MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’a çağrısıyla başlayan yeni sürecin oluşturduğu olumlu havayı değiştirmeye çalışanlar var. İktidarın henüz doğrudan süreci sahiplenmemesi de kafa karışıklığına yol açmaktadır.
DEM Partisinden oluşan 3 kişilik heyetin kimi temsil ettiği henüz net değil, en azından biz bilmiyoruz. Heyet DEM’i temsil ediyorsa, bu durumda DEM’in özel ve önemli bir misyon yüklendiğini düşünüyorum ve görüşme içeriğini partilerle paylaşmasını da doğru buluyorum. Bu bağlamda gösterilen çabayı da önemsiyorum. Ancak yasal zemini ve dayanağı olmadığı için bağlayıcılığı da olmayacaktır.
Heyet İmralı’yı temsil ediyorsa, yöntem ve stratejiyi doğru bulmuyorum, hatta güvenilir de görmüyorum. Çünkü Öcalan’a muhatap olması gereken DEM Partisi değildir, iktidardır. Heyet ancak yasal bir zeminde ve yasal dayanaklarla iktidar adına görüşme ve müzakerelerde bulunabilir. Böylece yasal dayanağı olması bakımından bağlayıcılığı da olacaktır. Bu durumda inandırıcılığı ve güvenirliliği daha kuvvetli olur.
Ne yazık ki adı dahi konulmamış bir süreç işliyor. Bu da endişe ve kaygılarımızı artırmaktadır. Barış sürecinden daha çok operasyonel bir hareketin zemini oluşturuluyormuş gibi bir şüphe uyandırmaktadır. İnsanlarımız hendek, barikat ve çukur açmakla başlayan süreci unutmadı. İktidar ve PKK’nin birlikte sorumlu olduğu yıkım ve katliamların ağır bedelini halkımızın en ağır biçimde ödediğine şahit olduk. Benzer bir senaryonun yeniden sahneye konmadığından nasıl emin olabiliriz?
--
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın talepleri üzerinden bir gerilim oluşturarak Suriye’ye doğrudan müdahale edileceği iddiaları yaygındır.
CB Erdoğan’ın “bir gece ansızın gelebiliriz” gibi tehdit ve açıklamalarının, İmralı heyetinin gülerek, eğlenerek çizdiği tabloyla çeliştiğini düşünüyorum.
Ayrıca CB Erdoğan’ın “Ya silahlarını gömecekler ya da silahlarıyla birlikte toprağa gömülecekler. Üçüncü bir yol yoktur" açıklaması, PKK üzerinden YPG gibi Suriye’de örgütlü Kürt gruplarını hedef aldığını göstermektedir. Bu durumda Öcalan’dan nasıl bir katkı bekleniyor?
Suriye Kürtlerinin ağır bedellerle elde ettikleri kazanımlarını PKK gerekçesiyle yok saymak veya elde edilecek muhtemel statülerini engellemeye çalışmak yalnız Suriye Kürtlerinin değil, Türkiye Kürtlerinin de yaklaşımını olumsuz yönde etkilemektedir. Kuşkusuz bu durum, başlatılan sürecin amacı konusunda da ciddi kuşkular uyandırmaktadır.
Uluslararası bir müdahale, özellikle ABD tarafından bir engelleme söz konusu olmaması durumunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin Şam’a kadar gidecek bir güce sahip olduğu inkâr edilemez. Bu durumda on binlerce Kürdün katledilmesi, binlercesinin de silahlarıyla birlikte “toprağa gömülmesi” de mümkündür. Milliyetçi ve kendisini “dindar” tanımlayan kesimlerin Kürtler için özgürlük, statü, eşitlik veya adalet söz konusu olduğunda bilinç altında yerleşen öfke ve nefretin nasıl ortaya çıktığı, Suriye’deki gelişmelerden bir kez daha anlıyoruz.
AK Parti başta olmak üzere ulusalcı, milliyetçi ve muhafazakâr partilerin tabanını oluşturan Kürtlerin de büyük çoğunluğunun bu hastalıklı zihin dünyasında yaşadığını da belirtmeliyim.
Erdoğan hükümetinin de Suriye’ye doğrudan müdahale konusunda bu kadar istekli olmasının nedenlerinden en önemlisi de Kürtler hakkında söz konusu zihniyeti taşımasıdır.
Ancak hatırlatmak isterim ki böyle bir müdahale sonucunda yüzlerce yıllık Türk-Kürt kardeşliği de bir trajedi olarak tarihe gömülecektir.
--
İktidara yakın yazar ve entelektüellerin Kürt sorununun çözümü için Türkiye’de “Türk-Kürt kardeşliği” ve “barış” talep ederken, Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını yok etme planlarını yapan iktidarın politikalarını desteklemeleri ayrı bir çelişki örneğidir.
Yine aynı gruplar başka ülkelerde yapılan zulüm ve haksızlıklara tepki verirken, kendi ülkelerinde Kürtlere yönelik benzer haksızlık ve zulme itiraz etmeyerek sessiz ve tepkisiz kalmayı tercih ediyorlar.
Bu yaman çelişkiyi Edward Said’in şu cümlesiyle tanımlamak isterim: "Entelektüellerin alabileceği en sefil tavırlardan biri, başka toplumlardaki yanlışlıklar hakkında ahkam kesip kendi ülkesindeki aynı yanlışlıklara mazeret üretmektir." (Alıntı)
Müslümanlık iddiasıyla “kardeşlik ve ümmetçilik” hamaseti yapanların söylem ve politikalarının inandırıcılığı artık yoktur. Çünkü bu kesimler için Suriye’de Kürtlerin lehine olabilecek hiçbir gelişmenin önemi olmadığı gibi aleyhte olabilecek gelişmeler de umurlarında değildir. İsrail’in yanı başımızda başkent Şam’ı kuşatması dahi bu kesimleri rahatsız etmemesi yeteri kadar açıklayıcı değil midir?
AK Parti yönetici zihniyetinin statü sahibi Kürt yönetimi yerine Siyonist İsrail ile komşuluğu tercih ettiğini görmemek en azından Müslümanlık iddiasında olan Kürtler için basiretsizliktir. Oysa dinbazların “Kürt-Türk Kardeşliği” iddiası bir kez daha fos çıkmış ve buna inanan Kürtler yüzüstü bırakılmıştır.
--
Adı konulmadığı için süreci doğru tanımlamak ve amacını da açıkça ortaya koymak kuşkusuz çok zordur. Umutvar birisi olarak sürecin olumlu ve barış ile sonuçlanması için çözümün PKK ve Türkiye ile sınırlandırılması ve Suriye’yi kapsam dışında tutmak gerektiği kanaatindeyim.
Kürt meselesi ve Kürtlerin taleplerinin mevcut süreç içinde değerlendirilmesini ve müzakere edilmesini de doğru bulmuyorum. Normalleşmenin ve yasal düzenlemelerin yapılması durumunda Kürtler, haklarını sivil ve siyasal alanda savunmak ve mücadelesini vermek için yeterli potansiyele, siyasi bilince, entelektüel birikime, demokratik kültüre ve cesarete sahiptir. Söz konusu mücadelenin önünde en önemli engellerden birisi inkâr, hukuksuzluk ve bundan doğan devlet zorbalığı ise ikincisi örgütlü şiddet, çok yönlü terör ve PKK vesayetidir.
Sürecin olumlu sonuç vermesi için bana göre doğru olan; Devlet Bahçeli’nin çağrısının esas alınarak Abdullah Öcalan’ın öncelikle yasal dayanak oluşturularak cezaevinden çıkarılması ve güven içinde yaşayabileceği bir meskene yerleştirilmesidir.
İkinci merhalede Öcalan’ın medya aracılığıyla PKK’ye çağrıda bulunarak Örgütün Türkiye’ye karşı yürüttüğü silahlı mücadeleye son vermesi ve Türkiye sınırları içinde herhangi bir faaliyette bulunmayacağının sağlanması.
Üçüncü merhalede de sicil affını da içerecek geniş kapsamlı ve özellikle siyasi mahkumların (KHK mağdurları dahil) tamamını kuşatacak bir Genel Affın ilan edilmesidir.
Bunları yapmaktan kaçınacak bir siyasetin giderek tükeneceği ve ülkeyi daha büyük kaosa sürükleyeceği unutulmamalıdır.
Misafir