Demokratik devlet içeriğini toplumsal güçlerden alır. Devlet bizatihi bir amaç olmayıp toplumun biçimlendirilmesi için araçtır. Siyasi partiler hem harekete geçirici , hem de aracı işleri görürler . Toplumun nabzını tutarak ve onun gereksinimlerinden hareketle bunları yasamada ve yürütmede yaşama geçirerek toplum ve devlet arasında aracılık yaparlar. Siyasi partiler bizzat düşünsel önerilirde bulunmalı ve karar önerilirini tartışmaya sunmalıdır.
Siyaset, insanların ortak yaşamlarında gerekli bir boyuttur. Kendisini devletin kurumlarıyla sınırlamaz. Bilginin yayıldığı yada saklı tutulduğu, bilincin yada yaşam ilişkilerinin değiştiği düşüncenin oluştuğu, iradenin dile getirildiği, erkin kullanıldığı yada çıkarların temsil edildiği her yerde siyaset yapılmaktadır.
Siyasetin kaçınılmaz olanı yönetmekten ötede farklı bir işlevi olmalıdır, güvenilir olmak ve böyle kalabilmek için faaliyet alanlarını güvence altına almak ve yeni görevlere yönelmek zorundadır.
Siyaset teknoloji ve büyüme alanlarındaki kararları , ekonomik çıkarlara teslim ettiği takdirde yalnızca uygulamakla yetinmek durumunda kalacağı zorunlu koşullar oluşacaktır.
Siyaset eğer gerçek yada sözde koşulların yerine getirilmesinden öte bir şey ifade etmek istiyorsa , yurttaşların bilinçleri ve katılımlarınca taşınmalı ve yürütülmelidir.
Siyaset toplumsal güçleri harekete geçiren , faaliyetlere katan , bilgilendiren ,sorunlara bilinçli yaklaşımı sağlayan , karar verme yeteneğini geliştiren , uzlaşmaya yada çoğunluk kararına vardıran özgür ve sonuçta açık bir yurttaşlar diyaloğu bütünü olarak yürütülür.
Yurttaşlar diyaloğu demokratik kültürün bir ifadesidir. Yurttaşlar diyaloğu için düşünce ve yayın özgürlüğü vazgeçilmez bir nitelik taşır . Tüm yurttaşlar kendilerinin ve kendilerinden sonra gelecek kuşakların yaşam şanslarını etkileyecek konularda düşünce üretmek ve bu düşüncelerini yaymak hak ve olanağına sahip olmalıdır. Devlet bilim ve medya temelli bir düşünce oluşumunun ve böylece demokratik bir tartışma kültürünün ön koşullarını yaratmalıdır.
Yurttaşlar diyaloğu , daha fazla devlet değil, daha fazla demokrasi anlamı taşımaktadır.
Demokrasi günümüzde evrensel bir değer haline gelmişse , toplumları ve dünyayı daha insanca kılmada uyandırdığı umutlar yüzündendir.
Yeni liberalizmin (Neoliberalizm) ”daha az devlet” derken bir göremediği de budur.
Devleti “gece bekçisi” ya da “sınırları koruyan “ bir güç durumuna indirgeyip , toplumun ,liberalizm adına piyasa güçlerine , yani aslında tekelci kapitalizmin yağmacı güçlerine teslim etmek ve bütün iktidarın piyasaların olduğunu kabullendirmektir . Bütün değerlerimiz ekonomikleştirilmekte ve değersizleştirilmektedir.
İnsanlığın beş milyon yıllık tarihinde insanlar kendileri için hep daha iyiyi aramışlar ve kardeşlik hukuku temelinde eşitlik ve adalet üreten bir yönetim olan demokrasiyi tespit etmişler ve bunu günümüzde temsili demokrasiden de ileriye götürerek halkın yönetime direkt katılımının sağlandığı doğrudan demokrasiye geçme çabası içine girmişlerdir.
Yeni dünya düzeni tarihin ve ideolojilerin sonu , otoriterlik , hegemonya , modernleşme , müdahalecilik , savaşlar , sömürü , çevre felaketleri eleştirileri ve çeşitli kimlikler arası çatışma toplumun - toplumsallaşmanın sonu görüşleri ile bütünselleşmiş durumdadır. İlginç olan bu muhalif dilin yeni dünya düzeninin dengesizliğinin de gerekçesini oluşturmasıdır.
Verili dünya düzeninin aşılması budur. Bunları aşacak genişlikte bir çözümü yeni değerleri zorunlu kılmaktadır, günümüz sorunlarını sadece Türkiye’ ye özgü bir durum olmamak gerekir.
Mevcut durum benzer sorunların ağırlığı ve biçimi değişse bile , tüm dünyanın ortak , birlikte çözmesi gereken uygarlık sorununu yakıcı bir biçimde ortaya koymaktadır.
Biz , Türk halkı olarak ahlaki değerlerimizi mi yitirdik? Hayır böyle bir iddia da bulunamayız , çünkü büyük çoğunluk düzgün bir yaşam sürmeye özen gösteriyor. Bununla birlikte insanların başkaları adına karar verdiği kamusal alanda , ahlakın kenarından köşesinden ufalandığını görüyoruz. Toplumumuzun dört bir yanında bu güne kadar görülmemiş ölçüde başkalarını hiçe sayan bir bencillik , kendinden başkasını düşünmeme ve açgözlülük yayılmaktadır . Toplumsal ahlak çöküşü artarak devam etmektedir . Hemen hemen her yurttaş bunu görebilir.
Politik ve yönetici sınıf içinde yaşanan skandallar hiçbir zaman son on yedi yılda olduğu kadar üst üste gelmemiştir. Aynı zamanda alışılmamış boyutlara ulaşan işsizlik , yolsuzluk , yoksulluk ve yasaklarda gelecek üzerine ağır gölgeler düşürmekte ve kaygılar oluşturmaktadır.
İnsanlar, politikacılarla yöneticilerin işlerini gerçekten hakkıyla yapacak ehliyette olup olmadığını yada gün gelip ülkenin tamamıyla işsizliğe, sefalete, yoksulluğa , yolsuzluğa ve yasaklara teslim olup olmayacağını sorar ve sorgular hale geldiler.
Pek çok insan iyi işleyen bir ekonomik düzende , sosyal adaletin egemen olduğu özgürlükçü bir açık toplumda yaşadığı konusunda güvenini yitirmiş bulunmaktadır. Eğer geleceğe yeterince güvenle bakamazsak pek çok insan ahlaki açıdan çöküş yaşayabilir. Politik sorumluluk taşıyan herkes için en başta gelen ödevlerden biri bu çöküşü durdurmak olmalıdır.
Ülkemizdeki herkesin pek çok hakkı vardır. Anayasa bunları tek tek sıralar ve güvence altına alır. Herkes kendi kişisel yararını sağlamak , kendi mutluluğunu aramak için çaba gösterebilir ve üstelik bunu yapmalıdır da, ama her birimiz başkaları için ve aynı zamanda bütün bir toplum için de sorumluluk taşımaktayız , bu sorumluluktan görevler doğar bu görevler ise yasalarda yer almazlar.
Bizim üzerinde durduğumuz hukuki değil ahlaki sorumluluk ve görevlerdir. Eksiklerimizi ve ihmallerimizi görebilmek için cesur olmalıyız. Ekonomik ve sosyal sorunlarımızı çözebilmek için cesur olmalıyız. Kamusal ahlakı hayata geçirmek için cesur olmalıyız. Şundan hiç kuşkum yok ; değişim mümkündür , gerçi şu an sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz ama bu sıkıntıyı biz kendimiz yarattık o zaman bunu yine kendimiz yenebiliriz. Elbette erdemler ve ahlak reçeteyle edinilemez.
Politik bir yargı ve önderliğe ihtiyacımız var , özelliklede içinde bulunduğumuz sosyo - ekonomik çöküntünün üstesinden gelmek ve altı milyon kişilik ek istihdam yaratabilmek için bütün yönetici seçkinler arasında en güçlüsü olan politik sınıf şunu kavramak zorundadır. Eğer bu politik yapıyı kuramazlar ise ülkemizin durumu kısa sürede kötüye gidebilir.(geniş halk yığınlarının farklı sınıfların olduğu her dilden her renkten bir yapı )
Uluslar arası ünlü spekülatör , George Soros şu sözlerinde yerden göğe kadar haklıdır. ”İlkelere inanmanın yerini başarı kültü almış bulunuyor . Toplum hafızasını kaybetmiştir ama uygar bir toplumun ana ilkesi , en güçlülerin hayatta kalması olamaz “
Telkin edilen ahlak ile yaşanan ahlak arasında doğal olarak her zamana bir fark olagelmiştir ama bu fark sanki büyümektedir . İnsanların günlük davranışlarında bireycilik ve bencillik gittikçe daha çok ağır basmaktadır.
Zincirlerinden boşanmış bir özgürlük vahşete ve suça yol açar. Her toplumun bağlara ihtiyacı vardır kurallar olmadan , gelenek olmadan ortak kabul gören davranış normları olmadan hiç bir cemaat varlığını sürdüremez der Kontes Marion Dömhoft.
Tabi ki erdemler olmadan barış içinde bir arada yaşayamayız. Günümüzde düzen kendini hiçbir değere ve gerçeğe bağlanmadan mutlaklaştırmaktadır. Bu nedenle sadece “ahlakın sefaletinden “ değil yeni döneme uygun “sefaletin ahlakından “ söz etmek gerekir. Her türlü değersizleşmenin sapmanın , belirsizliğin , hiçbir sabitin olmaması bunun bir ifadesidir. Bu nedenle çözüme dayalı ortak bir otoriteden ve ahlaktan söz edilemez hale gelmiştir.
Günümüzde dürüstlük , hakkaniyet, vicdan , adalet , insani fedakarlık , sorumluluk ,yurtseverlik saygı , hoşgörü , mütevazilik , eşitlik , özgürlük gibi ahlaki değerler soygun ve sömürüye dayalı otoriter düzen içinde uyumlu olmanın bir parçası olduğu müddetçe desteklenmekte bunun ötesinde değersizleşmektedir.
“Evrensel vicdan “ diye bir şeyden eser kalmamışsa eğer onu yeniden yaratmak gerekir buda daima dünyanın neresinde olursa olsun ezilenlerin , mustazafların hakkını savunmaktan geçer. Böyle bir meşru savunum içinse şehir , bölge , etnisite (secere – soy saplantısı )din , mezhep ve birey ekseninde tekil ve dar düzlemlerde sürdürülen kan davalarının terk edilmesi gerekiyor. En başta da maliyeti çok ağır olan örtülü ve açık ırkçı islama - fobi ve İslam istismarı (AKP yönetimi bunu çok iyi yapıyor) geliyor ve uzunca bir süredir siyam ikizidirler.
Ortaçağlaşmanın göstergesi olan ve T.Hobbes’ un “herkesin herkesle savaşı “ olarak adlandırdığı durumun çözümü tekno - devleti güçlendirmekten geçmiyor , elbette ona sayısız farkçılıkları ` körüklemekten geçmediği de gayet açık.
Sağıyla – soluyla –dindarıyla –laikiyle , günün hakim zihniyetine derinlemesine nüfus eden farkçı ve tikel etik anlayışından , eşitlikçi , özgürlükçü ve dayanışma ruhu içinde bir dünya doğmayacağı gibi total tahakküm kapsamında her geçen gün bu zıtlıklar daha da genişleyecektir.
Kutadgu Bilig’de öngörülen devlet ahlakında ve idaresinde vazife ve sorumluluk ilk önce yöneticiye yüklenir. Devlet yöneticisinin ve beyin vasıfları üzerinde önemle durulmakta ve uzun uzun bahsedilmektedir. Halk içinde boy asaletli olmalı, özü sözü doğru ve tabiatı güzel ,halka iyi davranan cömert , yumuşak huylu ,mütevazi , sabırlı ,salim , cesur asil tabiatlı olmalıdır. Bey de (yöneticide )olmaması gereken ve kendisinden uzak tutması gereken vasıflar ise ; acelecilik , cimrilik hiddet , inatçılık ve yalancılıktır.
Ahlaki değerlerin özünde insani doğaya yönelik duyulan derin bir saygı vardır. İnsanın doğasının kötü olduğu fikrinden hareketle Machiavelist siyaset anlayışı yüzyıllardır ahlakı siyasete kurban
eder ve devleti rasyonel -pragmatik esaslar üzerine kurar. Ancak devlet ahlakı siyasete feda eden bir zihniyetle asla inşa edilemez. Devlet , ahlaki değerler üzerinde temellenir.
Ahlaklı bir devletin en önemli özelliği sosyal bir devlet düzenini kurmasıdır. Sosyal devlet bir sadaka devleti değildir . Devletin sürekli olarak vatandaşlarına yardım etmesi onları tembelliğe ve acziyete itecektir. Sosyal devle t vatandaşlarının kabiliyetlerini yükselten ve onun kabiliyetlerine imkan tanıyan devlettir. Sosyal devlet toplum içerisinde dayanışma kültürünü harekete geçirir. Sorumluluk ve dayanışma kültürünün harekete geçirilmesi ile devletin ekonomik ve örgütsel yükü hafifleyecektir. Toplumsal bütünleşme sağlanacak, sosyal kesimler arasında birbirlerine yönelik olumsuz algıların nefret duygularının ve çatışmaların önüne geçilecek , bu kesimler arasındaki sosyal mesafe kısalacaktır . İnsanlar, haklarının korunulduğu ve güvenle yaşadıkları böyle bir devlet yönetiminde ahlak dışına çıkarak , sistemin düzenini bozma lüzumunu duyacaklardır. 1980 sonrasında toplum çözüm yerine bireyin düzenden pay alması ve çıkarların öne çıktığı bir piyasa ekonomisinde , bundan da çıkar odaklı kazançlar sağlandığında hem muhafazakarlar (Türkçü- İslamcı –Yeni Osmanlıcı ) hem liberaller hem de sosyal demokratlar aynı sistemin çarkları içerisinde çürümeye ve yozlaşmaya başlamışlar, batı kimliğini paylaşmamak hem de yaşam tarzı düzeyinde batı tüketim anlayışını ve değerlerini benimsemek arasında çelişki görmemişlerdir. Günümüzde siyasette sıkışmışlık , çözümde belirsizlik , ilişkilerin denetimin elde olmaması ile siyasi düşkünlük , toplumsal açmaz ve çürüme birliktedir. 1950 yılından günümüze kendilerini çeşitli biçimlerde tanımlayan birbirine karşıt siyasi kadrolar özellikle muhafazakar olarak görülen DP , AP ,milliyetçi cephe (AP, SP,MHP), ANAP , DYP , RP-DYP ,AKP iktidarları döneminde siyasi açmaz ile yolsuzluklar ,siyasi ahlaksızlık , toplumsal çürüme birlikte ortaya çıkmıştır. 1980 sonrasında da ortak devlet ile toplum arasındaki ilişkilerde üretimden kaynaklanmayan pay alma çabası siyasete katılarak mümkün olduğundan , tartışma ve itişmede bu düzeyde en çok öne çıkmaktadır.
Bu gelişme sonrasında artık sadece yönetimde değil , toplum düzeyinde de sürekli bir bunalım , kimlik sorunu (kimliksizleşme ) hiçbir değerin ve gerçekliğin savunulamaz hale gelmesi yadırganmamaktadır. Toplumun her düzeyinde düzene uyumsuzluğun , düzenden pay almaya dönüşmesiyle post kavgası temel ilişki ve çelişkilerin yerine geçmiştir.
17 Aralıkta başlatılan “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu “ ve bunun karşılığında hizmet hareketine yönelik operasyonların amacı iktidar kavgası ve itişmeden başka bir şey değildir.
12 Eylül 1980 darbesinin ardından devlet tarafından Türk – İslam sentezi olarak bilinen bir kültür politikası yürürlüğe sokuldu. Buna göre kontrol altına alınamayan radikal sol akımların yarattığı rejim değişikliği tehlikesi , Türk toplumunu muhafazakarlaştırmak sureti ile bertaraf edilecekti. 1980’ li yıllardan itibaren toplumun muhafazakarlaşması devlet tarafından teşvik edilirken siyasal düzlemde de soldan boşalan alan siyasal İslam akımı tarafından doldurulmaya başlandı.
2000’li yılların başında, siyasal İslamcı milli görüş geleneğinin içinden çıkan ve kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan bir kadro ülkeyi yönetmeye başlayacaktı.
Siyasal İslam çizgisini izleyen RP (refah partisi ) ve milli görüş hareketinin içinden çıkan ADALET VE KALKINMA PARTİSİ (AKP) kadroları 1980’ li ve 90’ lı yıllarda siyasal açıdan kendilerini merkez
sağ ve sola izafe ettikleri ahlaki yozlaşmadan özenle ayırmışlardı. Nitekim AKP ‘ yi iktidara taşıyan dönemler arasında geçmiş yılların yolsuzlukların üstesinden gelmekte başarısız olmuş hükümetlere duyulan tepkininde payı bulunmaktaydı. Bir başka deyişle geniş seçmen kitleleri tarafından siyasal İslamcılara ve onun dönüşümünü ifade eden muhafazakar demokratlara akımlarda farklı olarak daha yüksek ahlaki standartalara sahip olma yönünde bir atıf yapılmıştı.
2002 ‘de hükümeti kuran AKP ye yönelmiş toplumsal beklentiler arasında rüşvetten , patronajdan ve siyasal konumları kişisel imtiyaz amacıyla değerlendirmekten uzak “ temiz bir siyaset “ inşa etmesi öne çıkmaktaydı. Bu nedenle AKP ‘ nin iktidara gelmesi öncesinde yürüttüğü seçim kampanyasına damga vuran söylemler “hortumların kesilmesi , yolsuzluğun önlenmesi , yasakların kalkması , yoksulluğun ortadan kaldırılması “ idi.
AKP ‘ nin lideri RTE , bu ifade ile önceki hükümetler döneminde kamu kaynaklarının yağmalanmasını durdurmayı kastediyordu. Hatta AKP hükümeti , kuruluşunu izleyen aylarda millet vekili lojmanlarını satışa çıkartarak hiçbir kesimin imtiyazlara sahip olmaması gerektiği şeklindeki söylemi güçlendirmiştir.Ancak , 2002 yılından günümüze kadar gelen AKP hükümetleri döneminde çok sayıda siyasal ahlak problemi yaşandığının ve temiz bir siyaset yaratmak adına Türkiye’ nin geçmiş hükümetlere oranla çok anlamlı bir yol katedememi ş ve hatta bazı ahlaki kazanımları yok ederek daha da kötüye götürmesi , muhafazakarlaşma ile ahlakileşme arasındaki ilişkinin doğrudan bir ilişki olmadığını göstermiştir.
AKP’ nin yönetici çekirdeğinin İstanbul başta olmak üzere ülkenin çok sayıda kentini yönetmekten gelen bir belediyecilik tecrübesine sahip oldukları bilinmektedir. Ancak zincirleme göçün yarattığı kentsel rantların belediyeler eliyle dağıtımı işinin örgütlenmesi , bir siyasal tecrübe olarak ulusal yönetim üslubuna dönüştürüldükçe bir dizi ahlaki sorunun ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelmiş görülmektedir. Kamu yönetimi konusundaki stajını belediyelerde yapan muhafazakar kadro , kentsel rantları dağıtma işini “hizmet “ koduyla yürütmüş ve ulusal iktidarı eline aldığında bu yönelimini sürdürmüştür.
Erdoğan’ ın AKP yönetimindeki merkez çekirdeğinin İstanbul belediyesini yöneten ekip olması ve gerek dış borçlanma , gerekse inşaat sektörünün dinamizmini devreye sokan bir rant ekonomisinin uygulanması , belediyecilik ve rant yaratma arasındaki ilişkiyi ulusal bir ekonomi stratejisine çevirmiştir. Arazi rantı ve kamu ihaleleri üzerinden oluşan kaynakların dağıtılması sırasında davetiye çıkmaması kaçınılmaz sayılmalıdır.
Türkiye’ de 1980 ‘ler den başlayarak siyasetin bir tekniğe indirgenmesi sonucu siyaset alanının daralması ve ideolojik farklılıkların önemsizleşmeye başlaması sonucu , partiler ve politikacılar kendilerini diğerlerinden ahlaki temizlik vurguları ile ayırmaya başladılar.İdeolojik ve siyasi olarak benzeşen partiler iş yapma ( teknik ) becerileri ve ahlaki özellikleri ile farklılaşmaya çalışmaktadır oysa bu noktada son derece önemli bir boyut gözden kaçırılmaktadır dikkatler politikacıların ahlaklarına çevrilmektedir. Fakat ahlaklı politikacıların savundukları politik programların ahlaki boyutları tartışılmaktadır.
Çünkü siyasal kararların alınması ve kamu taleplerinin karşılanması özünde bir siyasi program meselesidir. Sosyal adalete karşı ilgisiz olan eğitim ve sağlık gibi alanları özelleştirerek parası olanlara hizmet götürmeyi meşru görme, milli kalkınma dinamiklerini desteklemek yerine iç ve dış borçlarla ülkeyi yöneten üretici güçleri değil rantiyeyi besleyen bir iktidar programının çatısı altında toplanmış politikacıların tek tek bakıldığında ahlaklı olmalarının bir anlam ifade etmediği görülmektedir.
Muhafazakar ve kökten dinci akımlar siyasal iddialarının temeline ahlakilik vurgularını koymaktadırlar . 1970’ lerin sonlarından bu yana bir dizi faktöre bağlı olarak muhafazakarlaşmanın karşılıklı olarak birbirini etkilemek sureti ile hem toplumda hem siyasette yükselişine tanık olunmaktadır buna karşın muhafazakarlaşmanın ne toplumda nede siyasette daha yüksek ahlaki standartlara yol açmadığı görülmektedir. Günümüzde muhafazakarların ahlaki standartları daha yüksek bir toplum kurma iddialarının dayanıksız olmasının ilk ve en genel nedeni , ahlakın kaynağının sadece din olmamasıdır.
Ahlakın sosyo - ekonomik temellerinden kopartılarak salt kültürel bir tercih gibi düşünülmesi indirgemeci bir yaklaşım olarak görülebilir öte yandan siyasetin ahlak yoğun bir kurum olması siyasal kararların ve yönetim tarzlarının tarih boyunca ahlak tartışmalarının davet etmesine yol açmıştır. Dinin siyasallaşması , ilk anda anlaşıldığının aksine siyasetin uhrevileşmesi değil , aksine siyasetin dini fethetmesi ve dinin sekülerleşmesini beraberinde getirir.
Siyaset tarafından dünyevi amaçla fethedilen ve işlevselleştirilen dinin , toplumun ahlaki düzeyini yükseltmekte önemli bir etmene dönüşemediği görülmektedir. Aksine böyle bir durumda dinin kendisi yoğun bir tartışmanın ortasına düşecek ahlaki bir kriz yaşamaya başlamaktadır. Neoliberalizmle uyumlu bir köktendinci muhafazakarlık , yoksulluğu ve ekonomik adaletsizliği ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
Yüksek ahlakın ekonomik ve toplumsal temelleri oluşmadıkça ahlaki standartların yükselmesi iddasının geçerliliği zayıflamaktadır. Ülkemizde alıcısının ve satıcısının bu kadar çok olduğu ancak siyasal ve sosyo ekonomik uygulamalarda ise hiç olmayan veya çok az olna şey din ve onun yarattığı ahlak anlayışıdır. “ DAHA İNSANCA BİR DÜNYA İÇİN ONU DEĞİŞTİRMEK GEREKİR.”
1.5 milyar insan açlık ve sefalet içinde yaşarken 1 milyarında gönençle sarmaş – dolaş olduğu bir dünya ile yetinemeyiz , Ama dünyayı değiştirmek için de , farklı bir gelecek kurmak gerekiyor onu kurmakta elimizde . Fikirlerimizi , davranışlarımızı , kurumlarımızı gözden geçirmeli yolumuzun üstündeki molozları temizlemeli , yürüyüşümüze “BÜYÜK İNSANLIĞI “ KATMALIYIZ.
Türkiye’ de özellikle son bunalımların arkasından başlamış tartışmalar , ekonomide ve poltikada yapısal bir değişiklik gereğini hemen herkesin kabul ettiğini gösteriyor şu da açıklık kazanmış durumda ; ülke ekonomosini düzeltmek için , öncelikle siyaseti düzeltmeli çünkü ekonomiye yön veren siyaset kurumudur. Siyasette de önce anayasadan başlayarak devleti ve devlet yurttaş ilişkilerini çağdaş temeller üzerine oturtmak , demokratik oyunun baş aktörleri olan siyasal partilere seçim yasalarına köklü değişikliklere gitmek gereği üstünde de anlaşma görülüyor !...
Herkes , Türkiye ‘ nin bugün içinde bulunduğu “BÜYÜK ALDATMACANIN “ farkında olmalıdır. Ortaya sürülen sahte oyun şudur, sorun bir yanda değişimden yana olmayanlar Türkiye ‘ nin kapalı kalmasını savunanlar , tutucular , hantal devlet yapısından yana olanlar , özgürlüklerin gelişmesini istemeyenler ; onların karşısında da değişimden , demokratikleşmeden yana olanlar “varmış gibi “ ortaya konuyor böyle bir izlenim uyandırılıyor. Oysa gerçek şudur ; Değişim , özgürlük , demokrasi deyip yabancı güç odaklarının (AB ‘ NİN , İMF ‘ NİN , DÜNYA BANKASININ , ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ) Türkiye’de ekonomik , politik , sosyal , kültürel ve askeri eğemenliğini sağlayarak Türkiye’yi “ tek yanlı “ dışarıya bağlayıp sömürgeleştirmeye çalışanların karşısında , değişimi Türkiye’yi sömürgeleştirip bölmeden karşılıklı çıkarlar doğrultusunda,halkın yararı , halkın refahı , halkın gerçek özgürlüğü için isteyenleri “milli ve yerli “ cephesi bulunuyor.
Birinciler , sorunlara dışarıdan bakarken ikinciler Türkiye’ den bakıyorlar. Birinciler, değişim ve özgürlük oyunu oynarken, ikinciler değişimi ve özgürlüğü “ halkın yanında halk için “ istiyorlar. Türkiye , bu gün bir yol ayrımına girmiştir herkes artık hangi tarafta olduğunu belirlemelidir . Gün karar günüdür .
Biz , barışçı bir dünya , yaşama yeteneğine sahip bir doğa ve sosyal açıdan adil bir toplum için mücadele ediyoruz. Biz korunmaya değer olanı korumak , yaşamı tehdit eden tehlikeleri uzaklaştırmak ve ilerleme yolunda cesaret vermek istiyoruz.
BİZ , BARIŞ İSTİYORUZ.
Biz , tüm insanların ortak güvenlik içinde yaşayacakları , aralarındaki anlaşmazlıkları , savaş yada silah yolu il e değil , bilakis insana yaraşır bir yaşam yolunda barışçı rekabet içinde çözecekleri , doğu ve batı arasındaki anlaşmazlıkların dostluk politikası ve tartışma kültürü içinde aşılacağı , adil bir dünya düzeninde , Türkiye ve tüm dünya halklarının bağımsız gelişme yolunda eşit şansa sahip olacakları bir dünya istiyoruz.
Biz , yeni bir ekonomi biçimi ile tüm insanlığın ve doğanın yaşamasını sürekli kılmak istiyoruz. Biz , kadın ve erkeğin toplumsal eşit olduğu ayrıcalıksız , ayrımsız ve hiç kimsenin dışlanmayacağı , insani koşullarda çalışma hakkına sahip olacakları ve her türlü emeğin eşit değerlendirileceği bir toplum istiyoruz.
Biz, demokrasiyi tüm toplumda , ekonomide , işletmelerde ve iş yerlerinde gerçekleştirmeyi , ekonomik erki sınırlayarak denetim altına almak istiyoruz.
Biz , stratejik derinlik ve yeni osmanlıcılk altında stratejik sığlık , perspektif zayıflık , iç barışı ve uluslar arası barışı ve güvenliği tehlikeye atan bir dış politika istemiyoruz .
Demokratik hukuk devletinde yalnızca yasalarca meşru kılınmış ve sınırları belirlenmiş bir iktidara yer vardır. Yargı , adaletin ihtiyaçlarına hizmet eder.
Biz, temel değerlerimizi gerçekleştirecek , özellikle daha güçsüzleri koruyacak ve doğal yaşam kaynaklarımızı korunmasına yardımcı olacak bir hukuk istiyoruz. Yargı yolu eşit bir biçimde herkese açık olmalıdır. Biz yuttaşlarımızın kabul edilebilir bir süre içinde yasal haklarını elde etmelerini istiyoruz. Yargıcın kararı bağlayıcıdır , yargı bağımsız olmalıdır . Yurttaşları koruma , suçları kovuşturma ve hukuk devletini güvence altında tutmakla görevli olan polisin , yuttaşların ve devlet kurumlarının eleştirilerine ve yardımlarına ihtiyacı vardır. Siyasal çatışmalar polisin ve yargının sırtından sürdürülemez. Ceza hukuku ve infaz yasası da hukuk devletimizin işlemesine hizmet eder . Hedefi , yurttaşları ve toplumu korumak , kısas uygulamadan suçluları yeniden topluma kazandırmaktır. Tartışmasız bir siyaset düşünülemez . Nasıl tartıştığımız , hangi amaçlar için tartıştığımızın aynasıdır. İktidar yolunda mücadelede her amaç , her aracı meşru kılmaz,
Umut , tehlikelerin göz ardı edilmesi ile değil , açık diyaloğ içi,nde aydınlanarak filizlenir. Biz dünya üzerinde bir cennet vaat etmiyoruz , fakat tehlikeleri birlikte göğüsleyebilir , riskleri birlikte azaltabilir , yeni ve daha iyi , daha adil bir düzeni birlikte kurabiliriz.
5 milyon yıllık insanlık tarihinde Aristo ‘nun dediği gibi “ siyasal hayvan “ olan insanın beşeri birikim ve kazanımlarıyla animal ( hayvani ) duygulardan ve eylemlerden uzaklaşarak huminal ( insani ) değerlerle bezenmesi yaşadığımız dünya ve Türkiye ölçeğinde de eşit ve ortak olarak demokratik süreç içerisinde üretime katılabileceğimiz , demokratik bir işlevsellik içerisinde yönetilebileceğimiz , ürettiğimiz katma değeri adil bir şekilde paylaşabileceğimiz bir siyaset , bir Türkiye , bir dünya istiyoruz.
Biz ne olduğu belli olmayan , güçlerin tek elde toplandığı otokratik despotik yapıyı ortaya çıkaran bir başkanlık ya da demokratik olmayan parlamenter sistemde de yönetilmek istemiyoruz.
Biz güçler ayrımını savunan denge denetleme sistemi olan ve bütün demokratik kurumların işlerlik kazandığı bir başkanlık sisteminde ya da anti demokratik yapılardan ve vesayetten arındırılmış kuvvetler ayrılığı sistemine dayalı demokratik parlamenter sistemle yönetilmek istiyoruz.
Temsili değil doğrudan demokrasi istiyoruz , milli irade fetişizmi değil , anayasadan kaynağını alan ve yasama – yürütme – yargı eli ile uygulanan milli egemenlik istiyoruz.
Misafir