16 Nisan 2025


Kör Derviş* Türkiye Gezi Notları (12) Akbulut-Kahta



Faik ÖCAL

A- A+

“Gamlı bir sonbahar, kederli bir şiir gibiyim, vazgeç benden.

Baştan aşağıya aşk, acı ve ah’ım. Ateşten geçmiş, kavrulmuş gündüz gibiyim.”

Zamanın geri döndürülemeyeceği yerdeyiz. Sararmış bir yaprak ile kararmış toprağın anlık bir karşılaşmasıydı, hepsi bu. Yaprak, rüzgârın emrinde; toprak, ölümün hükmünde... Sararmış yaprağa işlenmiş sözlerin, kararmış toprağa düşmüş kalbimin kederini artırır. Senin sözlerinde fırtınalar kopacak, benim kalbimde mezarlar kazılacak.  Vazgeç benden, ne olursun! Bu sararmış yaprak ile kararmış toprağa ithaf edilen anlık bir hikâye olsun. 

Yasin’in önünde durduğum damda geçmişe yolculuk yapıyorum, delikanlı ellerimde sarı ciltli defterim. Hayat ve insan hakkında ilk tespiti yapıyorum. “Rabbül âlemin her insana hayatında birçok defalar hakikati yakalama fırsatı verir. Kimileri bu fırsatı iyi değerlendirir, yakalar hakikati; kimileri de ıskalar bu fırsatı.”

Sonra sarı ciltli defterimi parça parça yitirdim. Ama ilk tespitim bende kaldı, ruhumun sararmış yaprağına nakşettiğim ettiğim için. “Rabbim” dedim, hep, “Ne olursun hakikati yakalamayı nasip et.”

Hep sonbahardı ömrümüz. Acı ile başlayıp ah ile biten bir aşk. Bu yüzden keder ve hüzün hiç eksik olmayacak ömrümüzden. Hüzünle yola çıkacağım her eylülde, kederle geleceğim kapına her kasımda. Sözlerin manasız, kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde, susmak ve uzaktan uzağa kahrolmak. Ne yeşil ne de mavi. Beyaz bir ölümü kuşanmak… Ne kırmızı ne de siyah. Beyaz bir sonsuzluğa yürümek…

Akdağ’ın kokusunu alıyorum yine uzaktan. Durağa gittim, kimseyi göremedim. Ne bir iz ne de bir işaret. Hiçbir şey olmamış gibi. Kaç kuşak geçti göğüs kafesimden, hep eski zamanların dilinden. Kaç kervan geçti böğrümden, aynı geçitlerden.

Anlıyorum bir daha, bir ölümlüden başka bir şey değilim. Hakkını vermeliyim hayatımın, kendi ayaklarımla, hür irademle ölümlerin en güzelline yürümeliyim.

Yolcu vardır, sonradan yola girmiş. Yolcu vardır doğar doğmaz yolun kendisi olmuş. Yolcu vardır, yol yordam bilmez.

Akdağ’a bakıyorum uzaktan, belirli belirsiz silueti tam karşımda duruyor. Uzaktakini seyrediyorum. Göçebedir ata yurdum, gariptir ana yurdum, kurşun gibi ağırdır geçmişim. Hiçbir yerde gereğinden fazla konaklamadım, bu yüzden görünmez uzak bir yoldum, Akbulut’un gölgesinde ve hep de böyle kalacaktım.

Yol ayrımlarından başka bir yere ait olmadım hep yol ayrımlarında durdum; geçmişime bakarken bir derviştim, önüme bakarken kör.

Gönlüm dün gecede atıyor hala. Sağımda dolunay, solumda risaleler. Eskişehirli sekizinci sözü okuyor, açıklıyor misallerle. Yıllar öncesine dönüyorum. On beş-yirmi yıl öncesi, sekizinci sözle ilk tanıştığım zamanlar. Yine yol ayrımı. Bu sefer kendimi emniyette hissediyorum. Çünkü sağımda dolunay var, solumda risaleler. İki nur, iki aydınlık… Zemin sağlam, istikamet belli, kör bir derviş olsam da… Artık aynı yerde duruyorum Hafız ile:

“Yoksulluk köşesinde, karanlık gecelerin yalnızlığında Hafız

Oldukça virdinde dua ve Kuran, üzülme.”

 

*Yazı dizisinin son yazısıdır.

 

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır