20 Nisan 2024


Yoksulluk Kader Değildir!



Abdulbaki ERDOĞMUŞ

A- A+

Ülkemizde yıllardır fakir-fukara, garip-guraba ve yoksulluk istismarı yapılmaktadır. Adalet iddiasıyla iktidar olanların yönetiminde de ne yazık ki adil ve onurlu bir çözüm bulmak yerine, insanlık onurunu rencide eden bir yöntemle Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı marifetiyle 100-200 TL nakit veya yağ-şeker-makarna gibi gıda maddeleri dağıtılmaya devam edilmektedir.

Bu yardımlardan yararlanmak için yüzlerce insanın sıraya girerek oluşturduğu kuyruklar ise onur kırıcı olarak can yakıcı acılar vermektedir.

Çünkü yoksulluk, fukaralık bu insanların kaderi değildir, eşitsizlik ve adaletsizlik sonucudur!

Bu inanların yoksul kalmasının nedenlerinden biri; kamu imkânlarının zenginlere kullanılması ve servetin bir azınlığın elinde toplanmasıdır. Başka bir nedeni de vatandaşa uygulanan ayırımcı politikalar, eşitsizlik ve adaletsizliklerdir.

Eşitsizlik ve adaletsizlik yoksulluktan çok daha tehlikelidir. Zenginliği, servet ve sermaye edinmeyi sağlayan eşitsizlik ve adaletsiz uygulamalar kitlesel yoksullaşmaya yol açacağı gibi zengin ile yoksul arasında sadece bir sorun oluşturmakla kalmaz, bütün toplumu içeriden çürütür ve bütün değerler de aşınır.

New York Üniversitesi profesörlerinden Tony Judt (1948-2010), yönetim yetersizliğinin neden olacağı sorunlara şöyle dikkat çekmektedir:

“Yoksulluk, yoksullar için bile, bir soyutlamadır. Fakat toplu yoksullaşmanın belirtileri dört bir tarafımızı sarmış durumda. Bozuk otoyollar, iflas etmiş şehirler, çöken köprüler, başarısız okullar, işsiz, düşük ücretliler ve sigortasızlar: Hepsi ortaklaşa bir irade yetersizliğinin işaretleridir. Bu yetersizlikler öylesine yaygın hale gelmiştir ki, yanlışı düzeltmeye başlamak şöyle dursun, neyin yanlış olduğunu konuşmayı bile unutmuş durumdayız. Ancak ters giden bir şeyler olduğu kesin. ..” (Kötülük Kol Gezerken,Tony Judt, sh:20, Yapı Kredi Yayınları)

Ülkemizde de ters giden o kadar çok şey ve aşınan o kadar çok değer var ki nereden başlayacağımızı ve hangisini konuşacağımızı dahi bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey; giderek yoksullaşan ve çürümekte olan bir topluma dönüştük.

Oliver Goldsmith’in tanımıyla: “Kötülük kol geziyor, hızla kıskacına alıyor. Servetin biriktiği yerde insan çürüyor.”

Başta yoksulluk olmak üzere sosyal sorunların çözülmediği, eşit koşullarda eğitim ve sağlık hizmetlerinin alınmadığı bir toplumda karşılıklı güvensizliğin de giderek artacağı ve toplumsal barışın tehlikeye gireceği açıktır.

Nüfusun büyük çoğunluğunun yoksul, çok azının zengin olduğu ülkelerde toplumsal sorunlar da büyüyerek artacaktır. Bu kesimler arasında makas açıldıkça ve uçurum genişledikçe toplumsal sorunlar da derinleşir, uzun süre çözümsüz kalması durumunda da kaos ve istikrarsızlığa neden olur.

Bir ülkenin zengin olması veya GSMH’nın yüksek olması toplumsal refahı göstermek için yeterli değildir. Refahın ölçüsü; zengin ile fakir arasında bir uçurumun olmamasıyla belirlenir. Herkesin temel ihtiyaçlarının karşılandığı, yaşam standardının yükseldiği, ortak yaşam koşullarının oluştuğu, adaletsizlik ve eşitsizlik kaygısının ortadan kalktığı bir toplumsal yapıda ancak barış ve güvenden söz edilebilir.

Türkiye’de olduğu gibi kitlesel yoksulluğun olduğu bir ülkede eşitlik ve adaletten söz edilemez. Ülkenin kaynakları birkaç iş adamına peşkeş çekilerek zengin çok daha zenginleşirken yoksul yaşamdan kopmaktadır. Aradaki derin uçurum nedeniyle de yaşam standartları kıyaslanamaz derecede farklılık göstermektedir.

Eğitimden sağlığa, sosyal faaliyetlerden sportif faaliyetlere, yerleşim alanlarının farklı olmasından Kamu imkânlarından yararlanmaya kadar hayatın her alanında bir ayırım, standart farkı, ezen-ezilen görüntüsü kendisini göstermektedir.

Sosyal yardımlar; yoksulluk, fakirlik ve işsizliğin çözümü için değil, geçici önlemler için geliştirilen yöntemlerdir. Yoksulluğu, fukaralığı ve işsizliği ortadan kaldırmak bir devletin olmazsa olmaz sorumluluklarındandır. İktidarların başlıca görevlerindendir.

Bu sorumluluk, iktidarların “himmet” yöntemiyle toplanan yardımları dağıtmakla yerine getirilemez. Hem bu yöntemle ihtiyaç sahiplerinin açıkça aşağılandığı da ortadadır.

Sosyal yardım adı altında iktidarların, siyasi partilerin ve politikacıların yaygın olarak başvurduğu para, eşya (buzdolabı, çamaşır makinası, giyim malzemesi vs) ve gıda (makarna, bulgur, pirinç, yağ, zeytin vs) dağıtımı utanç verici boyutlardadır.

Devlet eliyle yapılan sosyal yardımlardaki usulsüzlük, yolsuzluk, kayırmacılık, yandaşlık ve istismar boyutlarını bir tarafa bırakıyorum. Yoksulu, fakiri, ihtiyaç sahiplerini aşağılayan bir uygulama biçimi olduğu kadar İnsanlık onurunu da rencide eden bir durumdur. Bu yardımlarla övünmek veya övülmek de her onurlu insanı rencide etmektedir.

1930’lu yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işsizlere yönelik yapılmış benzer uygulamaları “onur kırıcı” olarak nitelendiren Malcolim X, anılarında şöyle söz etmektedir:

“Aylık Sosyal Yardım çekinin gelmesi (görevlilerin) ellerine bakardı. Sanki bizim sahibimizmiş gibi davranırlardı. Annem ne kadar istese de onları eve almadan edemezdi… Madem devlet bize et, çuvallarla patates ve türlü konserveler vermek istiyordu, annemiz bunları almaktan nefret ediyordu, anlayamazdık. Sonradan annemin hem kendi gururunu hem de bizimkini korumak için ümitsizce çabaladığını anladım. Elimizde yalnızca gururumuz kalmıştı, çünkü 1934 yılında hakikaten sürünmeye başladık.”

Bugün ülkemizde uygulanmakta olan sosyal yardım politikalarının ve fakir-fukara edebiyatının onur kırıcı olduğunu ve bu nedenle söz konusu politikalardan vazgeçerek yoksul insanlarımızın saygınlığını, itibar ve onurlarını koruyacak yeni sosyal politikaların geliştirmesi gerektiğine inanıyorum.

Aşağılanmak, rencide edilmek ‘kader’ olmadığı gibi yoksulluk da ‘kader’ değildir.!

Kader olunca, yoksullar hep yoksul kalmaya devam edecektir. Nitelikli, sağlıklı, güvenli bir yaşamdan hep uzak kalacaklardır.

Zenginler ise seçilmiş mahallelerde, yalı ve konaklarda, iyi koşullarda ayrıcalıklı olarak yaşıyor olacaklardır. Bundan kaynaklı eşitsizliğin ve adaletsizliklerin nasıl bir kırılma, travma ve mutsuzluk oluşturduğu ve can yakıcı bir rol oynadığı tahmin dahi edilemez!

Adam Smith:

“Mensuplarının büyük kısmı, fakir ve sefil olan hiçbir cemiyetin zengin ve mutlu olamayacağına şüphe yoktur.” 

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır