15 Mayıs 2024


Hayata Sirayet Eden Kelimelerin Büyüsü



Serhat ŞABAB

A- A+

“Kimliğimizi isimler değil, kurduğumuz cümleler belirlemez mi zaten; zengin, mahkûm, suçlu ve masum… her şey olabilirsiniz.” Kurduğu cümleler nedeniyle kovanından ırak düşen arı misali başka bir diyarda yaşam arayan roman karakteri Gazeteci Aslı’nın, hayat hikayesine dair kaleme alınan ön sözden alıntıladım bu cümleyi…

Okur okumaz bir tokat gibi sineme inen bu cümlelerin sahibinin kimliği de olsa olsa; “suçlu ilan edilen bir başka masumdur” dedim içimden, o kadar derinden söyledim ki bunu, benden başka kimse de bilsin istemedim, benim de kimliğimi suç ile bulaştırmalarından korktum çünkü…

Şu zamana kadar muhakkak sizler de çok afili laflar işitmişsinizdir ancak o cümlelere ışıltı katan, sahibinin dili değil, yüreği oluyor her zaman… Hissedilmeyen hiçbir duygu karşıda makes bulmuyor, anlam dünyasında karşılık görmüyor sahiden… Kurduğu cümleler yüzünden ‘sakıncalı’ ilan edilen bir gazetecinin hayat hikayesine dair ifade edilen bu cümle de içinde barındırdığı acı tecrübe dolayısıyla beni oldukça etkiledi…

Umarım bir gün bu topraklarda açan çiçekler, bütün farklılıklarına rağmen bir arada yağmurun güzelliğine kavuşup, gökkuşağın altında baharı güzellikle selamlar… Umarım; merhamet ve sevgi dolu gübrelerle beslenir Yaseminler; Sümbüller ve de Nergisler…   

Sözün tesirinden bahsetmişken, ifade edildiğinde kalbimde karşılık bulan bir başka cümlenin hikayesinden bahsetmek isterim…

Hayatım boyunca çok kişiden helal ile haramı işitip, hakkın ve hukukun önemine dair nasihatleri dinledim ancak hiçbirinin cümleleri bende; neşesiyle, bilgi-birikimiyle ve en önemlisi içtenliğiyle sarıp sarmalayan Nilgün hocamın sözleri kadar tesir etmedi…

21. Yüzyıl Yetkinlikleri kapsamında bir yıllık süre zarfında; Etkili İletişimden Kriz Yönetimine, Analitik Düşünme Becerilerinden Lider İletişimine kadar çok önemli konu başlıklarını kapsayan özel bir eğitim programına kabul almıştım. Heyecanla katıldığım programın birinde değerli eğitmenim, iş yerindeki mesai saatlerine dair hassasiyetin ahlaki bir değer olduğunu ifade etti ve ekledi: “Çocuklar bu hususta eşime de çok kızardım, kahvaltılığını alıp ofiste mesai vaktinde atıştırıyordu, artık o da bu hususa çok dikkat ediyor tabi ki…(muzip bir gülümseme)” “Lütfen bu hususta çok özenli olun, bu tutum sizin kendinize verdiğiniz değerin bir göstergesidir” dediği anda gözlerim doldu…

O esnada gözlerimde oluşan yaşların sebebini tam olarak anlayamamış ve kalbimin neden bu kadar titrediğini merak etmiş ve içimden “samimi bir insan olduğu için sözünün değerini hissetim herhalde” demiştim…

Aslında bu sözü işitmeden aylar evvel Nilgün hocayı ilk gördüğümde, “çok garip biri :) ama ondan öğrenecek çok şeyim var” demiştim ve onu tanıdıkça ne kadar güzel bir insan; anne ve hoca olduğuna da kanaat getirdiğim hocamla daha çok vakit geçirmek istiyor ancak çok az fırsat buluyordum…

Bir defasında Nilgün hocam ile sırf baş başa sohbet etme imkânı yakalamak adına 9.00’da başlayacak ders için yarım saat evvel gitmiş ve içimden “bu sefer ben erken geldim” derken, Nilgün hocamın sunumunu açtığını ve neşeli müzikleriyle bütün Etiler’in dahi frekansını neşesiyle çoktan değiştirdiğini gördüğümde anladım, o gün mesai hukukuna dair kurduğu cümlelerden sonra gözlerimin neden buğulandığını…

Söyleyenin hayatına sirayet eden cümleler… Ah ne özel yaşamda karşılık bulan sihirli kelimeler….

Harfleri yan yana dizip, sözcükleri sese dönüştürmek hakikaten oldukça kolay ancak kalplere dokunmak bambaşka bir mesele…

Komşuluk ilişkilerimiz; akrabalık bağlarımız ve muhabbetlerimizin bu denli yarım yamalak olmasının sebebi de kalplere dokunmayan sözlerimiz mi acaba?

Yoksa bedenlerimiz ruhumuzdan hızlı gittiğinden mi, gönülden kelam edemiyoruz?  

Yahut gürültü şehirlerimize gecenin kasveti hiç çökmediğinden, ölümü ve sabahın ilk ışıklarında yaşamın her gün yeniden bahşedildiğini idrak edemediğimizden mi?

Ya da inandığını söyleyemeyen, ezbere kelam eden bir toplum olduğumuzdan mı?

Bu soruların hepsi de bir yanıt olabilir muhakkak…

Belki bizler de çokça yürüdüğümüzde bir ağacın altına oturup soluklanmalı ve ne bekliyorsun diyenlere, tıpkı eskilerin ifade ettiği gibi: “Bedenim hızlandı, ruhum geride kaldı. Yetişmesini bekliyorum” demeliyiz…

İhtimal ki o zaman dilimizden çıkan kelama, ruhumuz da eşlik eder ve işte o gün kalplerin fısıltısı konuşmaya başlar…  

 

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır