26 Nisan 2024


Almanya’da tarihi değişim rüzgarı esiyor



Haluk ÖZDALGA

A- A+

Avrupa’nın ekonomik motoru Almanya 26 Eylül’de, bazı gözlemcilerin deyişiyle “yüzyılın en önemli seçimine” gidiyor. Muhafazakarların kalesi Merkel’in Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) yarışı en önde bitiremeyebilir. Ama bu kez rakip sosyal demokrat SPD değil, Yeşiller (B90-Die Grünen).

Eylül seçimleri tüm Avrupa’yı hatta küresel siyaseti etkileyecek sonuçlar doğurabilir.

Almanya’da partiler isterse, seçimden önce başbakan adayını açıklıyor ve o isim genel başkan olmayabilir. Mart başında, Yeşiller iki eş başkandan Annalena Baerbock’u başbakan adayı gösterebilir ve seçimlerde sürpriz yapabilir diye yazmıştık.

O günlerde CDU %27, Yeşiller %21 idi. Baerbock’un başbakan adayı olduğu açıklandı, Yeşillerin oyu %25’e tırmandı, oyu düşen CDU’nun bir puan önünde en başa oturdular. Şu ara dünya medyasında bol haber ve Baerbock fotoğrafı çıkıyor.

Son anketlerde Sosyal demokrat SPD %15, liberal FDP %12, aşırı sağcı AfD %11, sol parti Linke %7 görünüyor. Bu sonuçları, güvenilir tüm anketlerin ortalamasını günlük olarak yayınlayan Politico’dan alıyorum. İsteyenler buradan, son bir yılda Merkel’in partisi CDU’nun %15 oyu nasıl eridi veya Yeşiller üçüncü sıradan gelip önce SPD sonra CDU’yu sollayıp nasıl birinciliğe yerleşti, ilginç oy grafiğini inceleyebilir.

Seçimlere daha dört ay var, henüz hiçbir şey kesin değil ve dengeler elbet değişebilir. Ancak şimdi en güçlü olasılık, başbakanlığı bırakacak Merkel’den görevi bir başka ama hayli farklı bir kadının devralması. Baerbock liderliğinde sosyal demokratlar ve liberaller rahatça hükümet kurabiliyor.

Bir Alman generalin benzetmesiyle Merkel bir nükleer santral gibiydi; durmaksızın çalışıyor, çalışıyor, çalışıyordu. Ayrıca dürüst, mütevazı yaşam sürdüren, ılımlı, sözüne güvenilir bir politikacı.

Devamlı kullandığı siyah pantolon, üstüne giyiverdiği uzun ve hemen her renkteki tek model ceket sanki tevazu, verimli çalışma ve zamandan tasarruf arayışlarına bulduğu çözüm gibiydi. Seçmenin beğenisini toplayan bu nitelikleriyle Merkel 16 yıl Almanya başbakanlığını sürdürdü.

Ama vizyoner bir lider değildi. Kritik dönemeçlerde cesur kararlar almak yerine, genellikle çevresindeki görüşlerin aritmetik ortalamasına göre hareket etti.  

Merkel’in belki en ataletsiz hali, dünyanın güçlü bir AB’ye en çok ihtiyacı olduğu sırada Brexit’in önünü kesmek yerine hareketsiz kalırken görüldü. Brexit referandumu öncesi müzakerelerde, İngilizlerin AB kurallarının esnetilmesi talepleri büyük ölçüde karşılanabilirdi. Ama Merkel, daha çok Fransızların savunduğu basmakalıp “AB’de alakart menü olmaz” sloganının peşine takıldı. Halbuki fiks menü, birbirinden farklı 30 küsur ülkenin yer aldığı yapıda işe yaramayan bir reçetedir; AB’nin ihtiyacı tam da alakart menüdür. İlgilenmek isteyenlere Die Zeit editörlerinden Jochen Bittner’in nefis yorumunu öneririm.

Çin, Rusya, Türkiye dahil yükselen otoriter rejimler karşısında Merkel en hafif deyimle ikircikli davrandı; sık sık ödün verip alttan aldı (appeasement), bazen iki yüzlülük sınırlarında dolaştı. Rusya’nın Kırım ve doğu Ukrayna’ya askeri yoldan el koymasına rağmen, Kuzey Akım 2 boru hattı projesine devam etti.

1200 km uzunluğundaki Kuzey Akım 2, Sibirya doğalgazını Baltık Denizi altından doğrudan Almanya’ya taşıyacak, Ukrayna ve Polonya’yı devre dışı bırakacak. Bu herhangi bir hat değil; taşıyacağı enerji yılda 560 milyar kwh (Twh), yani Türkiye’nin 2020’deki toplam enerji tüketiminin iki katından fazla.

Bir Rus yorumcunun “Putin’in en büyük siyasi rakibi” dediği Aleksei Navalny’nin önce zehirlenmesi sonra Sibirya’da hapse atılmasına rağmen, Merkel projeden vazgeçmedi.

Türkiye dahil dünyanın pek çok köşesinde otoriter rejim yandaşları, Batı’nın demokrasi ve hukuk devleti söyleminin sadece bir göz boyamaca, işin esasının Batı’nın çıkarları olduğunu ileri sürer. Bu iddiayı kanıtlamak için en sık kullanılan örneklerden biri Kuzey Akım 2 projesidir.

Radikal gençlerin nükleer santraller karşıtlığı ve değişik çevreci taleplerle başlattığı Yeşiller, şimdi Almanya’nın en yenilikçi ve değişimci partisi. Hem güçlü kurumsal işleyişe sahip bir parti inşa etmeyi, hem çevre duyarlılığını güçlü Alman sanayisiyle uzlaştırmayı başardılar. Hıristiyan Demokratların yetersiz kaldığı alanlarda net duruşları var. Halen Almanya’nın 16 eyaletinin 11’inde hükümet ortağı olarak iktidardalar.

Talepleri artık çevrecilikle sınırlı değil. Dönüşümcü programları ekonominin modernleşmesi, dijitalleşmenin hızlandırılması, karbonsuz ekonomi, hukuk devleti ve insan haklarının ciddiye alınması, yükselen otoriter rejimlere net tavır koyulması gibi başlıkları kapsıyor.

Amerika ve Çin arasındaki teknolojik rekabetin sonuçlarından biri, Almanya’nın Mercedes ve BMW gibi mükemmel makineler satarak ekonomik ağırlığını sürdürmekte zorlanması olabilir. O nedenle ekonominin hızla modernleşmesi ve dijitalleşmesini istiyorlar.

Tüm partiler arasında dış politikada en net ve iddialı duruşa Yeşiller sahip. Zihin karışıklığı içindeki sosyal demokratlardan farklı olarak, küresel gelişmeleri keskin bir gözle izliyor, tavır almaktan çekinmiyorlar.

ABD, NATO ve AB’yle güçlü işbirliğinden yanalar. Başta Çin ve Rusya, otoriter rejimlere karşı sert tavır alınmasını istiyorlar. Ekonomik çıkarlar ve insan hakları arasında, ikincisinin ağırlığının arttığı bir karışım öneriyorlar. Kuzey Akım 2’yi sert şekilde karşılar. Gerekçeleri sadece projenin çevre riskleri değil, Avrupa’nın jeopolitik çıkarlarına aykırı olması. Çin’le yapılan ekonomik anlaşmaları eleştiriyorlar.

Yeşillerin başbakan adayı 41 yaşındaki Baerbock, İngiltere’de London School of Economics’de uluslararası hukuk ve insan hakları hukuku eğitimi yaptı. Son haftalarda Alman TV kanallarının en popüler misafirlerinden biri olan Baerbock karizmatik bir siyasetçi. Pragmatik, kararlı, özgüveni yüksek ve mücadeleye hazır bir görüntü çiziyor.

En büyük eksiği hiç hükümet deneyimine sahip olmaması. Ama o soruyu sözü hiç dolandırmadan karşılıyor: Evet, hiç hükümet tecrübem yok. Ama 16 yıl aynı parti iktidarından sonra, Almanya’nın yeni şeylere ihtiyacı var.

Şans da Baerbock’dan yana. Alman seçmenin büyük kısmı kovid aşısı temini iyi yönetilmedi diye düşünüyor (ama aşı olanların oranı Türkiye’nin iki katı). Üstelik iktidar partisinden iki politikacının kovid’le mücadele malzemesi alımında ceplerini doldurduğu ortaya çıktı.

Ocak’ta yapılan CDU parti başkanlığı seçimini az farkla Merkel’in desteklediği Armin Laschet kazanmıştı. Almanya’nın en büyük eyaleti Kuzey Ren Vestfalya’da 2017’den beri hükümet başkanı olan Laschet, Merkel’in silik bir karbon kopyası gibi.

Laschet, geçen ay partinin başbakan adayı gösterildi. Ama CDU’nun Bavyera’daki kardeş partisi CSU lideri Markus Söder de aday olmak istiyordu. Daha karizmatik ve anketlere göre hem parti içinde hem seçmen nezdinde Laschet’in iki katı fazla desteğe sahipti. Ama parti merkezindeki ağır toplar Laschet’i tercih etti, CDU oyları belli bir kırılma yaşadı.

Buna karşılık Baerbock’un kendi partisi içinde çekişme yok, desteği tam. Başbakanlık yarışında tek kadın. Adaylığı açıklandığından beri CDU ve SPD’nin oyu düşüyor, Yeşiller yükseliyor.

Almanya Avrupa’nın sadece ekonomik motoru değil, gerçek siyasi lideri. Berlin’de yeni bir ses ve nefes tüm Avrupa’yı etkiler. Yeşiller, demokrasi ve hukuk devleti arkasında güçlü bir duruş sergilerse, Soğuk Savaş döneminde Willy Brandt ve Olof Palme gibi tarihi sosyal demokrat liderlerin yürüttüğü aktif dünya politikasının yeni mirasçısı olabilirler.

Yeşiller ABD’yle sıkı bir işbirliği istiyor. İktidara gelirlerse, büyük olasılıkla daha güçlü ve uyumlu bir ABD-Almanya işbirliği göreceğiz. Başkan Biden’in ifade ettiği demokrasi ve otoriter rejimler arasındaki mücadele, demokrasi lehine ciddi bir yeni ağırlık kazanacak.

AKP iktidarı son aylarda sürekli NATO, ABD ve AB’ye sıcak mesajlar gönderiyor, geleceğini onlarla beraber gördüğünü vurguluyor. Ama o mesajlar inandırıcılıktan yoksun. Demokrasi ve hukuk devletiyle bağdaşmayan yönetim ve hukuksuz uygulamalar aynı hızla devam ediyor.

AKP, Batılı çevrelere değişiyormuş gibi görünerek zaman ve zemin kazanmaya çalışıyor.

Berlin’de yeni bir iktidar işbaşına gelirse, AKP’nin oyalama ve zaman kazanma taktiği daha az işe yarayacak. Demokrasi ve otoriter rejim arasında tercih yapmak mecburiyetini daha çok hissedecek.

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır