2014-15 yıllarında büyük umutlarla başlatılan Çözüm Süreci’ne benzer bir sürecin yeniden sahneye konulduğu anlaşılıyor. Avukatlarıyla 27 Temmuz 2011 tarihinden, ailesiyle de 11 Eylül 2016 tarihinden bu yana görüşmesine izin verilmeyen ve ne yaptığını bilmediğimiz Abdullah Öcalan’ın yeniden aktif bir rol aldığı yazılıp konuşuluyor.
Devlet Bahçeli’nin DEM milletvekilleriyle tokalaşma seremonisinden bir süre önce Abdullah Öcalan’ın on-line üzerinden Kandil ve Rojawa (Mazlum Kobani) ile görüştüğü iddia ediliyor.
DEM’in organize ettiği ve milletvekillerinin TBMM kürsüsünden defalarca dile getirdikleri Tecrit uygulamalarına yönelik demokratik tepkilerin hangi amaçla ortaya konulduğu da yavaş yavaş açığa çıkıyor.
Devlet aklının sahneye koyduğu bir stratejinin gereği mi yoksa Abdullah Öcalan’ın bu süreçte ihtiyaç duyduğu desteği vermek için miydi? Doğrusu bu konuda bilgiye dayalı bir fikir ileri sürmek benim için mümkün değildir.
Benzer birçok soru sorulabilir ancak en kolay cevap; anladığım kadarıyla DEM de durumdan vazife çıkararak kendisine biçilen rolü oynuyordu ve oynamaya da devam edecek.
Hiç kuşkusuz DEM’in, Kürt Sorununun da PKK sorununun da muhatabı olmadığını Devlet Bahçeli’nin milletvekilleriyle tokalaşmadan sonra yaptığı şu açıklamayla bir kez daha teyit edilmiş oldu:
“Ya siyaset ya terör, ortası yoktur. Türkiye’ye getirilirken ‘Her türlü hizmete hazırım’ diyen terörist başı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin.”
--
Nihayet, 22 Ekim 2024 günü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, arka kapılarda yapılan mutabakatı ve çizilen yol haritasını tarihi ve çok önemli bir çağrı olarak dile getirdi:
"Terörist başı gelsin TBMM'de DEM Parti grubunda konuşsun, terörün tamamen bittiğini, örgütün lağvedildiğini haykırsın.”
Bu açıklamadan Kürtlerin ders çıkarıp çıkarmayacağını zaman gösterecektir ancak Bahçeli’nin çağrısı da gösteriyor ki başından itibaren Türkiye, bütün hesaplarını ve oyunu Abdullah Öcalan üzerinden kurmuştur. 1990 yılında kurulan Halkın Emek Partisi (HEP) ile başlayıp DEM Partisi ile devam eden siyasi geleneğin, devamlı olarak Öcalan’ı gündemde tutması ve Kürt Sorununun Çözüm Adresi ve Muhatabı olarak Öcalan’ı işaret etmesi de aynı hesap ve oyunun gereği olduğu ortaya çıkmıştır.
CB Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçelinin, Yeni Çözüm Süreci ile Kürt Sorununu çözmeyi değil, Bölgesel bir ittifak projesini hayata geçirmek istedikleri iddia edilebilir. CHP ve DEM’in de bu projede rol aldıklarını söylem ve politikalarından çıkarmak mümkündür.
ABD ve İsrail ittifakında yer alan Türkiye, ABD’nin dayattığı dördüncü bir müttefik olarak “Bağımsız Kürdistan” yerine, uluslararası statüsü olmayan ve PKK’nin egemen olduğu Rojawa (Suriye) Kürtleriyle Öcalan üzerinden bir ittifak arayışında olduğu söylenebilir. Çünkü hem PKK hem de YPG Kürdistan karşıtı örgütlerdir.
PKK’nin lider kadrosundan Mustafa Karasu’nun da açıkladığı PKK’nin şu tezi de ittifak için yeterli bir nedendir:
“Devletlerin sorunları çözmediği, hatta daha da ağırlaştırdığı Ortadoğu’da, halkların daha fazla devrede olacağı bir döneme girilecektir.”
Bu açıklamanın, Türkiye Hükümeti’nin yeni “Açılım Süreci“ politikalarıyla uyumlu olması göz ardı edilemez. Hem PKK hem de YPG‘nin Kürdistan seçimlerinde KDP’ye karşı Bağımsız Kürdistan karşıtı YNK’yi desteklemesi de bu politikaların gereğidir.
CB Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin, Irak ve Suriye’nin bölünme ihtimaline karşı PKK ile ittifak kurarak ABD desteği ile ortaya çıkacak muhtemel Bağımsız Kürdistan devletini önlemeye yönelik bir hamle yaptıkları çok açıktır. Başarıp başaramayacaklarını bilmiyorum ancak burada belirleyici olan hiç kuşkusuz ABD’dir.
DEM’in ve bazı yazar ve entelektüellerin süreci “PKK Açılımı” değil de “Kürt Açılımı” olarak tanımlayarak Öcalan’ı muhatap göstermesi ise “siyasi bir mühendislik” strateji olarak Kürt halkının PKK çemberinde kalmasını ve Kürt kamuoyunun “açılım” projesine desteğini PKK üzerinden sağlamak amacıyladır.
Onlar da biliyor ki ortada “Kürt Açılımı” yok, Kürt meselesini çözmeye yönelik bir niyet ve adım da yok.
--
Türkiye’nin Bölge politikalarında PKK/YPG ile bir ittifak kurmasını ülkemizin ve Kürtlerin yararına olmadığına inanıyorum. Bu nedenle de doğru bulmuyorum ve desteklemiyorum.
Ancak silahlı mücadelenin sona ermesini, Öcalan dahil KHK ve OHAL mağdurlarını da kapsayacak siyasi tutukluların tamamının özgür kalmasını sağlayacak bir Açılımı doğru buluyorum ve destekliyorum.
PKK’nin varlığı sadece Türkiye’ye değil, Bölge ve dünya Kürt’lerine de hem silahlı mücadelesiyle hem de hayalperest çağdışı ideolojisiyle zarar vermektedir.
Bizler de silahlı mücadelenin artık son bulmasını ve Bölgemizin OHAL’den Olağan hale dönmesini istiyoruz. Dağlarımız bombalanmasın, operasyonlar olmasın, insanlarımız artık ölmesin istiyoruz. Bunlar da ancak barışla mümkündür.
Barış için duyarsız ve tepkisiz kalmaya devam edersek savaş oyunlarından ve savaş yanlılarının hile ve tuzaklarından kurtulmamız mümkün olmayacaktır.
Şunu da belirtmeliyim ki barış; yalnız söylemlerle değil, şiddeti, savaşı, terörü, ayırımcılığı, ırkçılığı reddederek gerçekleşir ve hukuk güvencesiyle kalıcı hale gelir.
Umarım yeni sürecin hedefinde gerçekten “BARIŞ” vardır. Yeni bir “SAVAŞ” endişesi taşıdığımı da belirtmeliyim.
--
Kürt meselesini gelince, ırkçılık-ümmetçilik ve dinbazlıkla harmanlanmış bir iktidar zihniyetiyle Kürt Açılımı’nı veya Kürt Sorunu’nun çözümünü mümkün görmüyorum. Bu konudaki iddialar hamaset ve aldatmaktan ibarettir. Kürtlerin haklı taleplerini dahi Terör torbasına koyan bir anlayışın inandırıcılığı olmaz.
Devlet Bahçeli’nin açıklamalarından anlıyoruz ki yeni sürecin hedefi Kürt sorunun çözümü değil PKK’nin değişerek Öcalan önderliğinde yeni sürece dahil edilmesidir.
Ayrıca Kürt halkı, ümmetçilik ve sosyalizm gibi 20. Yüzyılın tedavülden kalkmış ve çözüm olması mümkün olmayan ideolojilerin ve silahlı örgütlerin kuşatmasından kurtulmadıkça hak ve özgürlüklerini elde etmesi söz konusu olamaz.
Öncelikle radikal ideolojilerle, silah ve şiddet ile özgürlüklerin elde edilemeyeceğine inanmak gerekir. Yine terörde sınır tanımayan küresel ve bölgesel güçlere karşı silahlı mücadelenin zamanın ruhuna da akla ve mantığa da aykırı olduğunu kabul etmek durumundayız.
İsrail vahşetinden ders çıkarmayacak mıyız?
Aynı vahşeti, bölge devletlerinin de uygulamayacağından nasıl emin olabiliriz?
İnsanımızın hayatı, örgütlere ve ideolojilere feda edilecek kadar değersiz mi?
Bemehal Kürtlerin, kendilerine cehennem yolunu hazırlayan her türlü ideolojiden, şiddet ve silahlı unsurlardan uzak durması ve sivil-siyasi ve demokratik mücadele yöntemlerini geliştirmeleri gerekir.
Misafir