Almanya Gezi Notları (23)
Aklımda korkulu, kaygılı rüyalar; hala etkisindeyim. Ülkede kalmaya mecbur olma korkusu bilinçaltıma işlemiş, rüyalarımda karşıma çıkıp duruyorlar. 2015’ten beri böyle. On sene yakındır ülkenin tadı tuzu yok. Özgürlük mü, mutsuzluk mu, deseler. Her zaman için özgürlüğü tercih ederim. Mutsuz ama özgür. Brecht’in “Doğacaklara” şiiriyle uydum, kulağım gecenin ıssızlığında, aynı şiirler uyandım.
“Gerçekten karanlık bir dönemde yaşıyorum!” Dünyanın ve insanın karanlığını gördüm ve utandım. Asıl karanlık ise insanın aydınlığını yitirdiğinin farkında olmamasıdır; anladım. Batılılar Aydınlanma Felsefesi ile akla sığındılar, aklı bitirdiler ama; bundan sonra neye, nasıl sığınacaklar?
“Ağaçlardan söz etmek bile suç”, insan gibi yaşamak ve ölmek suç, zamanın hakkını vermemek suç. Susarsan azap, konuşsan suç.
“Doğru, ben ekmeğimi kazanabiliyorum”; ama ya kazanamayanlar, ya kazanmak için ruhunu satmak zorunda kalanlar, hayatlarını feda edenler, varlığını teminat gösterip ipotek altına alınanlar.
“Ye iç sen! Keyfine bak! diyorlar” Ya “yediklerimi açların elinden almışsam!” O zaman ne olur halim. Çünkü bu ihtimal kuvvetle muhtemel. Ekmeğimi hayatın bir kefesine, açları öteki kefesine koyuyorum, her defasında açlar ağır basıyor.
Ben eski kitaplarda yazıldığı gibi bilge de olmamam, her şeyden elimi ayağımı çekip, sessizce bir kenarda bekleyemem; çünkü ben insanım, vicdanım ve sorumluluklarım var. Karanlık dünya ve karanlık insanlar benden bilge olmamı istiyorlar. Onların istediği gibi bilge olmaktansa kendi bildiğim yolda cahil olmayı tercih ederim. Gençliğin cahilliği ama.
Ben vicdan ve sorumluluk sahibi bir insandım, dedim ve sürdüm yüreğimi şehirlere. “Ayaklanan insanların arasına karıştım. Onlarla birlikte öfkelendim.”
Sonra “yemeğimi savaşlar arasında yedim. Katiller arasında uyudum. Aşka önem vermedim. Doğayı sabırsızca seyrettim.”
Bataklıklarda aç insanlarla yeterince debelendim, dünyanın ve insanın karanlığını pazarlayan kasaplarla hesaplaştım. Onların benden daha az güvende olduklarını gördüm, yoluma devam ettim.
Biz elimizdeki umutlarla kalakaldık, menzile varamadık, hedefimize ulaşamadık; ama bir an için olsun insanın ve dünyanın karanlığına meydan okumaktan vaz geçmedik. Onların maskesini düşürmüştük, karanlık yüzlerini, taşa dönüşmüş yüreklerini görmüştük. Kumda kalelerinin içinde kartondan kaplandı onlar; tek sermayeleri bizim bilinçsizliğimizdi, dağınıklığımızdı, örgütsüzlüğümüzdü.
*
Çocukluk insanın yitik cennetidir, yitik cennetini bulamayan hep başkalarının cehenneminde yanar. Yitik cennetimizi oyunlar oynayarak bulabiliriz; her oyunda yitik cennetimizin bir parçası vardır. Her oyunda bir parçayı elde ederiz, oyunlar arttıkça elimizdeki parçalar da artar. Ne kadar çok ve değişik oyunlar oynarsak yitik cennetimizi bulmamız o kadar hızlı ve kolay olur. 10 yaşına kadar her oyunu oynayıp her parçayı alıp yitik cennetimizi bulmamız lazım. İşimizi garantiye almak lazım. Yitik cennetini bulanlar, başkalarının yitik cennetlerine dokunabilirler. Başka yitik cennetlerle temas kuranlar başarılı, umutlu ve kendisiyle barışık olur. Kendi yitik cennetini bulanlar kendilerini sevmesini öğrenirler, başkalarının yitik cennetiyle temas kuranlar başkalarına saygı duymak gerektiğini bilirler. Gerçek bir sevgi ve saygı, yitik cennetin bize verebileceği iki büyük değerdir. Kendisini seven ve başkalarına saygı duyan bir insan her şeyi başarabilir; böyle insanlar daima insanlığa faydalı hizmetlerde bulunmuşlardır.
*
İnsanın gerçeği olduğu gibi duruyor: Herkes bir başkasının hikayesinde kendine ihanet ediyor, kendini, hikayesini yitiriyor. Dağlar birbiriyle konuşuyorlar ama biz duymuyoruz. İnsan insanla konuşmuyor ama dağlar birbiriyle konuşabiliyor; ilginç. İnsan kendi karanlığında yorgun, aydınlığında kimliksiz. Dağların karanlığı yok; dağlar hep yüksekte. Onlar sadece özgürlüğün şarkısını bırakıyorlar yeryüzüne.
*
İnsan ailesiyle dünyanın her yerine gidebilir, yeter ki orada gerçek sevgi olsun.
*
Türkiye’den müthiş bir göç var. Özellikle 14-28 mayıs 2023 seçimlerinden sonra muhalefetten umudunu kesen muhaliflerden yurt dışına kaçan kaçana. Muhalifler Türkiye’nin asıl sorunun muhalefet olduğunu gördüler ve ülkeden hepten umudunu kestiler. Gidenlerin büyük bir kısmı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine gidiyorlar. En çok tercih edilen ülke Almanya. Türkiye’de siyaset bir çöl. Sadece ara sıra serap görürsün muhalif cenahta, sonra serap kaybolur, acı gerçekle kalakalırsın. Geçen seçimler bir milat oldu gerçekten. İnsanlar serap görmekten bıktılar, Türkiye’yi terk etmeye başladılar. En çok göç eden meslek grubu ise doktorlar.
*
Yine dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum: Ya kendi hikayemde çıkıp başkalarının hikayelerine bakıyorum ya da başkalarının hikayesinde kendi hikayeme bakıyorum. Gerçek şu: Kimse başkasının hikayesinde kalamıyor, vakti gelince çıkıp gidiyor bir başkasının hikayesinde devam ediyor. Hikayeler birbirine ziyadesiyle karışınca, anlatıcılar ve dinleyiciler birbirinin yerine geçince, yazanlar ve okuyanlar birbirinden ayırt edilmez olunca ilahi güç devreye giriyor; herkes hikayesine sığınıyor. Hikayesinde daha uzun soluklu olanlar kolaylıkla bir kenara çekiliyor; ama hikayesi kadar nefesi olmayanlar ortalık yerde kalakalıyorlar, sebepler dairesinde bir yerlere savruluyorlar. Sonuçta güçlü ve azimli olanlar düşüncenin gücüyle ve kalbinin yardımıyla hikayesinden daha uzun soluklu oluyor; ama zayıf ve zaafı olanlar, aklının gücünden ve kalbindeki hazineden habersiz olanlardır.
*
“Hangi şiire başlasam suskunum sana.” Şiirler sana olan suskunluğumu ve susuzluğumu gidermiyor; tam tersine arttırıyor. Suskun ve susuz bir vahayım. Dağları susturuyorum; olmuyor. Güneşe küsüyorum; çare değil. Yağmura sarılıyorum; tutmuyor.
“Hangi güzelliği özlesem suskunum sana.” Bütün renkler anlamını yitiriyor. Gök kuşağı göğe küsüyor da göğün haberi olmuyor. Yağmurun zaten umurunda değil. Her güzellik bir hançer olup saplanıyor yüreğime. Bir türlü kendimle yetinmeyi, kendimle yaşamayı öğrenemiyorum. Ben yokluğun suskunuyum, sen varlığımın sürgünüsün.
“Hangi türküye uzansam suskunum sana.” İçli, yanık türküler, hep seni söylerler, içli yanık türkülerle içimi dağlarım, için için yanarım. Her türküyle biraz daha eksilirim, biraz daha ölürüm, biraz daha yenilirim. Yenilgilerimi susturarak, dilsiz kılarak ayakta kalırım, hayattaki rolümü oynarım.
“Hangi kavgayı özlesem suskunum sana” ve hiçbir kavgamda sen yoksun, hiçbir kavgamda yanımda olmadın. Sen yanımda olmadığın için kavgalarımın bir manası, bir değeri, bir ehemmiyeti yok. Gelirsen kavgalarım yerli yerine oturacak, suskunluğum zaferlerimizi ve yenilgilerimizi kutsayacak, hayata bambaşka bir gözle bakacağız, hayata yeniden başlayacağız. Gelirsen…
Şiir: Suskunum Sana-Adnan Yücel
Misafir