18 Ekim 2024


Kafasındaki Manastıra Gömdü Her Şeyini



Faik Öcal

A- A+

Almanya Gezi Notları (21)

Ä°nsan özellikle belli bir yaÅŸtan sonra okuduÄŸu romanlardan etkileniyorsa, bunu sadece romanın iyi olmasıyla açıklayamayız; aynı zamanda yaÅŸadıklarımızla romanın birbiriyle örtüÅŸmesiyle de açıklayabiliriz. Roman ne kadar iyi yazılmış olursa olsun eÄŸer bizde onu anlayacak tecrübe (yaÅŸantı; anlayış) yoksa biz onu zevkle okuyamayız. Bu da gençliÄŸimizde neden macera romanlarını sevdiÄŸimizi açıklıyor. Gençken merakımızı celp eden adrenalini yüksek macera, aksiyon romanlarını severiz; düÅŸünce ve derin konular geri plandadır. YetiÅŸkinlikte artık ayaklarımız yere basıyordur, duygu ve düÅŸünceyle yazılmış ağır, tasvirli, detaylı romanlar ilgimizi çekiyordur. SavaÅŸ ve barış, Buddenbrooklar, Karamazof KardeÅŸler, Ulysses vs. gibi hacimli, derin ve ağır romanları zevkle okuman içinse her açıdan insan olmak, insanı yaÅŸamak, insana açılmış olmak gerekir. YaÅŸantısı zengin olmayan ne hacimli romanlar yazabilir ne de bunları zevkle okuyabilir.

*

Allah her insanı bir sır, bir yetenek ile yaratmıştır; sırsız, yeteneksiz insan yoktur. Yola çıkmak içimizdeki sırrı keÅŸfetmek, yeteneÄŸi ortaya çıkarmaktır. Cesur olmalıyız ve her halükarda her ÅŸeyi ve her kesi geride bırakıp yola çıkmalıyız. Cesur insanlar sırlarını bulurlar, yeteneklerini ortaya çıkarırlar. Cesur ve güçlü insanlar yeni baÅŸlangıçların kapısını aralarlar. Alışkanların kölesi olanlar, nefsinin elinde oyuncak olanlar, korkularının esiri olanlar yola çıkamazlar, her zaman için bir bahane bulup asıl yolculuklarına çıkmayı ertelerler. Oysa ölmeden önce insanın sırrını keÅŸfedip yeteneÄŸini ortaya çıkarması gerekir. SonsuzluÄŸun iki yüzü vardır: Aydınlık ve karanlık. Sırrını keÅŸfedip yeteneÄŸini ortaya çıkaran cesur ve güçlü insanlar, sonsuzluÄŸun aydınlık yüzüne çıkarlar buralarda ve ötelerde yaptıkları bütün yolculuklarda; tam tersine olanlar, yani sırrını keÅŸfedemeyip, yeteneÄŸini ortaya çıkaramayan korkak ve güçsüzler sonsuzluÄŸun karanlık yüzünde dururlar buralarda ve ötelerde.

*

Saat sabahın yedisi ve ben geceden beri Fatih Buhara Benzek’in “Mehlika” ÅŸiirini dinliyorum.

“Bir ses daha duymaya tahammülüm yok bu aralar…” Anlıyor musun Mehlika! Biliyorum ama anlayamazsın; çünkü sen hep giden oldun benden, ben kalan oldum sende; gitmelerimiz ve kalmalarımız birbirine yakışmıyor, gitmelerimiz ve kalmalarımız birbirini tamamlamıyor.

 

“Gözlerinle ördün gönlüme hasret aÄŸlarını ne ben çözebildim ne sen çözdün sırlarını…” Rüyalarımız birbirine yabancı düÅŸtü, artık rüyalardaki birbirimizi tanıyamayız Mehlika; çünkü baÅŸkalarının hayatlarını yaşıyoruz inzivamızda, baÅŸkalarının düÅŸlerini çürütüyoruz gözbebeklerimizde, baÅŸkalarının yollarını yürüyoruz ayaklarımızla, baÅŸkalarının gözyaÅŸlarını döküyoruz avuçlarımıza. Bilmedik Mehlika: YaÅŸamak aÄŸrısı çürütürmüÅŸ aÅŸk acısını, hayat yolunda kavuÅŸamayan aÅŸklar rüyalarda da birbirini yitirirmiÅŸ.

 

“SöylemiÅŸtim daha önce saÄŸlam kaleler içerisinde deÄŸilim…” Bir bir düÅŸtü umut baÄŸladığım kaleler. YaÅŸamın ortasında savunmasız kaldım Mehlika. Yeni kaleler inÅŸa et başımın üzerinde ya da gel bitir bu ÅŸiiri. Tahammülüm kalmadı Mehlika.

 

“Ä°sterim ki senin gözlerinden göreyim hayatı…” Nasıl bakardın sahi, yaÅŸama ve ölüme? Nasıl aÄŸlardın annene ve ablana? GözyaÅŸlarının sıcaklığını unuttum Mehlika. Burada kaldım, sonsuzluÄŸa uzanamıyorum. Gözlerin benimle sonsuzluk arasında büyülü köprüydü. Sen gittin büyülü köprü taÅŸ yığınlarına dönüÅŸtü Mehlika. Sen gittin, unuttum gözlerinin rengini. Sen gittin, kalakaldım buralarda sonsuzluÄŸun cesetleriyle, sonsuz ölümlerle. Seni yaÅŸayamıyorum Mehlika.

 

“Artık yokuÅŸları çıkamıyorum…” Tahtsız, bahtsız sultanım. Olmadı; ne ÅŸiirlerde bir araya gelebildik ne rüyalarda kavuÅŸtuk ne de hayatın kıyısında. Yazıktık Mehlika. Ayrılığın her çeÅŸidine yazıldık, baÅŸkalarının mısralarına kaldık.

*

O adamı yazmasam olmaz. Tübingen’e gitmek niyetiyle dışarı çıktık. Her zaman ki güzergahımızdan gittik. O adam yine balkonda oturuyordu. Bugün cumartesi olduÄŸu için arka balkona çıkmıştı. Hafta içi öÄŸleden sonra balkonda oturuyordu. Evli barklı adam; düzenin normal bir örneÄŸi. Adam ya iÅŸte ya da balkonda. Bu sefer içeriden bir kadın sesi duyduk; evli olduÄŸu anlaşılmıştı. Bir insanın yaÅŸam alanı bu kadar sınırlı, belli ve görünür olabilir. Ä°ÅŸ ve balkon arasında gidip gelen bir adam. Bu adam hayatı hiç sorguluyor mu? Sorgulamak, düÅŸünmek ya da farklı bir etkinlik için zamanı oluyor mu? Sene de bir kere tatil yapıyordur belki. Onun dışında yaÅŸam alanı belli. Bu düzen içinde hayat nehrinden kopmuÅŸ küçük bir damla onunkisi. Damlanın akıbeti bellidir eÄŸer nehrine kavuÅŸmasa. Ne pahasına olursa olsun hayat nehrinden kopmamak lazım, Hayat nehrinde olursak en azından akışın içinde olduÄŸumuz için bir ÅŸansımız var; ama balkona düÅŸmüÅŸ bir damla kurumaya mahkumdur.

*

Ne kadar çok yakıt olacak beden var. Ölümü düÅŸüncesi bedenle baÅŸlıyor bedende bitiyor. Sürekli ertelenen bir ölüm gerçeÄŸi var; çoÄŸu insan anı yaÅŸayıp bitiriyor beden dairesinde. Ruh nerede? Ruhu bilen, ruha göre yaÅŸayan, ruhtan sonsuzluÄŸa açılan kaç kiÅŸi var?

Epikuros hedonist felsefesiyle karşımıza çıkıyor: Ben varım, ölüm yok; ölüm varsa ben yokum. Kendini kandırmak için uydurulmuÅŸ bir söz, dahası bilinçli olsun bilinçsiz olsun, insanların çoÄŸu bu felsefeye göre yaşıyor. Ölümü hayatın içinden çıkarmışlar. Kendilerince ölümden arınmış bir hayat yaşıyorlar. Aklıma Ä°rvin Yalom’un Nietzsche AÄŸladığında kitabı geliyor. Anı yaÅŸa, geçmiÅŸi ve geleceÄŸi olmayan bir an’ı yaÅŸamak ne anlam ifade eder. Anlamsız. An’ı geçmiÅŸinden ve geleceÄŸinden koparamazsın; burada bunu yapıyorlar. Bu bir yaÅŸam felsefesi olmuÅŸ. Bedenler görünmez ateÅŸlerle yanıyor. ÇoÄŸu bedenini ateÅŸte yaktırıyor; sonra külünü ya bir kavanozda muhafaza ediyor ya da havaya savuruyor. Åžunu da belirtmek lazım: Mezarlar 25-30 seneliÄŸine kiralanıyor, süre bitince yeniden kiralamak lazım. Sen ölünce senden sonra kim, bunu hangi parayla yapacak. Büyük soru/n?

*

Ukrayna Herson ÅŸehrinde oturan Roman ile tanıştım. Roman Türk ismi deÄŸil, Ukraynalı bir doktorun ismi. Roman geçen yıl buraya gelmiÅŸ ailesiyle. Roman, Ahıska Türklerinden. Annesi babası vakti zamanında Gürcistan’dan Herson’a göç etmiÅŸler. Roman doÄŸma büyüme Hersonlu. Savaşı sordum Roman’a. Åžöyle dedi: ABD Ukrayna’da NATO üssü kurmak istediÄŸi için Rusya Ukrayna’ya saldırdı. Gerçekte savaşı baÅŸlatan, savaşın sorumlusu ABD. Rusya’nın hatası, halkla savaÅŸması. Ruslar Ukrayna askerlerini deÄŸil, halkı hedef alıyor. Savaşın akıbeti hiç belli deÄŸil; çünkü Ukrayna çok geniÅŸ bir coÄŸrafya demek, savaÅŸ bu geniÅŸ coÄŸrafyaya yayılmış durumda. 

*

Tübingen’de Hölderlin’in mezarını ziyaret etmek gibi bir niyetim vardı evden çıkarken ama oraya da gitmek nasip olmadı. Tramvay bekle, deÄŸiÅŸtir; çok yorucu. Gitmedik Tübingen’e, Nürtingen’de kaldık. Hölderlin’i ÅŸiirlerinden tanırım, okurum. Onun içindeki insan sevgisine hayran kalmıştım. Hölderlin hakikati aradı; uzak ve belirsiz bir hakikat kırıntısının peÅŸinden gitti ömrü boyunca. Yalnız doÄŸdu, yalnız yaÅŸadı ve yalnız öldü. Trajik hayatı ve delice kaçışları hep ilgimi çekti. Kimse onu bir yerde tutamadı. Onun içinde baÅŸka sonsuzluklar vardı, kaçışlara kulak verdi her daim. BaÅŸtan sona bir trajediydi hayatı; ama sahipsiz, kayıtsız, kimsesiz, tarihsiz, çaÄŸsız, yazgısız. AÅŸkı bulur gibi oldu, kayboldu aÅŸkla beraber, kaybetti aÅŸkla beraber her ÅŸeyini, baÅŸta da aklını. Sonra kafasındaki manastıra gömdü hayatını, hayallerini, yaptıklarını ve yapamadıklarını, kısacası her ÅŸeyini. Tübingen’de sadece onun çürümüÅŸ kemikleri var. Tarih sadece bunu yazıyor.

*

Dükkandayım ve Apo’nun yerine gelen Fırat’ın hikayesine ÅŸahitlik yapıyorum. Çok trajik bir hikaye. Fırat’ın yaptığı pizza ÅŸu anda önümüzde duruyor. Fırat’ın yaptığı pizzanın ortası yok; fırında yandı, kaldı ortası. Fırat iÅŸi bilmiyor daha. Ä°ki ay baÅŸka bir yerde çalıştım diyor ama iÅŸi kavramadığı belli. Apo’dan sonra Fırat’ın gelmesi, iÅŸ yeri açısından çok fena.

Fırat 18 yaşında. Geçen sene kaçak yollardan gelmiÅŸ Almanya’ya. DoÄŸma büyüme Adana’lı. Annesi Kızıltepeli, babası Ömerlili. Kan davalılar; geçen sene annesinin iki kuzenini öldürmüÅŸler. Alman devleti kan davasından dolayı Fırat’a hemen oturum vermiÅŸ, birkaç ay sürmüÅŸ mahkemesi.

10-15 dakika içinde Fırat yedi ekmek yaktı, bir pizzayı da harcadı; hep unutuyor, hiç dikkatli, atik deÄŸil.

*

Bugünün ÅŸiiri Ahmet Erhan’ın OÄŸul ÅŸiiri ile Yusuf HayaloÄŸlu’nun Kaçak ve Anne” ÅŸiiri ki Ahmet Kaya tarafından ÅŸarkı olarak söylenen meÅŸhur bir ÅŸiirdir ikincisi. DoÄŸrusu Kaçak ve Anne’nin gölgesinde ÅŸiire yasladım kendimi ve dinledim; çünkü iki ÅŸiir de birbirine çok benziyor. Ä°kisin de anne ve evlat var. Yusuf HayaloÄŸlu’nun Kaçak ve Annesi “Uçtum ateÅŸ üstüne/DaÄŸlansın diye sızım/Sorma halim ne olur/Yoruldum anlamsızım” dörtlüÄŸüyle baÅŸlıyorum. Ahmet Erhan’ın OÄŸul’u ise ÅŸu dörtlükle baÅŸlıyor: “Anne ben geldim, üstüm başım/Uzak yolların tozlarıyla periÅŸan/Çoktan paralandı ördüÄŸün kazak/Üzerinde yeÅŸil nakışlar olan.”

Bundan sonrası ilginç, “kaçak-oÄŸul” iki ÅŸiirde karşımıza çıkıyor: Y. HayaloÄŸlu’nda “vefasız, A. Erhan’ın ÅŸiirinde ise “ÅŸiirler çırpıştıran bi adam” olarak.

Ben ise her defasında Kaçak OÄŸul oluyordum, annem de yolumu bekleyen gariban. Åžiirleri yeniden, yeniden yaşıyordum; kahroluyordum ama haksızlığın, zulmün her türlüsüne karşı çıkıyordum. Onursuzca yaÅŸamaktansa onuruyla ölmeyi tercih ediyordum her defasında. Bütün zulümleri, haksızlıkları canımda hissediyordum ama elimden bir ÅŸey gelmiyordu. AcizliÄŸim ve çaresizliÄŸim beni yoruyordu ve her yolculukta biraz daha yılgınlığa kapılıyordum; çünkü zalimler birbirini tutuyordu ama mazlumların hiçbir ÅŸeyden haberi yoktu. Anlıyordum: Asıl zulüm mazlumun kendisine yapılan zulmün farkında olmamasıdır.

Dünya deÄŸiÅŸmiÅŸti ama ben farkında deÄŸildim, belki de farkında olmak istemiyordum; ÅŸiirlerle, ÅŸarkılarla kendi kabuÄŸuma çekilmiÅŸtim. Kendime acımak vicdanımı rahatlatıyordu, kabuÄŸuma çekilmek için bana yeni bahaneler sunuyordu. Oysa ÅŸairlerim fazlasıyla yalnızdı ve Ahmet Kaya sürgünde ölmüÅŸtü. Gerçekler daha acımasız biçimde karşıma çıkıp benden hesap soruyorlardı.

Başımı dizlerine koyup uyusaydım, belki hayata yeniden baÅŸlayabilirdim. Anne! Dizlerin hani, nereden dizlerin anne! Bağışla kaçak oÄŸlunu anne.

 

 

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır