08 Eylül 2024


Dünya Biz Kürtleri İnsan Yerine Koymadı



Faik Öcal

A- A+

Almanya Gezi Notları (5)

Sabahtan beri yazamıyorum. Yazmak içimden gelmiyor. Ben de zorlamadım, bekledim saatlerce satırların içimde baÅŸ göstermesi için. Herkeslerden ve her ÅŸeylerden uzak olduÄŸumu bilen bütün yazıların kapısına atılmış ip, o ip vakti zamanı gelince çekilecek; beklemesini bilmek gerek. Ne diyor ÅŸair Hejar Mukriyani: Ölüm neredesin, hayat beni öldürdü! Yıllar var ki Müeyed Teyip’in Ne Rüzgar Alır Beni Sırtına Ne de Toprak Ä°ndirir ÅŸiirini dinliyorum, buzdolabında tutulan Cemile Cağırga’nın cesedinin eÅŸliÄŸinde. Bir de yaÄŸmur yağıyorsa yazıların kapısına attığım ipi çekmenin zamanı gelmiÅŸtir demektir. Uzak bir yoldan geliyorsun, bir başına gurbetin kalbine yürüyorsun. Eski bir ÅŸiiri dinliyorsun, usul usul yaÄŸan yaÄŸmurun eÅŸliÄŸinde. Kalbinde Cemile sızısı; biliyorsun hiç geçmeyecek. Dünya biz Kürtleri insan yerine koymadı. Dünya devletleri köpek gibi ölmeyi biz Kürtlere reva gördü. Bu çok aÅŸağılayıcı bir durum. Dünyaya gözlerini açıyorsun bir Kürt olarak; ya aÅŸağılayarak sana bakıyorlar ya da ölümü sana reva görüyorlar…

…Yıllar oluyor ki sahipsiz ve tarifsiz acılar çekiyorum. Çığlıklarım statüsüz, sığınmalarım bayraksız, yalvarmalarım korunaksız, sorgulamalarım devletsiz. Dünyanın her yerinde aÄŸrıyan bir yanım var. Yüzyıllardır hayatımızda en çok yer alan kelimeler inkar, yasak, yıkma, yakma, katliam, soykırım, asimilasyon, sürgün, ölüm, suikast, cinayet, savaÅŸ, silah, asitli kuyu, bomba, tank, tüfek, ateÅŸ, kurÅŸun, faili meçhuller, iÅŸkence, zindan, hapis, açlık, korku, susuzluk, hastalık, linç, cumartesi anneleri, tecavüz, kaza kurbanı vs. oldu…

*

Öyle hikayelere ÅŸahit oluyorsun ki sadece içini acıtır. Teyze çocukları olan, kadın ve erkek yirmi yıllık evliler. Birbirlerini severek evleniyorlar. Çocukluk aÅŸkı. YaÅŸları yetiÅŸince ailelerinin onayını alıp evleniyorlar, aÅŸk dolu görkemli bir düÄŸünle. Sonra Almanya’ya geliyorlar. Ä°lk yıllar her ÅŸey yolunda gidiyor. Sonra çocukları olmuyor. Tedavi oluyorlar, yine de çocukları olmuyor. Araya ciddi boÅŸluklar, ölümcül mesafeler girmeye baÅŸlıyor. Buraya daha önceki geliÅŸimde, 2011 yılında onları görmüÅŸtüm; mutluydular. Ä°ÅŸler yolunda gidiyor gözüküyordu. Demek ki öyle deÄŸilmiÅŸ; göründüÄŸü gibi deÄŸilmiÅŸ. Birbirlerinden kopmuÅŸlar, uzaklaÅŸmışlar. Tam da araya boÅŸlukların ve mesafelerin girdiÄŸi dönemde kadın kendisinin ve kocasının bir akrabasına gönül düÅŸürüyor, ikisi arasında yeni bir iliÅŸki baÅŸlıyor. Kadın boÅŸanmadan adamla kaçıyor. Kocasının zoruna giden de bu oluyor: Neden baÅŸkası deÄŸil de yakın akrabamız? Akrabaların yüzüne nasıl bakacağız? Adam kabahat iÅŸlemiÅŸ gibi çok utanıyor, böyle bir olayın parçası olduÄŸu için. Bunu kaldıramıyor bir türlü, kabullenemiyor; bunalıma giriyor. Bu yeni hikayenin baÅŸlangıcı. Bundan sonra ne olur, Allah bilir. Çünkü kadının yaptığı iÅŸ kabul edilir gibi deÄŸil; Almanya’da olsa bizim toplumumuzun tasvip edeceÄŸi cinsten deÄŸil.

*

Urfa Halfetili Mustafa 1989’da Almanya’ya gelmiÅŸ, 1995’te eÅŸi Adile’yi getirmiÅŸ. Üç kız, iki erkek, beÅŸ çocukları var. King Kebap’ı iÅŸletiyorlar birkaç yıldır. Adamın iki yaşındaki torunu Ayaz ile oynaması, onu sevmesi unutulacak gibi deÄŸil; bilmiyorum neden ama o sahne olduÄŸu gibi hafızama kazınmış. Neden acaba? Bir yanda yolun başında olan torun, öte yanda yolun sonunda olan dede. Belki de ben yaÅŸam ve ölüm döngüsünde dedenin “varlık bayrağı”nı torununa verdiÄŸini gördüm.

Adamla oturup çay içtik, çay eÅŸliÄŸinde koyu bir sohbete koyulduk Åžöyle diyor Halfetili Mustafa: “GeldiÄŸime piÅŸmanım ama gelmeyip de ne yapacaktık. Kahveye gitmeye utanırdık, cebimde çay parası olmazdı. Antep’te iÅŸ hayatına atılayım dedim, kolay olmadı. Ben de çareyi buralara gelmekte buldum. Gelirken saçlarım vardı, görüyorsun kelim çıktı.”

34 yıldır buralarda Tek tesellisi çocuklarına iyi bir gelecek sunmakmış. Ä°ki çocuÄŸu öÄŸretmen, biri berber, biri BMW’de çalışıyor, diÄŸeri de üniversite okuyor. Dert yanmaya devam ediyor adam: “Geleceklerini kurtardık ama ruhlarını yitirdik. Aramıza bu ülkenin her ÅŸeyi girdi. Birbirimizden koptuk, uzaklaÅŸtık. Memleketteki gibi birbirimizi sevemiyoruz, birbirimize yakın olamıyoruz. Her kes kendi iÅŸinde gücünde kaybolmuÅŸ gitmiÅŸ. Tek tesellim, torunum Ayaz. Allah’tan o var; onunla oynadığımda, onu sevdiÄŸimde her ÅŸeyi unutuyorum.”

Adam kalkınca karısı karşımdaki masaya geçip oturuyor. Kadın giyip kuÅŸamıyla, konuÅŸmasıyla, yıllardır burada yaÅŸamıyor, memleketten daha dün gelmiÅŸ gibi. Kadın bana çocuklarının dertlerini anlatıyor ve söylüyor: “Kocamın hiçbir ÅŸeyden haberi, ne biliyor ki. Çocuklarımın her ÅŸeylerine yetiÅŸmeye çalışıyorum. Öte yandan da dükkana da bakıyorum. Mustafa’nın hiçbir ÅŸeyden haberi yok; ben olmasam dükkan batar.”

Kadın karşıma oturduÄŸu andan itibaren kocasını karalamaya baÅŸlıyor, bu bana çok itici geliyor. Bir kadın hiç tanımadığı birine, daha ilk dakikalardan itibaren ne diye bilmem kaç yıllık hayat arkadaşını karalamaya baÅŸlar; hiç hoÅŸ deÄŸil. Kadın bana itici geliyor. En sevmediÄŸim karakter tipi. Sonra kadın kalkıp gidiyor, ben de kalkıp gidiyorum bir daha buraya uÄŸramak üzere.

*

…Demem o ki iyi bir roman yazmak her romancıya nasip olmuyor. Kimi ideolojik fikirlerine göre, kimi dini görüÅŸlerine göre, kimi devletine göre, kimi ÅŸahsi menfaatlerine göre, kimi bilmem ne kaygıyla roman yazıyor. Bu kaygılarla yazılan romanlar baÅŸarılı olamaz. Aydınlık ve karanlığıyla, iyi ve kötü taraflarıyla, basit ve zor yönleriyle sadece insanı anlatan ya da merkeze insanı koyan romanlar baÅŸarılı olur. Amaç insanı anlatmak; ideoloji, din, devlet, menfaat vs. birer araçtır, hiçbir zaman romanda amaç ve aracı birbirine karıştırmamak gerekir.

*

Dersimli Göksel’in ilginç bir hikayesi var. Dersimli ama uzun yıllar Ä°zmit’te kaynakçılık yapıyor. Sonra yurtdışına gitmeyi kafasına koyuyor. Kaynak dükkanına sigortasını yaptırıyor, hesabına 15-20 bin tl koyuyor. 10 günlük Schengen vizesine baÅŸ vuruyor ve vize çıkıyor. 2017’de Yunanistan’a gidiyor, geldiÄŸi gün Amsterdam’a biletini kesiyor, üç gün sonra da Amsterdam’a gidiyor. Birkaç yıl Hollanda’da kaldıktan sonra Almanya’ya iltica ediyor. “Neden ülkeyi terk etme gereÄŸi duydun?” diye soruyorum. “Kürt ve Alevi olduÄŸum için; Türkiye’de bu ikisi oldun mu iÅŸin zor, yaÅŸamak zor!”

“Bu senin sonunda Almanya Türkiye’ye iÅŸçi oturum hakkı verecek. Benim mahkemem devam ettiÄŸi için iÅŸçi oturumuna baÅŸvuru yapamıyorum; bu en büyük ÅŸansızlığım. Kanada’ya gideceÄŸime, Almanya’ya geldim; bu da en büyük piÅŸmanlığım.”

“Geri dönmeyi düÅŸünüyor musun?” diye soruyorum.

“Hiç düÅŸünmüyorum!” diye cevap veriyor.

*

YaÄŸmur yağıyor ve ben yine melankoliÄŸim. Refik DurbaÅŸ ile “Rüzgara Adını Yazdım” diyorum. Bu acıyı daha da çetrefilleÅŸtiriyor, katmerleÅŸtiriyor, güçlendiriyor. Adını rüzgara yazdıkça yokluÄŸun bir ahtapot olup varlığımı kolları arasında sıkıştırıyor. Adın rüzgarla gidiyor, ben nefessizliÄŸimle kalakalıyorum. YaÄŸmur efkarımı artırıyor, kapalı hava hüznümü ağırlaÅŸtırıyor. Åžiirin sözleri beni uzaklara savuruyor. Adını kalbimin dipsiz kuyularına bırakıyorum. Adın dipsiz kuyuların sihirli kelimesi olsun, sadece benim bildiÄŸim, benim yazıldığım, benim unutulacağım

*

Dünkü mekandayım. Çayımı içiyorum. Tek başına demli bir çay içmek gibisi yok; ne seni tanıyan var ne de kimse sana ulaÅŸabiliyor. Burada telefon çekmiyor, WÄ°FÄ°’ye baÄŸlanamıyorsun. Dünden beri aklımda Schopenhauer var. Karamsarlığın büyük filozofu. Onun “dünya yaÅŸanmaya deÄŸmez; insan hayatı bir hata olmalı gibi” sözleri can sıkıntısının üzerinde durmak gerektiÄŸini gösteriyor. Schopenhauer iki yüz yıl evvel bu gerçeÄŸi görmüÅŸ. Daha doÄŸrusu katı acımasız Almanlar birkaç yüzyıldır bu gerçekle yaşıyor. Alman gerçeÄŸi: Ya amaçsız biçimde çalışacaksın ya da can sıkıntısında boÄŸulacaksın. Schopenhauer’in sözünün esası yaratıcıyı yitirmeye dayanıyor. Ä°nsan yaratıcıyla olan baÄŸlarını yitirdi mi kendini dünyaya fırlatılmış hissediyor. Amaçsız bir fırlatış ya da düÅŸüÅŸ. Gözlerini açtın, ayaÄŸa kalkıyorsun. Önünde iki yol var Alman toprağında: Ya çalışmak yaratılış sebeplerini körelterek, zamanla yaratıcıyı unutarak ya da bir kenarda onulmaz can sıkıntısının içinde ölümünü beklemek. BaÅŸta Hegel olmak üzere büyük Alman filozofları Tanrıyı soyutlaÅŸtırıp (mutlak geist) etkisiz hale getirdiler. Burada sadece içi boÅŸ, çok uzak, olabildiÄŸince soyut ve pasif bir Tanrı fikri var. Bu Tanrı fikri ile insanlar hiçbir ÅŸekilde var olan gerçeklerden hareketle hakikati aramıyorlar. Büyük idealist Alman filozofların suçu büyük diyeceÄŸiz ama belki de toplum böyle istemiÅŸtir. Nietzsche son darbeyi indirdi kilisenin kullanmaya çalıştığı, idealist Alman filozoflarının soyutlaÅŸtırdığı Tanrı fikrine. “Tanrı öldü!” dedi. Tanrıyı öldürdünüz ama insanı yaÅŸatacak hiçbir ÅŸey koymadınız onun yerine.  Sadece çalışmak, o da kazandığının sana kalıp kalmayacağını bilmeden. Çalışma ihtiyacın yoksa, Schopenhauer gibi miras kalmışsa sana bu sefer can sıkıntısı Tanrısının acımasız kolları arasında ölümü bekleyeceksin. Bu can sıkıntısına dayanamayıp intihar edenler de çok. Buraya geldiÄŸimden beri büyük yalnızlığım içinde kendimi Allah’a öyle yakın hissediyorum ki tarifi imkansız. Bir secdeyle dahi Allah’ı tevhidin doruk noktasına temas ediyorsun; çünkü çevrendekilerin çoÄŸu Allah’ı hiç bilmiyor, makine gibi çalışıyorlar, karıncalar gibi dolanıyorlar. Almanlar karınca insanlar. Dışarıdan gelenler de onlar gibi olmuÅŸ, onlara ayak uydurmuÅŸlar. Ha bire çalışıyorlar, bir kenarda saklıyorlar birikimlerini. Ama yaratıcıyı düÅŸünmek yok. Allah’a dönüÅŸ yok. Allah’a bir daha iman ediyorum. Ondan geldik ve Ona döneceÄŸiz. Ben karınca insan deÄŸilim, karınca insan olmaya da niyetim yok; ben, kul insanım ve kul insan olarak da kalmaya devam edeceÄŸim inÅŸallah.

*

Tramvaydayım; insanların yüzlerine dikkatle bakıyorum, yüzlerinde onların hikayelerini görmeye, okumaya çalışıyorum. Uçan kaçan görüntüler, enstantaneler, parçala, kesitler, kırıntılar; bir ÅŸey elde edemiyorum. Oysa hepsinin ayrı bir dünyası var. Dünyalarında bir baÅŸlarına yaşıyorlar; kah öbürlerine çok yaklaÅŸarak kah öbürlerinden çok uzaklaÅŸarak. Özel dünyaları ile yüzlerinde kaybolmuÅŸ hikayeleri arasında bir baÄŸlantı kuramıyorum. Bu benim kusurum mu yoksa onların eksikliÄŸi mi? Bunun cevabını hiç kimse veremez; kurgudaki kalacak.

Yanımdaki adam düÅŸünüyor, elinde bir içecek, sırtında sırt çantası. Ama yönü yok. Demek ki özel dünyalar ile yüzlerdeki hikayeleri birbirine baÄŸlayan yönmüÅŸ, istikametmiÅŸ. Ä°nsanın yönünün olup olmaması özel dünyalar ile yüzdeki hikayeyi birbirine baÄŸlıyormuÅŸ, en azından arada biraz alışkanlık saÄŸlıyormuÅŸ. Yönü olanlar (nereden gelip nereye gittiÄŸini sorgulayanlar) özel dünyalarındaki hikayeleri yüzlerine sirayet ediyormuÅŸ; yönü olmayanlar özel dünyaları ile yüzlerindeki hikayeleri arasında kaybolup gidiyormuÅŸ. Tanrım, ne kadar çok kayıp var!

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır