Almanya Gezi Notları (16)
Her gurbetçinin gönlünde biraz para kazandıktan sonra memleketine dönme hayali vardır; ama nedense bir türlü o paralar kazanılamaz, hep yeni ihtiyaçlar, yeni engeller, yeni sorunlar çıkar. Zaman geçtikçe gurbetçinin ayağı buraya daha çok alışır ve yerleşir. Elbette yerine yurduna geri dönen gurbetçi vardır sayısı az olmakla birlikte, ama emekli olunca, insanın posası çıkınca. Hayatın en güzel yılları gurbette geçirilir. Ömür o paraların uğrunda harcanır; bir türlü iki yaka bir araya gelmez. Gurbetçilerin hayatları ölü hayaller mezarlığıdır, yitip giden çok şey vardır, kayıp giden çok umut. Gurbetçi memleketindeki çok şeyden uzak kalmıştır. Bir yakının ölüm haberini duyar ama hemen işini gücünü bırakıp gidemez; ölü onsuz gidebilir ama işi onsuz yürümez. Bir yakının düğünü olur, malum sebepler yüzünden işini gücünü bırakıp gidemez. Gurbetçi kendine garip, sevdiklerine mustarip.
*
Rüyamda üçüncü defa olarak Doğuya (Van yada Hakkari olabilir) işim dolayısıyla gidiyorum. Heyecanlıyım çok. Çocuklara kendi yazılarımı okuyorum; onlar anlamıyorlar, dinlemiyorlar, hemen başka şeylerle ilgileniyorlar. Suçluluk duygusuyla geri dönmüşüm. Onlara “bir daha sizi bırakıp gitmeyeceğim” diyorum. Kendimi yuvaya dönmüş gibi hissediyorum, bu yüzden çok mutlu ve umutluyum. Rüyalar hep haberci olmuştur. Bu rüya neyin habercisi? İlginç olan kendimi ve çocukları olduğu gibi görmem ve kabul etmem; hiçbir şeyi sorun etmiyorum. Yaşamın doğal akışında kendime ve insanlara bakıyorum. Hep üçüncü ve son defa gitmek istediğim Doğuya hem de Van ya da Hakkari’ye. Bu rüya bilinçaltının dışavurumu mu yoksa geleceğe dair bir haber mi?
*
Fawaz Husen Amidabad’da Fransa’daki bir gurbetçinin hayatından kesitler veriyor öykü tarzında. Tam da şimdi şahitliğini yaptığım gurbetçilerin hayatlarını akıcı ve etkileyici bir Kürtçe ile kaleme almış yazar. Hayran kaldım. Gurbetçinin ırkı, milleti, dili, dini, cinsiyeti olmaz, gurbetçi her yerde gurbetçidir; ama Fawaz Husen Kürt gurbetçilerin acılarına, garipliğine tercüman olmuş. Kürt savrulmuşluğunu, yersiz yurtsuzluğunu ustalıkla ifade etmiş. Olayın köküne inmiş. Buna göre iki çeşit gurbetçi vardır: 1-Ekmeğini kazanmak için gurbetçi olanlar. 2-Yersiz yurtsuz olduğu için mecburen gurbetçi olanlar. Fawaz Husen’in gurbetçileri ikinci gruptakilerdir.
*
Öğleden sonra Kirchheim’a gittik. Giderken bir adama yolu sorduk. Bulgar Türk’ü çıktı adam. Gelirken de bir bayan yolu sorduk, Makedon Türk’ü çıktı kadın. İsmi Fatıma idi. Türkçeyi Makedonya’da okulda öğrenmiş. İki yıldır Öplingen’de yaşıyormuş. İki çocuğu var. Kocasını kaybetmiş.
Kirchheim’da Almanların klasik iş çıkışı halini gördüm. Bir barda oturmuşlardı ve sohbet eşliğinde biralarını içip günün yorgunluğunu üzerlerinden atıyorlardı. Çocuklu ailelerin çokluğu dikkatimi çekti. Öte yandan Almanlara has özgürlük dürtüsü her yerde kendini belli ediyordu. Almanlar anı yaşamasını biliyorlardı ve andan çıkıp sonsuzluğa uzanan çok az kişi vardı. Bilmiyorum, sonsuzluğun kaygısını çekenler nasıl anlaşılır, tespit edilir; elimde ilmi bir ölçü yok. Aynı acı gerçek burada da karşıma çıkıyor. Yüce bir amaç için yaşamak. İnsanı andan çıkarıp sonsuzlukla buluşturacak yüce bir amaç.
*
“Yarın Nürnberg yolcusuyuz inşallah” mesajını sosyal medyaya paylaştım. Neden? Belki bize ulaşmak isteyen tanış çıkar. Zürih’i paylaşsaydım bir arkadaşımın işinim görecektim, abisinden bir emanet alacaktım. Sonradan onun haberi oldu Zürih’e gittiğimden. Sürprizleri seviyorum. Erken uyumam gerekir ama uykum yok. Sabah erken kalkmam gerekir, düşüncesi üzerimde baskı oluşturuyor. Bir yandan da kızım beni çağırıyor, “Gel, beni uyut” diyor. Onu uyutmasını seviyorum. Onu ellerimle uykuya teslim etmeyi kendime görev addediyorum. Israrla çağırıyor. Baktı ben gelmiyorum “Gelme!” diyor, nazlanıyor, üzüldüğünü kırıldığını belli ediyor. Onu çok seviyorum. Neden onu bu kadar çok seviyorum? Sadece kızım olduğu için mi? Değil. O arkadaşım, dostum. Hemen onu uyutmaya gidiyorum.
*
Beni ne rüzgar alır sırtına ne toprak indirir. Mueyed Teyib’in sanki asırlardır dinlediğim şiiri. Bu şiir Kürt acısını en saf haliyle ifade eden en başarılı şiirlerden biridir kanımca. Orijinali Kürtçe, mükemmel bir şiir; en çok sevdiğim şiirlerden biridir.
Önce geç kalmış bir sonbahar olur ömrüm kimi kimsesi olmayan, kayıt altına alınma gereği duyulmayan. Sebepsiz ve sahipsiz düşmek payımıza düşer her defasında. Öldüğümüzü dahi bilmeyenler, yaşamımızı neden umursasınlar ki. Onlar her yerdeler ve hayatlarımızı harcamak için tetikte bekliyorlardı.
Ahmet Arif bir yerlerde bekler aynı acıyı, Mueyed Teyib başka bir yerde; aralarda ise telef olanlar: Kolberler, kaçaklar, vakitli vakitsiz yollara düşenler, olur olmaz zamanlarda darağaçlarıyla boy ölçüşenler. Hepsi de acısıyla, akıbetiyle, kimsesizliğiyle birbirine ne kadar da benziyorlar.
Ömrümün kısa ve karanlık gündüzlerden, uzun ve sonsuz gecelerden bir farkı yok. Günler kara bir yılan gibi boynuma dolanmışlar ne nefes alabiliyorum ne de kıpırdanabiliyorum. Ölmek ile yaşamak arasında bir hançer ucu mesafede asılı kalmışım.
Canım acımıyor eskisi gibi. Cemile’nin bedeni ilk günkü soğukluğunda duruyor içimde. Ne gelen var ne de giden; Cemile öylece bekliyor içimin ıssızlığında. Anadilimin bittiği yerde başlıyor benimle Cemile’nin öyküsü.
Acı her Kürt’ün ikiz kardeşidir. Her Kürt acıyla doğar, acıyla açar gözlerini, acıyla ilk nefesini alıp verir, acıyla sürülür hayat namlusunun ağzına. Her şey bunun içinmiş; anlarsın. Meğer her şey hayat namlusunun ağzına kalleşçe sürülmek içinmiş; ağlarsın.
Acıdan başka bir şeyimiz yoktu şu zalim dünyada. Acıdan başka bir şey payımıza düşmemişti zalim insanlar arasında. Biz giderdik, acımız kalırdı ardımızda. Acı tutardı dünyadaki yerimizi, acı konuşurdu bizim yerimize. Acı cevap verirdi karşılıksız ve amansız sorulara. Yine de kimliği olmazdı acılarımızın. Kimse tanımazdı acılarımızı, kimse bilmezdi. Yersiz yurtsuzduk acılarımızla. Buydu payımız.
Misafir