Bir taraftan halkın iradesine meşru olmayan Kayyım marifetiyle çöken İktidar partisi, diğer taraftan “Öcalan açılımı” başlatan İktidarın muktedir müttefiki MHP. İlk bakışta yaman bir çelişki gibi gözüküyor ancak mutabakat içinde dengeleyici bir politika izlendiğini düşünüyorum.
Kayyım uygulaması devam ederken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 26 Kasım 2024’te partisinin grup toplantısında “açılım” çağrısını yenileyerek DEM Partisinin vakit kaybetmeden Öcalan’la temas kurmasını şu gerekçelerle ifade etmişti;
“Barış ümitlerini canlı tutmak, barış çabalarına katkı sunmak varken savaş diline müracaat etmek, fason kahramanlıklar taslamak ne devlet aklıyla ne de tarih şuuruyla bağdaşmayacaktır.”
Bu ifadelerden anladığım kadarıyla Türkiye için PKK önderi Öcalan ile uzlaşarak yeni bir sürecin başlatılması, bölgesel koşulların zorunlu bir sonucudur. Esas olarak da koşullar dayattığında çözüm müzakereleri yapmak hep başvurulan bir yöntemdir. Bu durumlarda müzakere bir zaaf olarak değerlendirilemez. Önemli olan müzakereyi barışla sonuçlandırabilmektir.
Bahçeli’nin konuşmasının hemen ardından DEM Parti Eş Başkanları “Öcalan ile görüşmek için” Adalet Bakanlığına başvurmuş ve olumlu cevap beklenmektedir. DEM Partinin, “bağımsız bir siyasi duruş” sergilemek yerine “kurye” görevini üstlenmesini doğru bulmadığımı da belirtmeliyim.
--
Yeni süreçte, İktidar ve muhalefetiyle bir siyasi mutabakatın gerçekleşeceğini, aksi halde erken seçimin zorunlu hale geleceğini düşünüyorum. İktidarın, çözüm veya erken seçim arasında bir tercihe zorlanacağı açıktır.
Bahçeli’nin tek başına veya parti olarak söz konusu süreci başlattığını iddia etmek saflık olur. Sürecin olumlu ilerlemesi için öncelikle Öcalan’ın serbest bırakılması gerektiğine göre bu projenin arkasında devlet aklının olmaması mümkün mü?
İktidarı, söz konusu tercihe zorlayacak gelişmelerden birisi de Bahçeli’nin Öcalan için “umut hakkı” açıklamasından sonra dile getirdiği AF ihtiyacıdır. Kuşkusuz bu talep de yerindedir. Elbette serbest kalacak olan yalnız Abdullah Öcalan olmayacak ve olmamalıdır da.
Diğer mahkumlar için de AF ihtiyacını görmezden gelmek gerçekçi değildir. Cezaevlerinde tutuklu yaklaşık 300 bin mahkûmdan söz ediyoruz. Yurt dışına çıkmış veya iltica etmiş on binlerce insanı eklediğimizde sayı bu rakamın çok daha üstüne çıkacaktır.
Bir barış tesis edilecekse özel veya kısmi af değil, Genel AF kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Bir tek siyasi mahkûmun dahi af dışında tutulması doğru değildir. On binlerce siyasi mahkûmun da özgürlüğüne kavuşmasıyla ancak adalet ve kalıcı barış sağlanabilecektir.
--
Genel ve özel affın hukuki dayanağı Anayasadır. AF çıkarma yetkisi ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu ilk defa da olmayacaktır. Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli nedenlerden dolayı yaklaşık 100 kez af ilan edilmiştir. Bunlardan yedisi genel aftır.
En son 22 Aralık 2000 tarihinde TBMM tarafından 4616 Sayılı Şartla Salıverilme ve Erteleme Yasası kapsamında çıkarılan ve kamuoyunun “Rahşan Affı” olarak tanımladığı kısmi Af ile 70 bin mahkûmdan yaklaşık 30 bin mahkûm serbest bırakılmıştı.
Bugün ihtiyaç duyulan; kısmi Af değil Genel Af’tır. Özellikle “siyasi suçlu” olarak görülen mahkumların, cezanın tüm sonuçlarını ortadan kaldıracak bir Genel Af ile serbest bırakılması gerekir, diye düşünüyorum.
Tarifi imkânsız büyük acılar, dramlar, trajediler, kavgalar, çatışmalar yaşandı. On binlerce insanımız, evladımız hayatını kaybetti. Milyonlarca insanımız yerinden yurdundan edildi. Artık bunların yaşanmaması ve yaşananların unutulması için AF kurumunun herkesi ve her kesimi ayırımsız kuşatarak işletilmesini gerekli görüyorum.
Bazı siyasi kesimlerin affa karşı çıkması anlaşılır bir durumdur ancak yaklaşık 300 bin mahkûm ve milyonlarca mahkûm yakını 'Genel Af' beklentisi içine girmişken geri dönüşü artık kabul edilemez.
Bu durumda kanunun çıktığı tarihten itibaren tüm işlenen suçların Adli Sicil ve Arşiv Kaydı'ndan çıkarılacağını dikkate aldığımızda herkes için yeni bir beyaz sayfa açılacaktır. Zaten Genel Af da kamu davasının düşmesi sonucunu doğuran bir ceza hukuku kurumu değil mi?
Kişisel olarak Devlet Bahçeli’yi, -Kürt sorunundan bağımsız olarak- “Öcalan açılımı” konusunda ve açıklamalarında kararlı, ciddi ve inandırıcı bulduğumu belirtmeliyim. Elinde bir yol haritasıyla konuştuğunu, İktidarı ve muhalefet partilerini “Ya Çözüm Ya Seçim” tercihiyle sürece dahil olmaya zorladığını düşünüyorum.
Bahçeli’nin Öcalan açılımını, ülkemizin yararına gördüğümü, barışa katkı vermeyi ilke edinen ve bu yönde çabalayan birisi olarak Genel Affı da bir zorunluluk olarak düşündüğümü bir kez daha belirtmek isterim.
“İmralı’yla DEM Grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyor, çağrımızı kararlılıkla tekrarlıyoruz. İnandığımız yolda hiçbir baskıya aldırış etmeyiz…” açıklamasıyla da Devlet Bahçeli, sözünün arkasında durduğunu açıkça göstermektedir. Biz de kelemimizle katkı vermeye kararlıyız.
Misafir