06 Ekim 2024


Siyasal İslamcılık Kendini Görmemektir



Faik Öcal

A- A+

Başkalarının hikayelerine kulak verirken kendi hikayemi unutmak istemem. Yoldayım. Benimki bir yol hikayesi; yolda olmayı, her daim gitmeyi sevdim. Yol ve yolculuk hakkında yazılmış kitapları severek okurum. Mekanların kuru tarihi, bilgilerini okumayı pek sevmem. Benim okumak istediğim yol ve yolculuk kitaplarında insan olmalı, insan tarihi mekanların altında kalmamalı. Yol ve yolculuk insanı özgürleştirmeli, insanı kendiyle baş başa bırakmalı, mekan hep fon olarak kalmalı; insan figür olarak öne çıkmalı. Mekan araçtır nihayetinde, insanın kendisini tanımalı, kendine yolculuk yapmayı amaç edinmeli. Yol ve yolculukta insana kalan gördükleri değil, bulduklarıdır, bildikleridir.

*

Stuttgart garının tam ortasında durmuşum, insanların yüzlerine bakıyorum. Rüzgarın, havanın, suyun, güneşin şekillendirdiği coğrafyaları direkt yüzlerinde görüyorum. Kıyıya vurmuş hayatlar da, dibe batmış yaşamlar da, havaya savrulmuş hikayeler de ortaya çıkmış; sadece bakmak ve görmek gerekir. Bakmasını bilmeyen gerçeği göremez. Çoğu hikayesini yitirmiş yüzünün coğrafyasında. Kimisi yüzünün rüzgarına kapılmış, kimisi yüzünün güneşini yitirmiş, kimisinin yüzünün suyu kurumuş, kimisinin yüzü havasızlıktan boğulmuş. Kadınlar yüzünün kıblesini yitirmiş, erkeklerin yüzünün terazisi bozulmuş. Stuttgart, hikayesinin kıblesini yitirmiş kadınların ve hikayesinin terazisi bozulmuş erkeklerin şehri. Belki dünyanın çoğu şehrinin hali budur. Kıblesiz kadınlar ve terazisiz erkekler; insanlar umut vermiyor.

*

İşi ehlinden öğrenmek gerek. Pazarcıklı Hüseyin bize DB navigasyon uygulamasını gösterdi; buna göre hangi trenin, ne zaman, nereden nereye gideceğini önceden görüyoruz. Bunu bize gösteren olmadı, bizim de aklımıza gelmedi. Misal, DB uygulamasını önceden yükleseydik telefonumuza, 2 saat Stuttgart’ta beklemezdik, sadece gecikmelere kalırdık. Zamanın ruhunu yakalamak gerek ama kendi ruhunu yitirmeden. Günümüzde zamanın ruhu ancak teknoloji le yakalanabilir. Gezen insanların mutlaka teknolojiyi iyi bilmesi gerekir. Şu tehlike var: İyi teknoloji bilmek beraberinde teknoloji bağımlılığı getirebilir. Teknoloji bağımlılığı da önce beyin körelmesi sonra da beyin ölümün gerçekleşmesi demektir. Çevremizde böyle insanlar çok. Gezerler ve başlarını telefondan kaldırmazlar. Telefon ile zamanın ruhu yakalayacaklarına teknolojinin esiri olurlar.

*

Döner işinde seviye ve mesafe yok, sınır ve kaide yok. İşin stresi her şeyi alt üst ediyor, aradaki bütün değerleri anlamsız kılıyor. Ekmek aslanın ağzında derler eskiler. Dönerde ekmek çakalın, tilkinin ve kurdun ağzında. Aslan asil bir hayvan kalıyor burada. Döner işinde çakallık yapmadan, tilki gibi kurnaz olmadan ve kurt gibi pusuya yatmadan ayakta kalamazsın, işini yapamazsın, ekmeği kapamazsın. Çakallık yapanlar, tilki gibi kurnaz olanlar, kurt gibi pusuya yatanlar bu işin ustası oluyor. Şu da var: Bu üç hayvandan akıllı olanlar daha iyi bir işe girer, bu üç hayvandan dahi akılsız olanlar ise ya da daha kötü işlerde çalışırlar ya da pena (serseri) olurlar.

*

Öyle hikayeler vardır ki sanki sadece ibret alınmak için yaşanmıştır. Hikaye bir başkasının suretinde, bir başkasının dilinde karşıma çıktı, ete kemiğe büründü. Hikaye hala devam ediyor. Ali ve Ayşe diyelim hikayemizin baş karakterlerine. Liseli aşıklar. Liseyi bitirince de aşkları devam ediyor. Evlenmek istiyorlar, aileler karşı çıkıyor. Kaçıyorlar ve aileler sonra onları evlendiriyorlar. 7-8 senelik bir evlilikte her şey yolundaymış gibi gidiyor ta ki ikinci çocukları beyin tümörden ölene dek. Bundan sonra ailenin çatısı sarsılmaya başlıyor, Ali aile ortamlarında içki içmeye, başka kadınlarla yatıp kalkmaya başlıyor. İşini kaybediyor. Milletten borç alıp kayıplara karışıyor. Arkasında maddi ve manevi büyük bir enkaz bırakıyor. Bir çocukları daha oluyor ama bu Ali’yi durduramıyor, düzeltemiyor. Sonrasında Ali daha önce bir arkadaşının yanında gördüğü bir eskort kadınla evleniyor. Videosunu izledim onların: Ali’nin annesi babası gidip kadını Allah’ın emriyle peygamberin kavliyle kadının ailesinden istiyorlar.

Siyasal İslamcılık her yerde karşıma çıkıyor. Siyasal İslamcılık dışarıda muhayyel düşmanlar yaratarak içerideki safları sıkılaştırmaktır. Herkes ve her şey sana düşmandır ve sen tertemizsin. Siyasal İslamcılık kendini görmemektir. Onlar üzerinde durduğu kaypak kirli siyasi zemine bakmaz; tam tersini yapar, üzerindeki durduğu kaypak ve kirli zemine dikkat çekenleri dışlar, terörize eder, damgalar, yaftalar. Siyasal İslamcılık bütün varlığını bağladığı bu siyaset zeminini korumak için her kesi ve her şeyi harcar. Aşağıda halktan alınan vergilerle, yukarıda devletten alınan kamu ihaleleriyle güçlenen bu kirli ve kaypak zemini korumak ve kurtarmak her şeyden daha önemlidir. Bunu korumak için kutsal çiğnenebilir, din kullanılabilir, din görevlileri kılıç kuşanabilir, helal-haram ayrımı yapılmayabilir, masumların ve mazlumların canına kıyılabilir Yeter ki hiç kimse aşağıdan gelen vergilere, yukarıdan alınan kamu ihalelerine dokunmasın.

*

Günün şiiri Payidar Zaraman’ın benazir’i.

“Gözlerin en iyi bişeydi benazir.” Gözlerin bana bütün acılarımı unutturuyor. Gözerin hani! Kalbinde zerre kötülük benazir. Kalbin hani! Ellerin güvercin kursağı sıcaklığı. Ellerin nerede benazir! Güzelliğini göremiyorum benazir. Güzelliğini hissetmemek hayatımı anlamsız kılıyor. Neredesin benazir!

Gel beraber yorumlayalım ‘metni kutsal’ı. Sensiz metni kutsalda yolumu bulamıyorum benazir

“ve bir bağ yolunda benazir” gidiyorum sensiz dönüyorum, geliyorum kendimi bulamıyorum.

“bir bağ yolunda zığımda haşlanmış yumurta ve kırmızı soğan”, avuçlarımda bir tutam kül ve bir gül.

“içimde ölmesine ihtimal vermediğim bir anne”, sen yoksun ve annem içimde ölüyor benazir. Bir şey yapamıyorum, annemin içimde ölmesinin önüne geçemiyorum.

“abdest almak ne ferah şeydir benazir”; bilirsin. Abdest üzerine abdest alıyorum, bir türlü iç sıkıntım gitmiyor benazir, bir türlü ferahlanmıyorum. Sen gittin, içim çöl oldu. Hiçbir abdest içimdeki çölleri serinletemiyor.

“yıldızlar göğün göğsünde Allah’ın şarkıları gibi”, sensiz okuyamıyorum Allah’ın şarkılarını bizim olan göğün altında. Şarkının sözlerini hatırlayamıyorum benazir.

“sen ki sabah sıfır dört sularında fena mavi bir gülsün”, bense gecenin karanlığında dünyaya küsmüş kor bir közüm. Sen “yaşamak için en ideal mezarlıksın benazir”, bense ölmek için muazzam bir şehirim, hiç kimseyi tanımıyorum hiç kimse beni tanımıyor. Senin mezarlığın benim şehrim, benim şehrim senin mezarlığın; aramızda bir fark yok benazir. Bizi “nitelikli yaralarımız” ayakta tutuyor. Nitelikli yaralarımızla birbirimizi tanıyacağız, birbirimizden sürüleceğiz. Bunu unutma benazir, hiç unutma.

“sen Allah büyük olduğu için güzelsin benazir  ben Allah güzel olduğu için çirkinim.” Benim çirkinliğim senin güzelliğinle anlamlı ve çekilir, senin güzelliğin benim çirkinliğimle yerli yerinde ve oturaklı. Ne zaman “sırtımın sırrını” dayasam sana, o zaman ben insanca ölürüm benazir.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır