Almanya Gezi Notları (25)
Kardeşim bizi yolcu etmeye gelirken bir arkadaşından birinin hikayesini duydu, bana da anlattı. Kadın müşterisiymiş, uzaktan da olsa tanıyormuş. Trajik bir son; hikayenin başlangıcını ve sebeplerini bilmiyorum. Bildiğim kadının İç Anadolu’dan olduğu. Boşanmış, büyük bir oğlu varmış. Kadın biraz kiloluymuş. Bunalıma girmiş. Esslingen otobanında kendini arabaların önüne atmış, hayatına son vermiş. Bu yolculuğun son hikayesinin yarım yamalak olması ve intiharla sonuçlanmış olması pek manidar. Dün Şerefnur’un hikayesi, bugün intihar eden kadının yarım yamalak intiharı aslında birbirlerini tamamlıyorlar. Sonuçta iki hikayede iki ölü ve yalnız insanlar var. Burada ruh sağlığı ve aklı dengesi yerinde insan bulmak zor. Öncellikle Alman devleti fıtrat hakikatini hiçe sayan bir sosyal düzen kurmuş. Doğa düzeni ve sosyal düzen birbirinden tamamen kopuk ve bu kopukluğu besleyen de bunalımlar, silahlı saldırılar, intiharlar, boşanmalar vs. oluyor; ya da tam tersi bu kopukluk yukarıda ismi geçen olumsuz durumların sonucu oluyor. Allah’ın hakikatinden kopmuş bir sosyal düzen var, merkeze insanı koymuşlar, her şeyi insanın rahat yaşaması için yapmışlar ama mülkün sahibi Allah’ı hiç hesaba katmamışlar. Mülkün sahibi mühlet verir ama affetmez, her şeyin hesabını sorar.
*
Ömür Hanım, nedir bu yaşamak telaşı ve ölmek korkusu. Nereye kadar? Dünyevi hayallerimizin sonu yok, uhrevi umutlara hayatımızda yer yok. Kalabalıklara kapılıp gitmişiz Ömür Hanım, karanlıklara sığınmışız. Bu mu gerçekte olması gereken, Ömür Hanım? İstanbul üzerinden uçuyoruz. Demir yeri öptü, tek tük alkışlar ne anlam ifade ediyor Ömür Hanım? Gerçekten kavuştuk mu sevdiklerimize, kurtulduk mu korkularımızdan? İnsan insana yetmiyormuş Ömür Hanım? Gidemiyorum ömrümün son güz kapısından. Bir yerlere gidemiyorum, hep güze çalan ömrümü bekliyorum aynı yerde, seninle. Anlıyor musun Ömür Hanım. Ömrüm su gibi aktı gitti Ömür Hanım “Ve güz geldi Ömür Hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul.” Güz geldi ve ben gittim, karanlık sonbaharlar beni bekliyor. Ömrümün karanlık sonbaharları. Ömrümün bütün ayrılıklarını barındıran sonbahar. Anlıyor musun Ömür Hanım. Ben sonbahar çocuğuydum ve ayrılıklarımdan başka bir şeyim yoktu; ömrümün özü, özeti bu Ömür Hanım.
*
Durakta iki ihtiyar da tramvayı bekliyor, 70-80 yaşlarında varlar. Tartışır gibi konuşuyorlar ama çok şirinler. Yüksek sesle konuşuyorlar, böyle anlaşıyorlar. İnsan ihtiyar olunca böyle oluyor demek ki: Toplumdan kopuyorlar, birbirine benziyorlar. Birbirine benzedikçe de toplumdan kopuyorlar; toplumdan koptukça birbirine benziyorlar. İhtiyarlık böyle bir şey sanırım. Her şeyden kopuş, tamamen kendi gerçeklerine, kendi içine kapanış. Bir yerden sonra dünyayı, insanları umursamıyorlar, kendi kafalarına göre yaşamayı tercih ediyorlar. Kadın ve erkek cinsiyetleri ortadan kalkıyor, ortada tek gerçek kalıyor: İhtiyar ve birbirine muhtaç iki insan. Yani ölüme çok yakın, hayata bir hayli uzak. Mezarının kenarında tek ayak üzerinde dans yapıyorsundur partnerinle. Düşmemek için partnerine tutunmak zorundasın. Son dansını yapıyorsundur. Aklında dünya, insan ya da başkaları yok. Düşmemek.
*
İstanbul herkesin şehri. Uzaklardan bakanların gıpta ile baktığı, içinde olanların aşk ile yandı müstesna şehir, dünyanın incisi. Tam 20 yıl önce ilk defa İstanbul’a gelmiştim. Yüksekova’dan İstanbul’a çok uzun bir yolculuk yapmıştım; hiç unutamam. Nisandı aylardan, 2003’in baharı. Vurulmuştum İstanbul’un denizine, Gülhane’sine, gecelerine, mekanlarına, geçmişine. Ama yolum uzundu, yolculuk ötelereydi. Bu şehirde kalamazdım, bir şehre gönül veremezdim. Hep yollarda olmalıydım. İki şehirde yaşamak isterdim ama: Diyarbakır ve İstanbul. İnsan yönüm İstanbul’da yaşa diyor, Kürt tarafım Diyarbakır’dan vaz geçemezsin diyor. Ama ben yol adamıydım, yollarda olmalıydım, hep gitmeliydim bir yerlerden bir yerlere. Kendimi yollara vermiştim, dönüşü olmayan bir yola girmiştim bir kere; bunun farkındaydım.
*
Bu uzun ve yorucu yolculuğun son şiiri Yaşar Kemal’in Yalnızlık şiiri olacakmış. Kulağımda kulaklık, Yalnızlık’ı dinliyorum. Her yolculuğumda yalnızdım. Bütün yolculuklarımda yalnızlığımı kutsamıştım. “Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdesin. Su olsan kimse içmez, yol olsan kimse geçmez…”
Bunlar beni anlatan sözlerdi. Bizim toprağın insanının yüreğinden, dilinden çıktığı belliydi. Bütün yolculuklarımda kuş uçmaz kervan geçmez yerleri tutmuştum; içilmeyecek bir suydum, geçilmeyecek bir yol. Öyle ki hayatın dışında, insanlardan uzak sözlerimi sadece kendim anlardım. Cümlelerimden başkalarına ulaşacak bir yol çıkmazdı, bu yüzden yalnızdım hep, tek başınalığı sevmiştim.
“Elin adamı ne anlar senden?” Elin adamı anlamıyordu benden, elin adamı hiç anlamamıştı beni. Doğrusu umurumda da değildi elin adamın beni anlayıp anlamaması. Ben yalnız bir yolcuydum, kendi nehir yatağında akan bir suydum, kendi yolunda giden bir yolcuydum. Böylesi her kes için en iyisiydi
“Çıkarsın bir dağ başına...bir de bulutları görürsün…” Bulutların içindeyim, bulutlar tam göğüs kafesimin üzerinde duruyor. Oldum olası bulutları sevdim, gök yüzünde gezinip duran bulutlara hep hayranlıkla baktım. Bulutlar kendi göğünde özgürce yolculuk yapıyorlardı; bundan daha güzel bir şey olabilir miydi? Yerde su ve yoldum, gökte bulut ve sonsuzluk. Bir başıma bulutlardan sonsuzluğa geçiyordum. Sonra geri dönüyordum dünyaya, insanların arasına. “Başka ne gelir elden?”
“Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde şu dünyanın ıssızlığı, Tanrı kimsenin başına vermesin böyle bir yalnızlığı!” çünkü zordur böylesi bir yalnızlık, her kesin harcı değildir böyle bir yalnızlıkla yaşamak, insanların arasına karışmak. Belki de bizim gibileri anlatan en iyi kelime ıssızlıktır. Issız; terk edilmiş, kimsesiz.
Çevrende çok tanıdığın insan vardır ama hiçbirine yakın değilsindir, hiçbiri sana yakın durmaz; her kese ve her şeylere uzaksındır. İşte gerçek ıssızlık budur. Ha odanda tek başınasın ha mezarında; fark etmez, ıssızsın.
Hiç kimse kalbindeki suya ve yola dokunmamıştır, hiç kimse göğsündeki bulutlara ve sonsuzluğa temas edememiştir ömrün boyunca. Dahası onların dünyasında böylesi şeyler yoktu ve bunun farkında dahi değillerdir. Sen yalnızlığınla onların dünyası arasında gidip gelirsin bir ömür boyu. İşte asıl ıssızlık da budur Ömür Hanım.
Misafir