28 Mart 2024


Kolay kazanılacak seçim nasıl zora girdi?



Haluk ÖZDALGA

A- A+

Siyasi partiler için genel kabul gören bir kural vardır. Kararlar alınırken parti içinde değişik görüşler ve seçenekler enine boyuna tartışılır; ama bir kez karar alındıktan sonra farklı düşünenler dahil tüm partililerin o kararın arkasında durması, desteklemesi beklenir. Demokratik sistemin işleyeşini mümkün kılan bu uygulamanın aşikar nedenleri vardır.

Hangi çizgide olursa olsun bizim partilerimizde uygulama tam öyle olmaz; karar öncesinde dahi liderin savunduğu görüşler genellikle belirleyicidir. Ama bu konuyu şimdilik bir kenara bırakalım.

Ancak parti kararlarına bağlılık sadece partililer için geçerlidir. Kamuoyu, özellikle bağımsız ve tarafsız medya, partilerin aldığı kararları serbestçe tartışır, eleştirir.

O tartışmalar ve eleştiriler; yanlışların olabildiğince gün ışığına ve bilinç düzeyine çıkarılmasını, sistemin dinamizm kazanmasını ve demokrasinin iyi işlemesini sağlayan en etkili güçlerden biridir. Demokrasi neticede farklı düşüncelerin serbestçe yarışıp rekabet ettiği alanın adıdır.

Amerikalı düşünür ve gazeteci Walter Lippmann (1889-1974), ‘Soğuk Savaş’ veya ‘Sterotip’ gibi pek çok ufuk açıcı kavramı ilk kullanan kişidir. Yüz yıl önce 1922’de yazdığı “Kamuoyu” adlı Türkçeye de çevrilen kitabı, gazetecilik okullarında hâlâ temel eserlerden biri olarak okutulur.

Lippmann kitabında, medyada ‘eleştirel düşünce’ ile demokrasi arasındaki bağı inceler. Medyadaki sterotip yaklaşımların; yani olayları basite indirgemenin, basma kalıp düşüncelerin, sloganların ve şablonculuğun, medyanın ve siyasetin olgulardan kopuk sözde-ortam’da (pseudo-environment) yaşamasına nasıl yol açtığını irdeler.

Bugün medyamız Lipmann’ın analizleri ve endişeleri ötesinde bir bozulma içinde. Hiç kuşkusuz çürüme yolunu açan, koşulsuz itaat ve her tür farklı görüşü dışlama temelinde ‘yandaş medya’ yaratan, önce AKP iktidarının yoğun ve habis müdahaleleri oldu.

Ama yandaş medyaya baka baka kararan muhalefet medyasının artık iktidar medyasından pek farkı kalmadı. Kendi küçük hesaplarına göre belirlediği tek görüşü dayatıyor, farklı olanı gözünü kırpmadan dışlıyor, linç ediyor.

Medyamızın büyük çoğunluğu bağımsız, tarafsız ve eleştirel gazeteciliği terk etti; partizanlığa, militanlığa ve birilerinin askeri olmaya soyundu. İçi ve işlevi boşaldı.

Deneyimli bir medya mensubunun sözcükleriyle, gazetecilerin ezici çoğunluğu “yaşadığımız kültür savaşının bir tarafında nefer haline geldi, gazetecilikten vaz geçip siyasi eylemciye dönüştü.”

*     *    *

AKP dönemi bitiyor. AKP’nin güneşi batıyor. İktidar çaresizlik içinde, sahneyi terk etmekte olan eski dönemin çarkları önceden olduğu gibi dönsün diye çırpınıyor. Ne var ki makine işlevselliğini yitirdi; muazzam enerji yutuyor ama neredeyse sadece gürültü çıkarıyor.

Öz koruma güdüsüyle davranan AKP’nin paradigması şimdi; hiçbir ideoloji, stratejik hedef ve yön duygusuna sahip olmadan, yaptığı her şeyi misliyle artırmak, el yükseltmek ve ilahi takdirin kendisini kurtaracağını ummaktan ibaret.

Seçim sonuçları ne olursa olsun, AKP’nin güneşi tekrar yükseltebilmesi eşyanın tabiatına aykırı. Türkiye temel bir kırılma noktasında. Yeni bir döneme gidiyoruz.

Tarihteki temel kırılma noktaları, sahneyi terk etmekte olan dönemin negatif unsurlarının (ekonomi, adalet, dış politika, medya, vs.) eş zamanlı ve hep beraber ön plana çıktığı, buna karşılık batmakta olan rejimin yaygın zulüm uyguladığı dönemlerdir.

*     *    *

Yılın ilk aylarında, Millet İttifakı artı HDP oyları en az %55, Erdoğan’a oy vermem diyenlerin oranı %50’nin üstündeydi.

Ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının açıklanması sonrasında pek çok güvenilir anket, Kılıçdaroğlu ve Tayyip Erdoğan’ın başa baş gittiğini, aralarında ölçme hata payları içinde kalan küçük farklar olduğunu gösteriyor.

Mesela Nisan başı araştırmasına göre MetroPOLL sonuçları:
KK= 42.6   TE= 41.1   İnce= 5,0   Oğan= 2,2   Kararsız= 9,1  (Hata payı= 1,88)

Halbuki muhalefet adayının en az 10, belki 15 puan önde olması gerekirdi.

Kolay kazanılacak seçim niçin zora girdi?

Bu sorunun cevabını üç başlık altında inceleyelim: Yanlış aday seçimi, diğer adaylar İnce-Oğan’ın etkisi ve seçim ittifakları.

Başta gelen neden: Yanlış aday

6’lı Masa, nazik sözcüklerle ifade edersek, ‘en riskli’ adayı seçti.

Aylarca önce defalarca ve ayrıntılı olarak yazdığım gibi bunun basit bir nedeni var. İktidar bloğundan kopmuş veya kopabilecek seçmenlerden en az oy alabilecek aday, açık ara Kılıçdaroğlu. İlaveten, HDP hariç muhalefet bloğundan en çok fireye yol açacak aday, yine açık ara Kılıçdaroğlu.

Özetle, toplam seçmenin %80’den fazlasını oluşturan büyük kitle içinde, en düşük oy potansiyeline sahip isim.

İçinde bulunduğumuz günlerde medyaya konuşan kimi güvenilir seçim analizcileri işin ‘bıçak sırtında’ yarışa dönüşmesini, farklı ifadelerle ama büyük ölçüde bu temelde açıklıyor.

Üstelik HDP seçmeninden Kılıçdaroğlu’na gelecek oy, bazen sanıldığı gibi blok değil. Mesela MetroPOLL sonuçlarına göre %81.6. İyi Partili seçmen desteğinden sadece bir puan daha fazla.

6’lı Masanın en hayati görevi doğru adayı belirlemekti. Bunu yaparken seçmen tercihlerini kulak ardı ettiler.

Bizim partilerimizde, mesela CHP geleneğinde yaygındır, Genel Başkan delege seçimini manipüle eder, kendine göre delegelerin seçilmesini sağlar. Seçmeni temsil etme niteliği dikkate alınmayan delegeler daha sonra değişik ödüllerle tatmin edilir, sadakatleri pekiştirilir. Muhtemel rakip adayların önü farklı yöntemlerle kesilir. Liderin genel kurulda rahatça seçilmesi sağlanır.

Siyasi tarihimizde adı hizipçilikle özdeşleşmiş rahmetli Deniz Baykal bu işlerin ustasıydı. Ardından gelen Kılıçdaroğlu, siyaseti o gelenek içinde öğrenmişti; kişisel becerilerinin de katkısıyla Baykal’ı geçmeyi ve daha katı bir hizip yapısı kurmayı başardı.

Mesela şimdi Erdoğan’a karşı kaybetse bile, kendisi istifa etmedikçe, hiçbir kurultay onu değiştiremez. Bu kadarını Baykal usta bile yapamadı.

6’lı Masanın ‘en riskli’ adayı seçmesi, CHP’de gördüğümüze benzeyen işleyişin sonucu oldu. Masadaki ‘delegeler’ büyük ölçüde arzu edilen sonuca göre belirlendi. Çoğunun temsil gücü yoktu veya çok azadı. Etik olmayan şekilde bol ödüller dağıtıldı. Başka adayların önü kesildi. Aday belirleme takvimi sudan bahanelerle en son ana bırakıldı.

Ama küçük bir noktayı unuttular. Parti kurultayında seçilen genel başkan koltuğa oturur, hemen göreve başlar. 6’lı Masa ise sadece ‘aday’ seçti. Göreve başlayabilmesi için halkın rızası gerekiyor.

Şimdi muhalefet adayının anketlerde görünen %55’ten %40-45 civarına düşüşü, büyük ölçüde bu ‘küçük’ yanlışın bedeli.

Aslında Kılıçdaroğlu ve çevresi problemin farkındaydı. Ancak, ağır bir krizden geçiyoruz, soğuk duran seçmen ülkenin durumunu dikkate alır, yüreğine taş basar, “tıpış tıpış oy verir” hesabı yaptılar.

O tutum halen devam ediyor. Kendilerinin dikkate almadığı hususu şimdi o geniş kitlenin, en az beş altı milyon seçmenin dikkate almasını bekliyorlar. Bu, yüksek riskli bir oyun.

Hizipçilik usulleri yerine, 6’lı Masa akılcı yöntemle çalışabilirdi. Nasıl olması gerektiği belliydi. Geçen senenin ilk aylarında çalışmaya başladığında ilk yapılması gereken işlerden biri, adayların isimlerini değil niteliklerini konuşmak, tartışmaya açmak ve belirlemekti.

Böylece konu doğru siyasal zemine oturacak, pek çok gereksiz sorun kolayca çözülecekti. Ardından, belirlenecek niteliklere uygun en az 4-5 adayın ismi kamuoyunda tartışmaya açılmalıydı.

İktidar bloğunun sallanan seçmeninden çok oy çekebilecek, muhalefet seçmeninden az fireye neden olacak, HDP seçmeninden Kılıçdaroğlu civarında destek alacak, demokrasiye bağlılığı kuşku götürmeyecek ve güçlü siyasi deneyim sahibi 4-5 aday bulabilmek kolaylıkla mümkündü.

O isimler arasından belirlenecek adayı geçtiğimiz yıl sonundan önce açıklamak gerekiyordu. Bunların hepsini geçen yıl içinde defalarca yazdım, bazı siyasi yetkililerle paylaştım.

Bağımsız, tarafsız ve eleştirel medyamız olabilseydi eminim yanlışların göz önüne serilmesi ve hiç olmazsa bir bölümünden kaçınmak mümkün olabilirdi. Ama muhalefet medyasının büyük kısmı, çok taraflı manipülasyonun parçası olmayı tercih etti.

Lipmmann’ın kavramlarını kullanırsak; muhalif siyasetin ve medyanın çoğu basma kalıp düşünceler, klişeler ve sloganlar üzerine kurulu sözde-ortam’da (pseudo-environment) yaşıyor. “Muhalifler nasıl olsa tıpış tıpış oy verecek” veya “muhalefete muhalefet yapılmaz” veya “Erdoğan kazanırsa son seçim olur” gibi.

İnce ve Oğan’ın adaylıkları ile seçim ittifaklarının etkilerini Cuma günü irdeleyeceğiz.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır