Şanlı Urfa
Hep giden, aslında hiçbir yere gitmeyen demektir. Yani gitmek bir yerlerde kalmak istemeyenlerin şiarıdır. Hep giden, bir zaman sonra fark eder ki gittiği yoldan geri dönüyor. Ama bu sefer bir farkla, daha önce yolun dışında hareket halinde sürgit bir parçayken, bu sefer yolun kendisi olmuştur. Hep giden, gittiği yoldan geri dönmüştür, yolun bizzat kendisi olmuştur, kendini bulmuştur. Artık o dünyanın kahrını çekmeyecektir, dünya onun kahrını çekecektir. Dünya onun gördüklerini bir yerlere ikame etmeye çalışacaktır. Bu yüzden hep gitmeli, en azından birkaç ömürlük bir mesafe ile yol yapmalı. Sonra bir yere gelir yolcu, bu bütün yolculukların başladığı an ve yerdir ve orada beklemeli, bir zaman için. Burada beklemesini bilmeyenler, geri dönemeyenlerdir. Ben şimdi böyle bir yerdeyim, bekliyorum, bütün yolculuklarımın başladığı yerde ve anda, görünmez, uzak mı uzak, ak mı ak bir denizin dibinde.
Sonra bir yağmur yağacak sonbaharla bir, yollara düşme vakti geldi, diyeceğim, yollara düşeceğim. Bir göçmen kuş sürüsü uçacak üzerimde, bu sefer ters istikamette. Vakti geldi, diyeceğim, yol olmanın. Sararmış kuru yaprağa binmenin. Bir başkasında ölümü beklemeden, hayatı ıskalamadan, dünyaya bağlanmadan.
Meğer ne çok gitmekmiş uçurumlara savrulup duran ömrüm. Yitip giden bir dağ rüzgarından başka bir şey değilmişim.
***
Beden-evi ve Ruh-hane
Uzun ve zorlu bir yolculuktu bütün bir beden-evi hayatım. Sonra ahret yurdundaki ruh-haneme döneceğim. Yani daha evvel ruh-hanedeydim, Rabbimin gizli hazinesinde. Sonra ruhumu bana göstermek istedi Rabbim ve dünya-evinde buldum kendimi. Ellete yıkılacak bu beden-evi, tarumar olacak, belki bir iz dahi kalmayacak; ama asıl kalıcı olan ruh-hanem hep kalacak bir başka alemde. Ruh-hanemde, diyeceğim, eskiden beden-evinde bütün o yaşayanları ben miyim, hayret edeceğim. Nefsimi kınayacağım, kendine pay isteyen. Ruhuma bu kadar zulüm yapmaya hakkım yoktu. Oysa başımı göğe kaldırıp öteleri temaşa etmek yeterliydi, kendimi ruh-hanemde hissetmem için. İşte, çoğu zaman yapamadığım. Gökte bulutları, kuşları ve uçurtmaları görüyordum, hatırlamam lazımdı, öteleri. Hatırlayamıyordum. Hep beden-evinin hezimetleri. Oysa bilmeliydim, ruh-hanemde de böyle uçabilirim, bulutlar, kuşlar, uçurtmalar gibi gökte süzülerek.
Yüzümde hep bir başkasının gölgesi. Hatıralarımı beden-evinden alıp ruh-haneme taşıyamıyorum, yaşadıklarımın gerisinde kalıyorum, yaşayamadıklarımın ağırlığı altında eziliyorum.
***
Sanatkar ve Seyyah
İç alemin sanatkarı, dış dünyanın seyyahı olmak, bu ikisini bir kalemde hissetmek, birleştirmek ve dile getirmek. İç aleminde olup-bitenlerden, şekilden şekle girenlerden, içten içe değişenlerden habersiz olan, gerçek manada bir seyyah olamaz. Dış dünyayı ıskalayan, görmezlikten gelen, yakalamayan da hakiki bir sanatkar olamaz. Sanatkarın penceresinden dış dünyaya bakmak; seyyahın gözleriyle iç alemi temaşa etmek. Aslında bu ruh ve beden işidir. Yani sanatkar iç aleminde ruhu keşfetmeye çalışırken, seyyah dış dünyada olup bitenleri bedene taşımaya çalışır. Ruh, sonsuzluğa açılan cevher; beden, sonlu olanı gösteren maden. Bir kuşun iki kanadı gibidir sanatkar ile seyyah; biri olmadan diğeri kendini tam ifade edemez, tek bir kanatla uçulmaz.
***
Ruhun Doğuşu
Bir ruh evvela kalbe düşer, sonra yeryüzünde görünür. Karar, ötelerde bir yerlerde verilmiştir verili olan malumatın dışında. İnsana düşen, kendi iradesiyle tatbik etmek. Her ruhun doğuş hikayesi başkadır, bir gizli bilinmezin içinde çıkıp gelmiştir vaadiyle. Cennet bahçelerinin kokusunu taşıyorlardır talihli ruhlar, ak kanatlarıyla uçarken kalbin mümtaz coğrafyalarında. Cehennem zakkumlarına boğulmuştur bedbaht ruhlar, kapkara kanatlarıyla uçarken et parçası yüreklerin necis bataklıklarında.
***
İzsiz Yolcu
Kendimi hep geride bir iz bırakmayan yolculukların gözlerinde gördüm. Hep bir yerlere gidiyorlardı, geri dönmüyorlardı, yolculukların bir yerinde kayboluyorlardı. Sonra rüyasını yitirmiş yolları diliyle konuşuyorlardı, susuyorlardı, ben olanlara hiçbir anlam veremiyordum.
İzsiz bir yolcu, doğrulmuştu rüyasız yolundan ve içinde şu sözleri duymuştu: “Sen de bizdensin. Ne bekliyorsun daha. Haydi, kalk yatağından ve veda et bütün bir geçmişine.”
Rüya mı görüyordum? Hayır. Bu yola çıktığımdan beri rüya görmüyorum. Rüya sandıklarım da varmak, bulmak istediğim hakikatin kendisidir.
“Anladın mı?” dedi, izsiz yolcu ve ekledi: “Sen bir başkasının rüyasından yola çıktın ve bir başkasının rüyasında yolunu bulacaksın. Yolculuğun, başkalarının rüyalarından arta kalan bir tutam sonsuzluk tohumu.”
“Anladım” dedim ve sustum, bir başkasının rüyasında yoluma devam edecektim. Biliyordum artık. Yolculuğun bir başka yerinde bir başkasının rüyası bekliyordu beni, gidip o rüyaya dahil olacaktım, sonra uyanacaktım, uyandığımda ben de izsiz bir yolcu olacaktım. Yolun hakkı, yolculuğun sırrı, izsiz bir yolcu olmaktan geçiyormuş. İzsiz yolcu olanlar, güzel bir sonsuzluk tohumu olmaya hak kazanıyorlarmış. Hep kalbinin en münteha yerinde saklı tutulacak olan.
Misafir