..

Çünkü birey, ne kadar özgür olursa olsun tek başına bir güç ifade etmez ve gücü elinde bulunduran devlete karşı hep zayıf durumdadır. Birey, toplumla birlikte ve toplumsal özgürlüğün bir parçası olunca devlete karşı daha güçlü bir pozisyon kazanacağı açıktır.

Ayrıca birey olmak ile bireyselleşmek arasında da ince bir ayırım vardır. Birey olmak; irade, tercih, seçme gibi kişinin olmazsa olmaz özgürlüğünü gösteren ilkeleri taşımak ve bunları başkalarının iradelerine asla teslim etmeden ait olduğu topluma, doğaya ve insanlığa karşı da sorumluluk duymasıdır. Bu sorumluluk kişinin özgürlük sınırını da belirleyen bir faktördür.

Bireysellik ise daha çok sınır tanımayan bir özgürlük duygusudur ki bireycilik ve bencillikle beslenmektedir. Bu duygu bireye bir özgüven verdiği için akraba ve toplumsal sorumluluktan da hızla kaçmaya çalışır. Sorumluluk almadığı için de toplumdan giderek ayrışır ve uzaklaşır. Ancak bireysel özgürlüğünü kazandığını düşündüğü tam bu noktada, devlet gücü karşısında “sudan çıkmış bir balık” gibi zayıf, güçsüz olduğunu bilmesi gerekir.

İş bununla da bitmiyor. Bencilliğin gelişmesiyle birlikte kendi kendine yeteceği fikrine kapılan birey, herkesi potansiyel bir rakip görür, önüne çıkanla işbirliği ve dayanışma yerine, mücadele etmeyi ve onu silmeyi gaye edinir. Bencillik öyle bir duygudur ki, kuşattığı kişiyi egosuna tutsak eder, böylece kendisi varsa her şey var, kendisi yoksa hiçbir şeyin varlığı umurunda olmaz. Bu hastalıklı yapı, bireylerde olduğu kadar toplumlar için de geçerlidir.!

Bireycilik/bencillik insanın hastalıklı bir ruh halidir. Her şey kendisiyle ancak anlam kazanır ve güzelleşir, kendisinin olmadığı hiçbir şeyin bir anlamı kalmaz. Yalnız kendini sever, kendini düşünür, kendi çıkarlarını önceler ve dilediği her şeye sahip olmak ister. Arzuları, hırsları sınırsızdır, yeryüzünü tek başına yönetmek ister. “benlik-ego” öyle bir hal alır ki, onun bu zaafından yararlanmak isteyen fırsatçılar kendisini tanrılaştırır ve diğer insanlardan farklı ilahi bir misyon yüklerler.

Övgü, takdir, saygı ve iltifatla öyle bir ruh halini alır ki, kendisini “vazgeçilmez” görür, “dünyanın kendisi etrafında döndüğünü” sanır, kendisinin başkaları için “Tanrı’nın bir lütfu, ihsanı ve armağanı” olduğuna inanır. O sadece bir kurtarıcı, bir kahraman, bir önder ve eşsiz bir şahsiyettir!

Görüldüğü gibi, sıradan bir duygu sandığımız bireycilik, bencillik zaman içinde insanı, insanlıktan dahi çıkaran boyutlara ulaşabiliyor. Öyle ise özgür bir birey olmak yetmez, ‘özgür ve sorumlu birey’ olmayı başarmalıyız. “Ben” değil, “Biz” olunca ancak insanlığımızı, insanlık onurunu koruyabiliriz.

Evren bir bütündür. İnsan da bu bütünün bir parçasıdır. Farklı olması veya güçlü olması onu tanrılaştırmaz. Bu bağlamda devlet de Tanrı olmadığı için sorumsuz değildir.Gücü, mahiyetindekilerin hak ve özgürlükleriyle ve hukuk ile sınırlıdır.

Birey olarak özgür ancak sorumlu olmak özgür toplum için de, hukuk ile sınırlandırılmış bir devlet için de zorunlu olduğunu düşünüyorum. “Ben” ve bencillikten uzak durmak dileği ile…!

 

 

Ve şeytanlar,

Perçinleştirmek için tahtlarını

Bencilliği sundu insanoğluna!

Ve insanoğlu,

Dünyevi çıkarlar uğruna 

Aynalara taptı…

 

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır