Dindarlık; Allah’ın yarattığı, mutlak sahibi ve düzenleyicisi olduğu kâinat sisteminde, insanın evrene karşı sorumlu (Halife) ve Allah’ın gözetimi altında olmanın bilinciyle yaşamasıdır. Çünkü din; insanın sadece Allah’la değil, insanlar başta olmak üzere diğer varlıklarla da adalet ve barış içinde ahlaklı yaşamayı ister. Bu yaşam biçimini ‘İslam dindarlığı” olarak tanımlıyorum.
Din açısından ahlaklı, merhametli ve adil olmak, Allah’a imanla birlikte yaşamın olmazsa olmaz ilkeleridir. Bu ilkeleri içselleştirerek samimiyetle uygulayanlar da ‘dindar’ olarak tanımlanır.
Bu ilkelerden yoksun bir dindarlık düşünülemez. Ahlaklı, adil, evrene/doğaya duyarlı olmayan birsine “dindar” demek, İslam’ı amacından saptırmaktır.
İbadet gibi dini ritüelleri yoğun yaşayan bir insanı veya camiler gibi ibadet mekanlarının çok olması dindarlık olarak tanımlanmaz. Dindarlık, bireyde veya toplumda barış, ahlak, merhamet ve adalet tezahürüyle anlaşılır.
Bunların hâkim ve yaşanır olmadığı bir toplumun Hristiyan, Budist veya Müslüman olması “DİNDARLIK” tanımını değiştirmez. Tapınakların, kilise ve camilerin inananlarla dolup taşıması, özel gün ve gecelerde tilavet ve ilahilerle göz yaşlarının akıtılması, toplu duaların yapılması, feryat, figan ve ağıtların yakılması insanların inançtaki samimiyetlerini gösterebilir ancak “dindar” olmaları için bir ölçü değildir.
İslam dindarlığı için ibadet ve itaat; evrenin muazzam sistemi ve mükemmel işleyişi karşısında teslimiyeti göstermek, yaratıcısına, sahibine ve düzenleyicisine inanmak ve O’nu yüceltmek içindir. Nimetleri karşısında şükretmektir, ihlas ve samimiyetini ortaya koymaktır, ahlak, adalet ve merhametiyle ’iyi insan’ olduğunu ispatlamaktır.
Bu durumda İslam açısından iyi bir İNSAN olmadan iyi bir Müslüman, AHLAK sahibi olmadan DİNDAR olunmaz.
--
Biz Müslüman çoğunluk olarak insanlık değerlerini, iyi insan ve ahlaklı olmayı öncelemeden kültürel ve geleneksel Müslümanlığımızı önceledik. Geçmiş nesillerin yerel kültürlerini, giyim kuşam gibi yaşam tarzlarını ve geleneksel adetleri “peygamber sünneti” olarak korumaya çalıştık.
Aynı anlayışı düşünce ve fikir dünyamızda da gösterdik. Geçmişe takılıp kaldık. Yenilenmedik, gelişmedik, ilerleyemedik, çağların gerisinde kalmaya mahkûm olduk. Doğal olarak yenilenmeyen ve gelişmeyen toplumların, medeni dünyanın saygın üyeleri olarak kabul görmesi düşünülemez.
Medenileşmeye direnen toplumların sığınağı da ecdat milliyetçiliği ve ecdat dini olur. Din, “ecdat dini” olarak şekillendiğinde Allah’ın dini olmaktan çıkar, kahramanlık masallarıyla, menkıbe ve hikayelerle şekillenmeye başlar.
Ecdat diniyle yenilenen, gelişen bir toplum olmamıştır. Hz. Muhammed (sav) örneğinde olduğu gibi inananlar peygamberlerle yenileniyor, gelişiyor, medenileşiyor ve ‘bilgi toplumu’ tanımı kazanıyor. Akla ve bilgiye dayanmayan bir yenilenmeden de söz edilemez.
Ahlak yönüyle peygamberler dindarlar için hep örnek kalmaya devam ederler. İyiliğe çağıran, iyilik yayan, hakkı söyleyen ve hakkı tavsiye eden, yönetimde ve ilişkilerde adil olan, adaleti gözeten ve kendi aleyhlerine dahi olsa adaletten vaz geçmeyen, işinde, ticaretinde, görevinde dürüst ve güvenilir olan, yetimi, yoksulu, zayıfı, ezileni, mağduru sahipsiz bırakmayan, insanları dinleri ve aidiyetleri nedeniyle ötekileştirmeyen, zulme ve zalime karşı sessiz kalmayan duyarlı ve ahlaklı toplumlar ancak peygamberlerle şekillenen hayırlı topluluklara benzer.
Peki biz Müslümanlar böyle miyiz? Bu özellikleri taşımayanlara “dindar” demek, haksızlık ve büyük bir yalan değil mi?
Ahlaksız bir insana; dini aidiyeti var diye “dindar” denilebilir mi?
Kamu ve kul hakkı yiyen; cami yapıyor, Kur’an kurslarına yardım ediyor diye “dindar” tanımlanabilir mi?
Yalancı, sahtekâr, yobaz politikacıları; “din” iddiasıyla siyaset yapıyorlar diye “dindar” olarak nitelemek doğru mu?
Yönetiminde adaleti gözetmeyen, hak-hukuk tanımayan, emanete riayet etmeyen, yönetilenler arasında ayırım yapan yöneticileri; sırf namaz kılıyorlar diye “dindar” olarak tanımlamak İslam’a iftira olmaz mı?
Özetle, dinbazları, yobazları, gericileri, cahilleri sırf ibadet ve ritüelleri nedeniyle “DİNDAR” olarak nitelendirmek Din’e bühtandır ve dindara hakarettir.
İman, Ahlak, Adalet, Merhamet ve İbadet bütünü olan bir DİNDARLIK ancak ‘İslam dindarlığı’ olarak tanımlanabilir.
--
Daha genel bir yaklaşmışla sormak istiyorum;
Cahillik, yoksulluk, yoksunluk, yolsuzluk, adaletsizlik, ahlaksızlık, güvensizlik, ikiyüzlülük, sahtekarlık, barbarlık girdabında debelenen bir toplumun dini aidiyeti, dini hayatı “dindarlık” olarak tanımlanabilir mi?
Din ve siyaset erbabı tarafından yönlendirilen böyle bir toplumu İlahi bir dine veya peygambere isnat etmek haksızlık değil mi? Bunlar nasıl herhangi bir peygamberin ümmeti olabilir?
İnsanlığa örnek bir model oluşturmaları için Allah, insanlara evrende barış içinde yaşamak için kendisinden bir rahmet, lütuf ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.
Böylece evren ve içindekilerle uyumlu yaşamak, yaratıcı ve yaratılanı ayırmak, hiçbir varlığı yaratıcıya benzetmeden, ona ortak koşmadan nasıl yaşanacağının (ahlak) pratiğini göstermek için yol gösterdi.
Ahlak pratiğine uymak yerine, kendi arzularına uyarak “din” adına peygamberlere atılmamış iftira, isnat edilmeyen söz, uydurulmayan bir hayat hikayesi kalmamıştır. Gönderilen kitaplar tahrif edilmiş veya din adamları tarafından yanlış yorumlanarak egemen sınıfın hizmetine sunulmuştur.
Kitapların anlam ve amacından saparak Allah adına din adamlarına itaat edilmiş, peygamber ahlakı ve “Sünnet” diye uydurulmuş bir davranış, kültür ve giyim şekli benimsenmiş ve buna da “DİNDARLIK” denilmiştir.
Bir öz eleştiri olarak açıkça belirtmeliyim ki dini hayatımıza, yönetim ve siyasetimize, ticaretimize, eğitim, sosyal ve aile hayatımıza hâkim olan ‘İslam dindarlığı’ değil, Müslüman dinbazlığıdır.
Müslüman olarak kendimize sormamız gereken; İnsanlık yoksa Müslümanlık, Ahlak yoksa dindarlık neye yarar?
Misafir