24 Nisan 2024


SİYASETİ YOK EDEN KORKULAR



Dr. Oğuz FİDAN

A- A+

Küreselleşme olgusunun etkisiyle son yıllarda ülkeler ve ülkelerin aydınları, siyaset ve yaşama dair olan birtakım yeni tanımlamalara kalkışıp, korumacı bir şekilde kendilerine yeni kimlikler ve vizyon benimsemektedirler.

 Bu önüne geçilemeyecek izlenimi veren küresel dalga batı merkezli olarak gün geçtikçe çığ gibi büyüyor. Bu bağlamda, tüm batı dünyasında ve uzun sürede Türkiye’de de küreselleşme ve modernite kavramı ve pratiği sorgulanıyor.

 Küreselleşme çok basit olarak bir yaygınlaşma olduğu düşünülürse, bu olgunun modernitenin hiç de yabancısı olmadığı görülüyor.  Modernite bir yaşam biçimi olarak yaygınlaşıp, kültürel farklılıkların üzerini örtmesiyle, kültürel ayrışmalar yok olurken diğer taraftan ortak kültürümüzü de yok ediyor.

 Bugün farklı ve rahatsız edici olan,  küreselleşmenin kendisi değil, bu sürecin kontrol dışı olması, yani modernitenin ütopyasının dışına taşmasıdır. Yani küreselleşmenin kontrol edilemez bir hal almasıdır.

 Modernitenin küreselleştirme eğilimi, esas olarak siyasette sağı, solu, liberali ve muhafazakarı tek pota içerisinde homojenize etmesini öngörmektedir. Bu nedenle,  örneğin, Türkiye’de Kürtlerin ve İslâm’i kesimin yıllar boyu yaşadıkları kendilerini liberal ya da demokrat olarak tanımlayan insanların büyük çoğunluğunu hiç de rencide etmedi.

 Liberal siyaset anlayışı, bireyi yani vatandaşı önemseyerek öne çıkarırken, modernitenin yarattığı küresel rüzgar bireyi değil, cemaati de yok etti. Bu bakış, dünyayı ve özellikle Türkiye’yi ‘modern-gelenekçi’ ikilemi içerisinde algılıyor. Örneğin; AKP, yarı modern, yarı gelenekçi oluyor.  İslam’i söylemi ile son derece gelenekçi görülen AKP, kullandığı teknolojiler ve örgütlenme anlayışı ile son derece modern olabiliyor. Kadının aile içindeki yeri ile ilgili yaklaşımı ile gelenekçi olurken, aynı kadınları siyasete taşımasıyla modernleşebiliyor.

 Analizi böyle yapınca da AKP otomatik olarak çelişkili bir yapı olarak algılanıyor. Oysa AKP içindeki somut aktörlerin kendilerini ve eylemlerini tanımlamalarına bakıldığında, böyle bir çelişki gözükmüyor.

 Buna rağmen, Türkiye’de AKP ve HDP (Halkların Demokratik Partisi) benzeri partiler farklı bir toplumsal dinamiğin varlığını ortaya koyuyorlar. İradi olanın ön plana çıktığı, dolayısıyla da bize benzemeyeni de dikkate almak zorunda kalacağımız bir siyasal realite ile karşı karşıyayız. Görünen o ki bu yeni ortam aydınından politikacısına Türk ve laik kesimin önemli bir boyutunu korkutuyor.

 AKP’nin karşısında koca bir sivil toplum, sivil ve askeri bürokrasi olduğunu ve AKP’nin istese de radikal değişimler gerçekleştiremeyeceğini söyleseler de yine de AKP’nin iktidarından rahatsız oluyorlar. AKP iktidarının önünü kesmek için alternatif hiçbir geçerli siyaset ve ekonomik düşünce üretemeyen partiler, halkı kutuplaşmayı arttıracak laik-antilaik, cumhuriyetçi-şeriatçı kamplaşmasına iterek, bu kaostan ulusal bir blokla kendileri için iktidar beklentisine giriyorlar.

 Yaşamakta olduğumuz dönem bu sürecin kendini yeniden üretemediğini ve toplumun aktif siyasetin parçası olma talebini yansıtıyor. Dolayısıyla bugün AKP ve HDP ’nin siyasetinden tedirgin olanlar, gerçekte toplumun siyasete dahil olmasından da ürküyorlar.

 Aydınları ve politikacılarıyla Türk ve laik kesim, paylaşmaktan korkuyor, bu korkuyu bir siyasi pozisyona dönüştürerek kendini uzlaşmacı siyasetten dışlıyor ve böylece kendisini paralize ediyor.

 

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır