“Aşkımızın bir sonucu yok, biliyorsun.
Gam ve kederden başka bir sonucu yok, biliyorsun.
Keder artıran bu hikâyeyi boş ver ve geç, vazgeç…”
Şarktan soğuk asi bir rüzgâr esiyor, gecenin geç vaktidir. Akdağ hatıralarıma sarınıyorum, iki binli yılların hemen başı. Uzaktaki, şimdi buradasın, birazdan çıkıp gideceksin. Bir daha dönülür mü dönülmez mi, görülür mü görülmez mi, Allah bilir. Ama bu rüzgâr yeni bir yolcuğun, sonsuz bir ayrılığın, tanımsız bir yalnızlığın habercisi, görüyorum, hissediyorum.
Gözlerimin kıyısından kalkamayacak artık eskisi gibi gemiler. Başımın üzerinde uçamayacak artık eskisi gibi uçurtmalar. Ayaklarımın altından kayamayacak artık eskisi gibi topraklar. Hiçbir şey eskisi gibi olamayacak, uzaktaki. Ben bir başkasının hikâyesinde ağlayacağım, Kemal Aksu bir başka kurguda kahrolacak, bir başka şekilde boy gösterecek bir başka yolcunun göçebe, yersiz yurtsuz Akdağ hatıralarında.
Gecenin geç vaktidir, ayaklarımı yitirmişim, hesap soruyor kıyametlerim. Ben bir başkasının ağrısında gün saymaktayım. Uzaktaki ile sana misafiriz bu gece, Kemal Aksu. Bizi iyi ağırla Kemal Aksu, bu gece son gecemiz, uzaktaki ile bir daha hiç böyle bir araya gelemeyeceğiz. Aynı dam yalnızlığında, eyyam-ı biyde uzanan ay, salkım saçak yıldızlarını dökmeyecek üzerimize. Bizi iyi ağırla Kemal Aksu, denizin dibinde ağırlar gibi. Sen anlatmıştın, yıkılacak sağ yanımda Akdağ’ın, yanacak sol yanımda Akdeniz’in. Bütün bir ömrümüz ayrılık rüzgârlarıyla dolup taşıyacak. Her ayrılıkta biraz daha eksileceğiz, bir daha bir başkası olacağız, biraz daha kuzu zamanlarımızı yitireceğiz.
Sen uzaktaki ve sen Kemal Aksu, bir ömürden geriye ne kalır, benden daha iyi biliyorsunuz. “Hasret ve Hicran” diyor, bütün hüzünlü ve efsunlu kelimeler. Sonra bir an gelecek ben de Akdağ gibi yıkılacağım, Akdeniz gibi yanacağım. Kimseler bilmeyecek, kimseler görmeyecek. Bütün bir geçmişimize yazık olacak, olup olacağı bu değil miydi zaten. Nerede görülmüş fani denizler üzerinde yüzen sahici dağlar.
Gecenin geç vaktidir. Önde gidenler pervasız, geride kalanlar zamansız. Bu dünya bize göre değildi, uzaktaki. Bunu en iyi sen biliyorsun, en iyi kendini susturan sensin çünkü ve en iyi sen kayboldun gözlerimdeki denizlerde.
Biz bu dünyanın adamı değildik, uzaktaki. Senden dinlemiştim bütün ayrılıkların sırrını. Sen bırakmıştın beni bir başımda, gecenin görünmez kapılarının önünde. Evvela ben düştüm Akdağ’dan hiç ummadığım bir zaman aralığında, hiç duyulmamış bir çığlıkla. Gözlerimi açtığımda bir mahpus damındaydım, kırıktı kanatlarım, yoktu ayaklarım, yanıktı gözlerim. Nereye gideceğimi bilemiyordum, nereden geldiğimi unutmuştum. Ama senin ismin bana bir şeyler çağrıştırıyordu, her uzaktaki dediğimde, ruhumu sonsuzluğa bağlayan bir tel kopuyordu, ben yitiyordum uzaktaki, senin gittiğin gibi, ama ani, ama kaçınılmaz.
Sonra Akdeniz’in dibine bir başıma düştüğümde karşımda Kemal Aksu’yu görmüştüm. Ben ölmüştüm, öldüğümü sanıyordum delikanlı avuçlarımda beyaz deniz kabuğuyla. Kemal Aksu bir belirip bir kayboluyordu, olanlara anlam veremiyordum. Birimiz can çekişiyordu, birimiz hayattan çekiliyordu. “Kader” demişti Kemal Aksu, “Ne varsa mukadderatta, o çıkar insanın karşısına peyderpey hasbelkader.”
Bir rüya gördüğümü sanıyordum. Kemal Aksu’nun gözlerinde, değişik, sıra dışı bir rüya. Alın yazımı satır satır, anbean okuyordum, bütün bu olanlara benzeyen ama bütün bu olanların dışında. Uyanmıştım sonra, kendimi Kemal Aksu’nun gözlerinde görmüştüm. Şimdi de Kemal Aksu’nun rüyasındayız, biliyorum. O beyaz deniz kabuğunun gölgesinde beklerken, rüyamızı görmekte, içinde başkalarının olduğu, uzaktakine adanmış bir rüya. Sonra bitecek rüyamız, biz ait olduğumuz yere döneceğiz, sen yine bilinmezliklere gideceksin uzaktaki. Bilerek, isteyerek uzakların yolunu tutacaksın. Biz bileceğiz yolumuzu, bir ayrılıkta nasıl çoğaldığımızı. Anlatmayacağız ölümlerde hayat ile nasıl çoğaldığımızı, güçlendiğimizi, kenetlendiğimizi. Sonra beyaz horozlarla feleklere tutulduğumuzu, günün ilk ışıklarıyla nasıl doğduğumuzu... Ağlamayacağız, fasılasında tecrit edilmiş hikâyemize, ağyarı çok yarı yok ömrümüze, müebbet yolculuğumuza. Bileceğiz Hafız ile:
“Konak tehlike dolu, hedef çok uzak olsa da
Sonu olmayan bir yol yok, üzülme.”
Misafir