19 Nisan 2024


Tezgâha Gelmeyelim



Abdulbaki ERDOĞMUŞ

A- A+

Ülkemizde yaşanan ekonomik ve siyasal krizlerin çoğu, mühendislik projeleri olarak sahneye konulmuş senaryolar olduğunu düşünüyorum. Suni gündemler ve oluşturulan algılarla toplum çok kolay yönlendirilmekte, kutuplaştırılmakta ve ayrıştırılmaktadır.

Liderlerin, devletin ve kurumların kutsandığı hiçbir ülkede ‘insan’ öncelikli değildir. Toplum, liderlere ve devletlere kolayca feda edilebilir. Daha vahimi, toplumun bunu kanıksamış olması ve gönüllü “kurbanlık” tercihi yapmasıdır.

Talimat ve çağrılar bir tarafa, siyasi veya dini bir lider öldüğünde, çılgın kalabalıkların oluşturduğu izdihamlar sonucu onlarca insanın hayatını kaybettiğine coğrafyamızda sık sık rastlanmaktadır.

Hiçbir tehdit söz konusu olmadığı halde sürekli canlı tutulan “devlet bekası”, “vatan-millet-bayrak-din-ezan” hamaseti, söz konusu senaryoların hayata geçirilmesi içindir. Özellikle siyasetin bu temelde yapılması, toplumu ve ülkeyi her türlü senaryo için açık hale getirmektedir.

Bunun açık örneklerinden biri, bugün yaşanan ekonomik kriz, hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk ve geçim endişesi, ülkemizin diğer temel sorunlarını unutturmaktadır. Bu durumu ‘planlanmış yoksulluk’ ve “otoriter siyasetin tesisi” olarak da tanımlamak mümkündür.

Yolsuzluk, talan, yağma, kaynakların tüketilmesi, yedi düvele değil 70 düvele muhtaç hale gelmek, uluslararası tefecilerin, silah ve uyuşturucu mafyanın pazarı olmak gibi içine düştüğümüz durumu anlamayacak derecede adeta hipnotize edilmiş bir toplum olduk.

Kuşkusuz bu durum bir ilk değildir. Ancak böyle durumlarda sahneye konan senaryoların bize, ülkemize nasıl ağır faturalar ve maliyetler getirdiğini unutmuşa benziyoruz.

Bu nedenle karanlığı aydınlatmak ve uyanmak için herkesin bir mum yakmak veya kıvılcım çakmak suretiyle muhtemel senaryolara karşı sorumluluğunu yerine getirmesi gereğine inanıyorum.

Yakın geçmişte bize yaşatılan bazı olayları hatırlatarak bir kıvılcım çakmak istiyorum.

Yine bir seçim süreciydi ve her şey normal olarak kendi mecrasında devam ediyordu.

Hatırlanacaktır, her şey AK Parti’nin 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel seçimlerinde yaşadığı hezimetle başladı. AK Parti Meclis çoğunluğunu kaybetmişti.

Doğal olarak beklenen bir koalisyon hükümetinin kurulmasıydı. Kanaatime göre Türkiye’nin ihtiyacı da tam da buydu. Siyaset için mesele ülke ve toplum değilse elbette durum değişir.

Ülkenin ihtiyacı ve toplumsal yarar bir tarafa bırakılarak “İSTİKŞAF” diye bir görüşme süreci başlatıldı.

Keşif ve tahkik anlamına gelen istikşaf, daha çok diplomatik bir terim olarak diplomasi alanında kullanılır. İlk defa AK Parti tarafından bir oyalama ve kamuoyunu yönlendirme taktiği olarak koalisyon görüşmeleri için kullanılmaya başlandı.

İstikşaf; yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen dönemin Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yaptığı ziyarette bir yöntem olarak önerildi ve taraflarca kabul gördü.

Bilerek veya bilmeyerek CHP’de bu oyunun bir parçası olarak rol almıştı. Bu amaçla oluşturulan iki parti heyetleri 5 kez bir araya gelmiş ve toplam 35 saat süren bu görüşmelerden CHP’nin olumlu yaklaşımına rağmen bir sonuç çıkmamıştı.

Görüşmeler sadece AK Parti’ye zaman kazandırmış ve MHP ile sağlanan ittifak ile yeni bir seçim sürecine girilmişti. Artık seçim de seçim koşulları da olağanüstü bir ortamı gerektiriyordu.

Bunun için kurban HDP ve Kürtler seçilmiş ve süreç de buna göre şekillendirilmişti. Kuşkusuz bu senaryo PKK olmadan sahneye konulamazdı.

Önce temelleri 2009 yılında Oslo görüşmeleriyle atılan "çözüm süreci" sonra erdirildi.

Ardından "canlı bombalarla” intihar saldırıları başladı. 20 Temmuz'da, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyelerinin basın açıklaması sırasında girişilen intihar saldırısında 33 gencimiz hayatını kaybetti.

Bu saldırıdan iki gün sonra Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polis memuru evlerinde başından vurularak öldürüldü.

Ankara Garı'nda düzenlenen "Barış mitingi"nde patlatılan bombalarla 102 insanımız yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı.

Senaryonun gereği olduğunu düşündüğüm olaylar, PKK’nin arka arkaya "özyönetim” ilanlarıyla hız kazanmaya başladı.

KCK; Silopi, Cizre ve Nusaybin'de de "özyönetim" ilan edildiğini duyurdu ve bunu Diyarbakır-Sur ilçesi başta olmak üzere diğer bazı il ve ilçeler izledi.

Yıkımlar, cinayetler, katliamlar peş peşe yapıldı. 8.000 yıllık Sur ilçesi ve Cizre tarihi eserleriyle, cami, kilise, konak ve hamamlarıyla tahrip oldu. Yok olan insanlık mirasıydı.

Birleşmiş Milletler (BM) insan hakları komisyonu, yürütülen askeri operasyonlar sırasında yaşanan insan hakları ihlalleri hakkında bir rapor hazırladı. Raporda operasyonlar sırasında aralarında "800 güvenlik görevlisinin de bulunduğu 2 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği, ciddi insan hakları ihlalleri" yaşandığı belirtildi.

Siyaset ve seçim uğruna “vatan-millet-bayrak-din” hamasetiyle bir ülke ve yurttaşlarına nasıl bir tezgâh kurulabileceğini coğrafyamızın her bölgesinde rastlamak mümkündür.

Tekrarına düşmemek için yeni senaryolara karşı hep uyanık olmaktan başka çare yoktur. Bir kıvılcım çakarak uyandırmak zor olabilir ancak kıvılcım çakmayı hatırlatmak da bir katkıdır, diye düşünüyorum.

Benden hatırlatması…!

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır